Gönderi

ayrıldım gülüm senden
"Sen aslında mahkemeyi çoktan kurmuş, hükmü kesmişsin. Olmadık bahanelerle, kararına uygun bir kanun mad desi arıyorsun. Ara bakalım. Hammurabi'den beri bütün kanun kitaplarını karıştır, bul, bulmaya gücün yetiyorsa. Hüküm ortada. Beni yiyeceksin belli ki. Dişlerini bilemişsin etime. Gözünü yola dikmişsin. Gideceksin. Dur demek boşuna, Açıkça söyle. Lafı, ortada sıçan oynar gibi oraya buraya yuvarlamanın âlemi ne? Lüzumsuz bahane cümleleri kurup kelimeleri niye incitiyorsun? Ne diyeyim, gidersen git. Sana oluyorsa, bana bol gelir. Uğurlar ola!" Vedalaşmadık bile. Sırtımı döndü ve gitti.. lyi konuştum ama. Ezdirmedim kendimi. Koyduysa postasını, gördü restini. Sen altınsın da ben tunç muyum? Ben de şapkamın altında bir adamım. Ayaklar altında çiğnenecek kadar, gideni yolundan çevirecek kadar onurumu kaybetme dim henüz. Güle güle! Hem suçum ne, ne yapmışım; söyleyin, söylesin. Çölden devesini mi sürmüşüm, babasını mı öldürmüşüm? Hangi bir gün incitmişim, hangi gün tek bir kötü söz çıkmış ağzımdan? İnsanı suçu terbiye eder, derler. Neymiş suçum? Söyleyin, söylesin. Yahu bir tek bana mı bu ayrılık? Çift taraflı değil mi? Adım gibi eminim, kendisi daha çok sarsılacak. Daha ilk adı mıyla, o benim sakalımı kesti, bense onun sağ kolunu... Kesilen sakal daha gür biter de ya kesilen kol... Yokluğumu, omuz başında her an hissedecek. Bensiz ağız tatlılığı ile bir bardak su bile içemeyecek. Tek kolla, sürahiyi tutsa bardağa sözü geçmeyecek, bardağı kavrasa sürahiye gücü yetmeyecek. Nah şuraya yazıyorum, çok çok iki gün dayanır. Belki o kadar bile sürmez. Kolay mı vazgeçmek? Hele benden! Bana alışmak zordur ama benden vazgeçmek ondan da zordur. Hey yavrum hey! En fazla iki gün! Bugün, üçüncü gün. Ne bir ses ne bir haber. Şimdiye kadar çoktan aramalıydı. Ama inat! Inat damarı beş karış. Benim aramamı bekliyor. Telefonun öbür ucunda iğne yutmuş gibi kıvranıyor şu an, biliyorum. Şimdi arasa, diyor... "DENİZ arıyor..." yazsa ek randa. Sesi mavi mavi dalgalansa önce. Hesabını sorsa boşa geçen üç günün. Sonra rüzgârı yavaş yavaş dinse, mavimsi bir ipek yumuşaklığına bürünse sesi yeniden. Neşeli balıklar oynaşsa engininde. Göğünde martılar uçuşsa. Biraz o gülse, biraz ben gülsem... Böyle düşünmüyorsa ben bir şey bilmiyorum. İyi de niye ben arıyorum, giden ben miyim? Aramayacağım. Aha da yemin ettim. Onun adı inatsa benim adım inat oğlu inat! Bana ne. Dördüncü gün. Hálá ses seda yok. Gitmesi bir şey değil, vallahi değil. Bıraktığı boşluğu kimle yahut neyle dolduracağımı bilmiyorum. Kolay mı, kaç senenin alışkanlığı. Ben şimdi saksıda büyüttüğüm gülün yeni bir tomurcuk verdiğini kime müjdeleyeceğim? Zaralı Halil'den, Erzincanlı Hafız'dan, Keskinli Hacı'dan öğrendiğim yeni bir türküyü kiminle yudum yudum içeceğim? "Bugün ne oldu biliyor musun," diye başlayıp bütün günümü, bir jurnalci gibi, dakika dakika kime rapor edeceğim? Ah! Ah ki ah! Böyle bahar mı olur? Bahar dediğin bu kadar zalim olabilir mi, böyle kötü sınar mı insanı? Benim bil digim bahar, ota, çöpe, börtü böceğe hayat bağışlayandır. Sense canımın kastına düşmüşsün. Hem de mevsimin en güzel yerinde. Gözlerini sürmelemişken papatyalar, yaseminler ince boyunlarını uzatırken bahçe duvarlarından, leylaklar mor mor gülümserken avlularda, igdeler arzu arzu kokarken, gelincikler kuşaklarını çözerken ekin tarlalarında, erikler ekşi ekşi kamaşırken dallarda, dağlar kardan pijamasını soyunup ala yeşil mintanını giyerken, koyun kuzu birbirine karışırken, konarlar göçerken yaylalarına… Yahu bu nasıl iştir? Ayrılık mı olur hiç yayla zamanı ?
Sayfa 28 - devamı 29 da
·
278 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.