Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

460 DEVAMI YAZILACAK BİR ÖYKÜ DAHA
Sermayesi buzdan hayatlar! Çocukluğunun büyük bir bölümün geçtiği Ankara’ya yine gelmişti. Bu defa ki gelişi öncekilerinden biri hariç çok farklıydı. Ankara’dan uzak yerlerde başlayan hayatı için ilk Ankara ziyareti, çocukluğunda büyük bir yer kaplayan kuzeni Leyla’nın düğünü için olmuştu. Sonra ki gelişleri, hayatın olağan akışı içinde sayılabilecek, akraba düğünleri, kardeşinin doğum yapması gibi şeylerdi. Bir gün telefonu o güne kadar nasıl çalıyorsa öyle çalmamıştı sanki! Bu şekilde anlaması için olayı yaşaması gerekecekti. Nur, kazandığı üniversitenin son sınıfındaydı, derslere çok fazla devam gerektirmeyen bir evrede olduğu için okulunu aksatmadan yapabileceği tam zamanlı bir iş bulmuştu,bir derneğin başkan asistanlığını yapıyordu. O gün hayatın akışı içerisinde olacak şekilde ofisinde normal işlerine odaklanmıştı Nur, yaptığı yazışma ve hesaplamaları bir kez daha kontrol ediyordu, öylesine dalmıştı ki işe yanı başında çalan telefonun zil sesini ancak beşinci çalışında algılayabilmişti! Sadece kızım demişti telefonda ki ses, arayan sesinde her zaman davudi bir ton olan babasıydı ama bu defa o ses tonundan çok uzak bir şekilde konuşuyordu! mahcubiyet, korku, üzüntü ve de toplamında suçluluk duyan bir ton ile. Suçluluk dediğimse de suç olsa bari! Bildiğiniz koruyamamaktan oluşan bir mahcubiyet halinin yansımasıydı. Öyle ya konuşan bir baba idi, yaratılışında vardı korumak ve kollamak! Aile reisi olmanın verdiği içgüdüsel bir özellikti bu! Ayrıca isminin tüm özelliklerini de taşıyor ve kullanıyordu Rauf bey, ekstra yüklenmiş bir bilgisayar donanımı gibi, ailesine, sevdiklerine ve tüm dünyaya merhamet ve şefkat ile muamele ederek. Kendini toparlamayı başaran Rauf baba devam etmeye çalıştı konuşmasına; kızım annen diyebildi sadece boğazında yumru yumru toplanan düğümlerin müsaade ettiği kadarıyla. Dahası içinse uzun bir nefes ve iç toparlaması yapmalıydı, tüm güçsüzlüğünden sıyrılmış eski hali ile konuşabilmek için. Nur için; bir idol, gölgesinde dinlenilesi çınar ve sırtını yaslayacağı başı dumanlı karlı bir dağ gibiydi her kız çocuğu gibi kendi babası da. Onu telefonda dahi olsa böyle karşısında görmek kendisine hem garip hem de korku dolu gelmişti! Öyle ya babası bugüne kadar hiç bir zaman onların yanında zafiyet göstermemişti! Rauf baba, metin olmaya çalışan lisanı hal ile konuşmasını sürdürdü; kızım annen kötü, hem de çok kötü, Allah’tan ümit kesilmez ama annen hasta diyebildi sadece, sonra içine içine ağlamaya başladı, kızına ve kendine daha fazla acziyet göstermemek adına. Çünkü Rauf baba, sevgili karısına evlenmeden önce birkaç söz vermişti ve onlardan bir tanesi ve en önemli olanı da; hanımefendi, talip olduğum kalbinizin sahibi olan sizi, bir ömür sevip sayacağıma ve her şeyim ile koruyacağıma söz veririmdi. Eşinin hastalığından dolayı kendini suçlaması da bundandı, her şeyin mutlak kader üzerine yaşandığına inanan birisi olmasına rağmen! O