Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
2 saatte okudu
“Hakiki ölümsüzler hep doğa unsurlarıdır.” Sayfa; 36 Yapraklar fısıldar, rüzgâr salınarak gezinir; söğütler narin, kırılgan kollarıyla toprağa uzanır. Dikkat et! Gün batımından gün doğumuna kadar geçen sürede Söğütler’in arasında dinlenirken seni ziyaret eden bir şeyler var… Nefesini tut, çadırın kapalı olduğundan emin ol! Rüzgara kulak asma. Gözlerini kapat, zihnini dinlendir. Duyma kulaklarına fısıldananları, görme etrafında gezen gölgeleri.. Sustur zihnini, bilmesin öteden seni izleyenleri... Tuna Nehri usul usul yükselir. Durma küçük tepelerde! Uyarılara kulak as! Yoksa Söğütler kalbine uzanır… Gotik edebiyatın öncü isimlerinden biri olan Algernon Blackwood, genellikle gotik edebiyatın alışagelen motiflerinden olan şatolar, hayaletler, tekinsiz olaylar yerine hâlihazırda bizimle her zaman bir arada olan “doğa”yı ele almayı tercih ediyor. Böyle bir tercihi neden yaptığını daha iyi anlamak için gelin hep beraber onun hayatına ufak bir göz atalım. Algernon Blackwood 14 Mart 1869 yılında İngiltere'de doğdu. Muhafazakar değerlere sahip aristokrat bir aile tarafından büyütüldü. Maceracı kişiliği onu farklı ülkelere sürükledi. Bu kişiliğinden dolayı hayatının farklı dönemlerinde çeşitli işler yaptı; Çiftçi, barmen, gazeteci, model, keman öğretmeni, özel sekreter, iş adamı gibi. Düşünce dünyası ise zaman içinde başka yönlere doğru evrildi. Hint mistisizmine ve doğu felsefesine ilgi duymaya başlayan Blackwood kendini doğaya verdi. İlk başlarda deneme türünde eserler veren Blackwood, otuzlu yaşlarının sonlarına doğru doğaüstü hikâyeler yazmaya başladı. Başarılı bir kariyeri vardı. Kısa öyküler yazdı, bunları televizyon ve radyo programlarında anlattı. Ondört roman ve çocuk kitapları yazdı fakat bazılarını yayınlanmadı. Öykülerinin birçoğunun merkezine hayranlık beslediği doğayı koydu. Doğaüstü unsurlar hikayelerinin vazgeçilmezi haline geldi. Hatta daha sonraları bu konuya olan özel ilgisinden dolayı “Hayalet Kulübüne” katıldı. Şimdi üzerinde konuşacağımız o ünlü hikâyesiyle 1900-1901 tarihleri arasında Tuna Nehri’nde karşılaşır. O tarihlerde 32 yaşındadır. Yaptığı bu seyahati kurgusal bir şekilde doğaüstü olarak ele alır. Biyografik özelliğe sahip olan hikayesine, masalsı ağaçların ismini verir; “Söğütler” Hikâyemiz iki arkadaşın kanolarıyla Tuna Nehri’nin yılankavi kıvrımlarındaki gezintisiyle başlar. Yolculuk boyunca yeşil örtünün akıp gitmesini izlerken ağaçlar, çalılar, yapraklar bir zaman sonra insan zihninde başka şeyleri çağrıştırmaya başlar. Doğanın tekinsiz sakinliğinde esen rüzgâr zihinlerine dokunarak doğaya kişilik kazandırmaya başlar. Yer yer doğanın nefesini üstümüze üflediğini düşünürüz. Nehrin kıvrımları bir bir geride kalırken gittikçe kişiselleşen doğa onları sarmaya başlayarak zihinlerinde asla açmak istemedikleri kâbus kapılarını açar ve korkulanları serbest bırakır. Kusurlu zihinler, doğanın huşu dolu nefesiyle gün geçtikçe çarpılırken bilinmeyenin tekinsizliği kalpleri ele geçirir. Görünmeyeni görememek ve dahası realist zihinlerine bir tablo oluşturamamak bilinçlerini mahvetmeye başlar. Anlatım o kadar belirsizdir ki zaman zaman Lovecraft okuduğunuzu bile düşünürsünüz çünkü burada bilinmeyenin betimlenememe durumu vardır ve biz bu yazım tarzını hep Lovecraft’ta görmüşüzdür. Lovecraft’a konu gelmişken bu konuda onun görüşünü söylememek olmaz. Söğütler H. P Lovecraft’a göre tüm zamanların en iyi tuhaf öyküsüdür. Hatta onun değişiyle “doğal korku”dur. Blackwood aynı zamanda H.P. Lovecraft ve Arthur Machen’la da çağdaş birisidir. Edebiyatın kozmik dehşet ustalarının birbirlerini etkilememesi imkansız olurdu heralde. Bu anlatım tarzında ise bir şeyler vardır, korkunçtur, korkmuşuzdur, dehşete kapılmışızdır, tanımlayamayız bile, asla olduğu gibi de anlatamayız. Sadece neler hissettiğimizi en iyi şekilde anlatabiliriz. Ya da bize neler hissettirdiğini.. Blackwood da bu anlatımıyla bizi öykü boyunca germeye devam eder. Gelişen olaylarla beraber kahramanlarımız daha sonraları nehrin oluşturmuş olduğu adalara doğru ilerler. İnsan doğası gereği uyarılara yeterince kulak asmaz ve yasaklı olana içten bir çekim duyarak başını belaya sokar. Nehrin oluşturduğu bu adalardan uzak durmaları gerektiklerini bildikleri halde onlardan geri duramazlar, hatta kahramanlarımız kendi kendilerine bu adaların güvenli olduğuna ikna etmek için şöyle derler: "Bu Macarlar her türlü zırvalığa inanırlar; Bratislava'daki satıcı kadının bizi burası beşeri dünyanın dışından türlü türlü yaratıklara ait olduğu için kimsenin asla buraya gelmediği konusunda uyardığını hatırlıyor musun? Herhâlde perilere, doğa tanrılarına, hatta belki iblislere inanıyorlardır" Sayfa; 18 Hikâye boyunca rüzgârı ve durmadan uğuldayan söğütleri işitiriz. Söğütlerin ise derdi daha başkadır çünkü onlar oradaki ruhani varlıkların sembolü kılınmıştır. Hikâyenin ilerleyen kısımlarında kendilerini bekleyen, dehşetle karşı karşıya kalan kahramanlarımızın iki seçeceği vardır; ya bu yolculuğun sonunda kurban olacaklardır ya da başkalaşacaklardır çünkü her şey içlerindeki ya da bilinçlerindeki seslere bağlıdır. Yer yer hikayeyi bize anlatan baş karakterimiz olaylara gerçekçi bakmaya çalışsa da İsveçli arkadaşı, bu konuda gözünü açması için ara ara onu uyarır. Bize oyun oynayan zihnimiz miydi? Yoksa her şey korkunç bir rüyadan fazlası mıydı? Nehirde batıp çıkan şeyler su samuru muydu yoksa oradaki tanrılara kurban edilen cesetler miydi? Hem her şeyi gördük ama her şeyden emin de değiliz. Rüzgâra kulak verin, onu dinleyin ama dediklerine kulak asmayın. Ve unutmadan; "Zihinlerimizin korkumuzu ele vermesine müsaade edersek kayboluruz, ebediyen kayboluruz.” Sayfa; 58
Söğütler
SöğütlerAlgernon Blackwood · İthaki Yayınları · 2022423 okunma
··
1.016 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.