seven ve koruyandı, başarısız ve aciz olduğunu kendisi dahil kimselere göstermek istemiyordu! Herkesin bildiğini bildiği halde istemiyordu hem de! Nur, birkaç dakika önce onca yorgunluğuna rağmen olan neşesini ve neredeyse tüm yaşam heyecanını kaybetmişti bu konuşma ile! Kolay değildi en güvendiği insan olan babası en çok sevdiği insan için verilebilecek en ağır haberi vermişti. Boğazında düğümlenme sırası Nur’a gelmişti, sanki babasının boğazında ki düğümlerden birkaç tanesi telefon hattı üzerinden ona gelmişti istenmeyen bir arama gibi! Artık iki tarafta iki kişi vardı sadece, tüm dünyaları yıkılmış ve sadece nefes alan! Tıpkı bir kablonun iki ucunda var olan ama geçici olarak kullanım dışı kalmış telefonlar gibi. İlk söze başlayan Nur olabildi, hemen oraya gelmem lazım! Bir an önce annemi görmeliyim diyerek. Farkında bile değildi bunları söylerken ayağa kalkmış ve az önce içtiği çayını masada ki evraklara ve üzerine döktüğünün, hem ne önemi vardı ki orada olanların! Olmuştu olan ve belki de bir zaman sonra bir daha olmayacaktı bugün olan telaşındaydı çünkü. Kendine gelmesini sağlayan, babasının birkaç seslenmesinin sonuncusunun biraz yüksek sesle olmasıydı. Artık daha sakindi ve dinlemeye dahası son durumu anlamaya hazırdı. Rauf bey devam etti; hayır kızım gelme lütfen, en azından şimdilik! Çünkü annen benim bildiğimden haberdar değil. Doktordan geldikten sonra masa üzerinde bıraktığı raporunu gördüm ve doktoru ile irtibata geçince öğrendim ben de. Belli ki bizim öğrenmemizi şimdilik istememiş! Ona bırakalım bize söyleyeceği tarihi kendini hazır hissettiğinde, senin gelmen bu durumdan haberdar olduğumuzu belli edebileceği için bekleyelim lütfen diyerek. Nur sandalyesine düştü adeta, oturduğunu düşünürken! Kolay değildi birkaç dakikadır yaşadıkları. Şimdi ne yapmalıyım diye düşünürken! Annesini arama fikri, babasının dedikleri aklına gelince bu fikirden vazgeçti ve hemen ablası İlksen’i aradı. Ablası, anne ve babası gibi Ankara’da yaşıyordu. Ablasına olanları olabildiğince sakin anlattı ve aldığı tepki kendisinin babasına verdiklerinden pek farlı olmamıştı. İlksen’in işi sabahı beklemeden çat kapı annesine misafirliğe gitmek oldu, annesinin böyle emrivaki gelişlerden hoşlanmadığını bildiği halde yaptı bu ziyareti. Kapıyı annesi Fatma hanım açtı, yüzünde habersiz gelişin kızgınlığına müsaade etmeyecek kadar fazla olan, bu saatte neden geldin diyen bir şaşkınlık ifadesi vardı! Kızı hiçbir şeyi umursamıyordu, daha kapının tam açılmasını beklemeden annesine sarıldı hıçkırıklarla ağlayarak uzun bir süre hareket etmeden. Kızının ağladığını ancak omuzundaki ıslaklığı farkedince anladı Fatma hanım. Emekli hemşire olan Fatma hanım böylesi şeylere eski mesleği gereği hasta ve yakınları nedeniyle alışkın olsa da ilk defa bu kadar yakınından birisiyle tecrübe ediyordu! Daha kızı bir şey demeden herkesin her şeyden haberi olduğunu anladı ve eşi Rauf beye seslenerek yanlarına çağırdı. İçeri giren eşinin yüzünde de aynı ifade vardı ‘ buzdan sermayesi’ olan bir satıcının çaresizliğini yansıtan! Nur dedi Nur’da biliyor mu dedi ağlamaya hazır ama bir o kadar da güçlü bir duruş ile. Daha Fatma hanım sözünü bitirmeden görüntülü arama ile Nur’un da duygu seli ile dolu olan odaya dahil olduğunu gördü. Nur ağlıyordu, hem neden ağlamasın ki! orada vakur olması gereken kişiler anne ve babasıydı o ve ablası değildi ki! Artık ağlamak serbestti, Fatma hanım bir yandan, İlksen bir yandan, Nur bir yandan seslice ağlarken sadece Rauf bey , üstlendiği görevi gereği içine içine ağlıyordu! Bir süre sonra herkes sustu ve anlam bulunmaya çalışılan bir sessizlik oldu! Öyle ya soru basitti bundan sonra ne olacaktı? Rauf bey konuşmaya başlamak için niyetlense de, Fatma hanım daha hızlı davranıp sessizliği bozan kişi oldu, hem sessizliğe bulunacak isim için en doğru referans da kendisiydi! Herkes pürdikkat onu dinliyordu, konuşmaya güçlü bir insan görüntüsü sergileyerek başladı. Doktor ile yaptığı konuşmayı ve hastalığın hangi evrede olduğuyla devam ederken, odada ki kasvetin biraz daha dağıldığını yüzlerden yansıyan mimiklerde görebiliyordu ve bu durum onu daha da rahat olması için teşvik ediyordu. Rauf bey konuşmaya dahil oldu, bugüne kadar eşine karşı her zaman yardımcı ve kibar olan Rauf bey, bu durum itibariyle artık bunun, elinin sıcak sudan soğuk suya girmeyeceği bir hal alacağını söyleyerek sürdürdü. İlksen daha yakın bir ev tutarız sana daha çok gelir giderim diyerek suyun sıcaklığı soğukluğundansa artık dinlen her şeyi biz yaparız diyerek sanki bir açık artırmada eşsiz bir eserin değerini yükseltiyordu. Gerçek değerini bulsun diye yapılan son artırmada Nur’dan gelmişti kimsenin itiraz etmesine müsaade etmeyecek bir kararlılıkla; Anne, okulumu donduruyorum çalıştığım kurumdan da istifa ederek hemen Ankara’ya geliyorum diyerek. Artık herkes ne yapacağını bilse de nasıl yapacağını bilmiyordu! Öyle ya düşman belli olmuş, müttefikler bir araya gelmiş, bir tek görev bölüşümü yapılacaktı! Baba, her türlü savunmayı üstlenen savaş bakanı! İlksen, uzakta da olsa hastalığın takip ve hastane işlemlerini kontrol edecek olan dış işleri bakanı! Nur ise, en yakından annesini gözlemleyerek gerekli tedbirleri alarak uygulayacak olan sağlık bakanı olarak bölüşümde yer alacaktı. Fatma hanım ise kötü bir sebepten de olsa, ailesini bir araya toplayan başbakandı! Günler artık daha kalabalık geçiyordu, hemen her gün İlksen’in de katılımıyla. Daha güzeli ise bir arada bugüne kadar ya hiç yapılmamış ya da birkaç defa yapılmış aktivitelerin verdiği mutluluk dolu vakitlerdi. Bunlardan bir tanesi de Gençlik parkına giderek yaptıkları piknikti. Hazırlıklar evde yapılmış, herkes koluna bir sepet takarak çokta yakın olmayan evlerinden oraya kadar yürüyerek ve şen şakrak sohbet ile gelmişlerdi. Piknik masası hazırlanırken Nur, annesin koluna girerek gölün etrafında yürümeye başlamışlardı, bir defa daha bu kıyıya geldiğinde aynı şeyleri farklı insanlarla tecrübe edeceğini bilmeden! Hayat akışına uydurmuştu herkesi ve her şeyi! Ara ara ani hastaneye gidişler olsa da, herkes her şeyi kabullenmişti. Akacak suyun yolunu bulması gibiydi, bir toplama kampında onca acı ve eziyete rağmen kendilerine ait mutluluk dolu bir atmosferi oluşturmuşlar gibiydiler! Hastalık her gün daha da ilerlese de, kimse kalan hayatlarını daha fazla zehir etmesine izin vermiyorlardı. Kaçınılmaz son nasılsa gelecekti! Görmezden gelerek sorunu reddetmek değildi bu davranışları, sadece acı sona giden yola mutluluk taşları döşemekti. Bir gün Nur, içten içe acı, gözlerinde ise hüzün dolu bakışlarla annesine bakarken Fatma hanımın ona seslendiğini fark etmedi! -Nur, Nuur , kızım sana diyorum duymuyormusun? -Ah özür dilerim annecim, dalmışım duymadım! Efendim bir şey mi diyeceksin? -Kızım bak, hepimiz durumumuzun farkındayız ve bunu öyle ya da böyle kabul ettik! Bu durumu daha da acı hale getirmeyelim lütfen derken çok kuvvetli bir karakter sergilemişti. Sesinde en ufak bir titreme, yüzünde korku veya acıdan eser olmayan güçlü bir kadın vardı, acılarından daha da kuvvetlenen! -Nur, elimde değil bir gün bir arada olamayacağız bunu düşünmeden edemiyorum diyerek gözyaşlarına boğuldu. Fatma hanım, annelik özelliği gereği kızının yanına gitti ellerini öptükten sonra sıkıca sarılarak kızına, -Sen iki tavşan hikayesini biliyormusun diye sordu, az önce ki güçlü kadına merhamet dolu bir ses dublajı ile! Nur sadece başını iki yana sallayabildi hayır anlamında hıçkırıklarla dolu tüm çaresizliğiyle! Fatma hanım, narin bir şekilde okşadığı kızının başını göğsüne bastırırken derin bir nefes çekmişti, tıpkı doğduktan sonra ilk kucağına aldığında ki gibi ve göğsünde ki kızının saçlarını okşarken bir yandan da anlatmaya başladı; Küçük bir adada iki tavşan yaşarmış mutlu, mesut, herhangi bir yiyecek sıkıntısı olmadan tüm tehlikelerden uzak bir halde. Günler günleri bu şekilde mutlulukla takip ediyordu, ta ki bir akşam erkek tavşanın çokta uzak olmayan bir başka karada gördüğü ışıkları ve sesleri merak etmesine kadar! Artık her akşam sahilde ki aynı yere gidiyor ve saatlerce karşıdan gelen sesleri dinliyor, ışıkları seyrediyor ve türlü hayaller kuruyordu. Eski halinden pek eser yoktu, her ne kadar gizlemeye çalışsa da dişi tavşan bunu fark etmiş ve bir gün geçer diye beklemişti. Ama artık durum daha da vahim hale gelmişti, erkek tavşan gündüzleri de gitmeye başlamış ve üzerine düşen görevleri ihmal etmeye başlamıştı. Bu duruma üzülen dişi tavşan artık konuşma zamanının geldiğini anlamış ve sorma gereği duymuştu; -Sevgilim söyler misin lütfen neden bu kadar düşüncelisin? İstediği cevabı alamasa da karşı tarafın sessizliğini kabul etmeyerek tekrar sordu, lütfen mutluluğumuzu bu kadar etkileyen şeyin ne olduğunu öğrenmek ve mümkünse beraber üstesinden gelmek istiyorum dese de erkek tavşan nasıl söyleyeceğini bilmeyen bir tavırla konuşmaya başladı. -Sevgilim karşı kıyıda yaşanılanları, orada yaşayabileceklerimizin bizi daha mutlu edebileceği ihtimalini hiç mi merak etmiyorsun? -İyi ama burada yeterince mutluyuz, neden merak edeyim veya başka bir şey isteyeyim ki! Seni mutlu etmeyen ne var ki sen böyle bir şey istiyorsun? -Seninle çok mutluyum ama merakıma da yenik düşüyor ve düşünmeden edemiyorum diyerek şimdilik konuşmayı ve merakını sonlandırmış gibi davrandı! Ta ki, kumsalda yine tüm işlerini aksatmış ve karşı kıyıya dalgın ve üzgün bakarken eşine yakalanıp, artık saklanacak bir hal olmadığını görünce kuvvetli bir şekilde; ne olur aşkım bir defa gidelim oraya, eğer mutlu olmazsak geri döneriz bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatırız ve kaldığımız yerden mutlu hayatımıza devam ederiz, söz veriyorum sana diyene kadar! Eşi artık bu durumun kaçınılmaz olduğunu hissedince, peki ama karşıya nasıl geçeceğiz ki, herhangi bir aracımız olmadığı gibi yüzmeyi de bilmiyoruz ayrıca biz tavşanlar suyu da hiç sevmeyiz diyerek belki bir ihtimal de olsa vazgeçirebilirim düşüncesi ile son kozunu oynadı! Erkek tavşan, araca gerek yok birkaç gün yüzme antrenmanı yaptıktan sonra denizin en sakin olduğu günlerin birinde yüzerek karşıya geçeriz cevabını vererek son ihtimali de iki kıyı arasında ki suya gömmüş oldu! Devam eden günlerde işlerden arta kalan zamanlarda sahile giderek, yüzme ve izleyecekleri stratejiyi çalışarak geçirdiler. Artık hazırız dedikleri günün birkaç gün sonrasında o adada yaşadıkları onuncu yılın seneyi devriyesinin akşamı sahile gelerek son hazırlıkları yaptılar ve el ele tutuşarak suya girdiler. Erkek tavşan önde eşi arkada olarak bir süre yüzdüler, her şey yolunda gibi görünse de dişi tavşanın içinde kötü bir şey olacağının hissi büyükçe bir yer kaplıyordu! küçük bir dalga gelip biraz sendelenmelerine yol açsa da kimse bir şey demeden yollarına devam ettiler, bir başka dalga ve sonra bir tane daha derken bir defasında elleri birbirinden ayrıldı ve tekrar çok zorlanarak birleşti. Artık her ikisi de yaptıkları işin imkansız ve arık geri dönüşü olmayan bir girişim olduğunu anlasalar da devam ettiler çok daha büyük bir dalga ile ayrılana dek. Artık aralarında koca koca dalgalar vardı ve birbirlerini göremiyorlardı. Dişi tavşan seslendi; ben sana demiştim bu iş bize mutluluk getirmeyecek bak getirmediği gibi elimizde olanı da aldı ve bizi birbirimizden de ayıracak! Erkek tavşan ise yaptıklarının tamamının hata olduğunu ve tüm mutluluğunun sevdiğiyle beraber yok olmasını seyretmenin acısıyla biraz geç olsa da yüzleşmişti ama yapacak hiçbir şey olmadığının da farkındaydı! Son bir heyecan ile eşine seslendi ‘’ aşkım bu dalgalar bizi ayıracak belki ama unutma BİZ BERABERDİK ve MUTLUYDUK ‘’ ve sonra bir dalganın altında uykuya dalmak için çok derinlere gitti! Aynı dalganın şiddeti ise dişi tavşanı karaya doğru sürüklemişti! Artık hayat dişi tavşan için iki kişilik hatıralarla yaşanıyordu! Her akşam o sahile inip eşi ile ilgili güzel anları hatırlarken hiç görmediği ama eşini ondan alan karşı kıyıya lanetler ederek! Fatma hanım işte kızım bizim hikayemiz de bu olsun! Bugün varız yarın yokuz! Olduğumuz günlerin mutlu anlarını hatırlayarak ‘’ BİZ BERABERDİK ve MUTLUYDUK ‘’ diyelim ve kalanlar hayatlarına devam etsinler diyerek kızının saçlarını bir kez daha koklayarak öptü. Artık Nur daha sakin ve hazırdı olanlara ve geleceğe karşı! Bu hazır olma durumu, teorik bilgiler ile donanmış bir öğrencinin vakti geldiğinde bu bilgileri pratiğine nasıl yansıtacağının muallaklığı içinde olsa da Nur her şeye artık hazırdı, Ölüme bile! Uykunun unutulduğu gecelerden bir tanesiydi yine! tek farkı Fatma hanım yoğun bakımda diğerleri ise yorgun bakışlarla ünitenin önünde olmasıydı. Hastalık son evresine gelmişti, doktorun biçtiği altı ay sürenin üzerinden de bir altı ay geçmişti ve kaçınılmaz son için geri sayım saati alacaklı hâlde çalışıyordu! Doktor Metin, odadan çıktığında yorgunluğu umursamayan üç yürek ona doğru yürüdü, herkesin gördüğüydü yürümek! Oysa onlar koşar adımlarla gelmiştiler! zaman, zaman içindeydi sanki aynı anda farklı işleyen! Doktor, artık duadan başka yapabilecek bir şey olmadığını ve metin olmak gerektiğini söylemişti. O sırada camdan bakan Nur annesinin ona anlattığı hikâyede ki erkek tavşan gibi el salladığını hissettiğinde bağlı makineden uzun sinyal sesi gelmeye başlamıştı bile! Evet artık arda kalanlar, hayata devam edecektiler artakalan her şeyleriyle! Cenaze, ertesi gün çok kimse beklenmeden defnedildi. Seveni ne çokmuş dedirtmişti herkese! Eski hastalarından tutun da, yirmi sene önce oturdukları sokağın bakkalının oğlu bile gelmişti. Yüksek ateşle kapılarına gelen bakkal Rüstem amcanın oğlu Yuşa’ya yaptığı müdahalesi hastaneye varmadan önce yaşaması muhtemel bir havaleyi önlemişti belki de! Bu bir minnet mi yoksa sevgi ifadesimiydi bilinmez olsa da, yeni bir birliktelikten doğabilecek bir hayatın kıvılcımını da yakmış gibiydi! Nur, gelenlere dikkat edebilecek bir durumda değildi. Ağlamaktan neredeyse kapanacak hâle gelmiş gözleri dünyayı görmesini engelliyor gibiydi. O yüzden kendisine başsağlığı dileyen Yuşa’nın ne sesini duyabildi, ne de yüzünü görebildi! Oysa Yuşa onca acıya ve kapalı olmasına rağmen çok şey görmüştü, bir süre elini bırakamadığı Nur’un o güzel elâ gözlerinde! Yuşa yirmi beş yaşında 185 cm’lik boyuna uygun kiloya sahip, elektronik mühendisliği okuyan yakışıklı bir gençti. Talipleri olmasına rağmen hiç kimseye ne umut vermiş ne de evliliği düşünmüştü. Ta ki çocukken evcilik oynadığı Nur’un gözlerinde o yılları tekrar hatırlayana kadar! Evet Nur ile yıllar sonra yaşadığı göz teması, derinlerde bir yerde kalmış olan çocukluk aşkını tekrar hatırlatmıştı ona! Öyle ya her evcilik oyununda Nur hemşire oluyor ve hasta olan Yuşa’ya iğne yaparak tedavi ediyordu. Sadece bir oyunlarında karı koca olmuştular, Derda’yı da çocukları yaparak! O gün herkes için basit bir çocuk oyunu olan bu etkinlik bugün Yuşa için farklı bir düşünce geliştirmişti. Evlenmeyi düşünmese de, hayalini kurduğu bir aşk ve onu doyasıya yaşayacağı bir kadının hayali her zaman vardı ve o güzel elâ gözler “tamam artık arama o kadın benim” demişti Yuşa’nın kalbinden aklına ışık hızında bir yolculukla! Yuşa hemen her gün bir bahane ile Rauf beyi arıyor, bir ihtiyaçlarının olmadığını soruyordu. Oysa cenaze defin işlemi üzerinden daha üç gün bile geçmemiş olmasına rağmen Yuşa tam yedi kez Rauf beyi aramıştı. En son aramasında ise Rauf bey arayan kimliğini görünce telefonu açmak istemedi ve kızım şu telefona sen bak artık,bu çocuk da her gün arıyor yeter bıktım dedi. Arayanın kim, konunun da ne olduğunu bilmeden telefonu, efendim diyerek Nur açtı üzüntüsü ağzından bir alev gibi çıkarcasına! Yuşa telefondan gelen sesi duyunca lâl olmuş gibi hissetti dilini! Günlerin uğraşısı amacına ulaşmış ama yaşadığı mutluluğu ifade etmesine dili mâni oluyordu. Kendini topladığı an konuşmaya başladı. Merhaba Nur, tekrar basın sağolsun, sabırlar diliyorum dediyse de, Nur'dan bir azar işitti! Siz kimsiniz ve nedir bu samimiyet diyerek! Yuşa heyecanına bir de yediği azar eklenince ne diyeceğini bilemedi, Nur azara devam edecekti ki babası araya girerek durumu düzeltti ve Yuşa'yı Nur'a hatırlattı da herkes normale dönebildi. Yuşa'yı hatırlayan Nur, yaptığı için burukluk hissetse de, çocukluk günlerini hatırlayarak içinden oh olsun çocukken de hep benim dediğim olurdu zaten demeyi de ihmal etmedi. Yuşa düzgün bir şekilde önce kendini tanıtsan bunlar başına gelmezdi, bir daha ki sefere daha dikkatli davranırsın umarım dedi. Yuşa bir daha ki sefer kısmında kalmıştı, azarlar umurunda değildi önemli olan bir daha ki seferdi onun için. Yuşa için geçmek bilmeyen günler günleri kovalamıştı ve hala bir bahane bulamamıştı Nur ile konuşmak için. Aradığı fırsat ise kendiliğinden gelmişti! Rauf bey evde yalnız kalan kızının korkusunu yenmesi için kamera sistemi kurdurmak istedi ama bu konular ile ilgili hiçbir bilgisi de yoktu. Bir kaç yere sorduğu fiyat ve detaylar kafasını iyice karıştırmış ve içinden çıkamayacağı hali daha derinleştirmişti. Bir akşam kızlar ile konuşurlarken sohbet bu konuya gelmiş ve ne yapacaklarını sanki çaresi hiç yokmuş gibi kara kara düşünüyorlardı. Baba durumu özetlemeye ve içinden çıkmadığını anlatmaya çalışırken, İlksen araya girerek; yahu babacım düşündüğün şeye bak! Yuşa ne güne duruyor çağırsana halletsin her şeyi dedi ve hınzır dolu bakışlarla da Nur’a baktı alttan alta gülümseyerek! Bak bu neden aklıma gelmedi daha önce diyerek hayıflansa da , ilk işim sabaha onu aramak olacak dedi. Oysa İlksen’in hınzırlığı devam ediyordu, aman baba sen uğraşıyorsun Nur arasın ve tam olarak anlatsın neye ihtiyacı olduğunu, hem ondan daha iyi kim bilecek bu eve yapılması gerekeni diyerek. Nur bir defa daha, dertleşmek için anlattığı bir konu yüzünden kendisini pişman eden ablasına kızgın bakışlar yollasa da görev ona çoktan babası tarafından, tamam kızım ablanın dediği gibi yarın sabah ara çocuğu kahvaltıya çağır hem konuyu sorarız hem de cenaze zamanı bizimle ilgilendiği için de ayrıca teşekkür ederiz emrivakisi ile tevdi edilmişti. Nur biraz sıkkın gibi görünse de bir yandan da, yıllara sonra Yuşa ile yan yana gelmenin heyecanını hissediyordu! Bu heyecan çocukluk arkadaşını görecek olmanın ötesinde, ablasını hınzırlığının ona verdiği bir duyguydu! Öyle ya ablası ikisini de tanıyordu ve Yuşa’nın cenaze zamanı davranışlarını gözlemlemişti. Artık sabahı beklemek kalıyordu, kendisinin ve Yuşa’nın davranışları ile ilgili gerçeği görebilmek için. O gece sabah olmayacak gibiydi! Gece daha karanlık, uyku en derin kuyuya düşmüş, düşünceleri ise; ne giysem, giderken çiçek alsam mı, kahvaltıya giderken çiçek uygun olur mu gibi daldan dala atlıyordu Yuşa için! Her ne olursa olsun, hangi gece sabaha kavuşmamış ki? Türlü düşünceler arasında uykuya dalmış olan şaşkın aşık, gözlerini istemeyerek açtığında rüyasında gördüğü Nur’un sesi ile uyanmış gibi hissetti! Görünen artık her şey yerli yerine oturuyordu aşk adına Yuşa için, su bir defa akarken yolunu bulacakmıydı yaşayacak ve görecekti. Yuşa kim ne düşünürse düşünsün diyerek, ortasında bir adet kırmızı gelincik olan yirmi adet papatya almıştı. Nur papatyaları çok severdi Yuşa’da gelinciği! Çocukken beraber çiçek toplarlarken Nur papatya demeti yapar, Yuşa’da o demetin ortasına koysun diye bir tane en kırmızısından bir gelincik koparırdı. Bilinçli bir istek mi yoksa çocukça bir aşkın nedenimiydi bilinmez ama Yuşa için bu durum severek yaptığı bir etkinlik oluyordu. Yirmi adet papatya aradan geçen yılların sayısını , bir adet gelincik ise Nur’un, hala Yuşa için en sevilen olduğunu hatırlatıyordu. Köşede ki fırından aldığı simit, tahinli çörek ve dumanı üzerinde ki çıtır ekmekler ile kapının zilini zor çalabildi Yuşa,sanki misafirliğe değil de kırk yıllık evine gider gibiydi. Kapıyı Nur açtı, karşısında sevdiği onca şeyi bir arada görmenin içten heyecanını, dışa yansıtmayan bir tavırla, hoşgeldin diyerek Yuşa’nın elindekilerden sadece çiçeği ve simitleri almıştı! Yuşa kapı ağzında şaşkın hâlde beklerken Rauf bey, gelsene oğlum neden bekliyorsun kapıda diye seslendi. Yuşa, elindekileri masaya bırakarak, elini öptüğü Rauf beye ve mutfak kapısında duran İlksen'e hâl hatır sorarak ilk bulduğu yere oturdu. Nur ise çiçekler ve simitlerden mi yoksa Yuşa’dan dolayı mıdır bilemediği bir mutluluk ile ortalıkta yoktu! Özenle hazırlanmış masa etrafında toplanınca herkes Rauf bey afiyet olsun diyerek başladı kahvaltı. Yuşa, masanın kısa kenarında oturan Rauf beyin karşısına diğer uca, Nur sağında,İlksen ise solunda oturuyordu. Rauf beyin bir şeyler anlattığını duymuyordu çünkü aynı an içinde başka bir alemde geziyordu! Nur ile evli olduğu,Pazar günü yapılan bir aile kahvaltısında oturuyordu! Tüm neşesiyle uyandığı sabahın,ilk işi olarak sevdiği kadını öperek uyandırıyor ve duşa girmeden çaydanlığı ocağın üzerine koyuyordu. Sonra Rauf beyi uyandıran sevdiğinin sesi ile daha bir neşe alan günü masa başında babalarından kaçamak aşk dolu bakışlarla genişliyordu. Birbirlerine ekmek verirken dokunan elleri ne çok sevdiklerinin elektriğini iletiyordu birbirlerine! Çünkü eller vücudun diplomatlarıdır, söze gerek duymaksızın duygu aktarımı yapabilen! Tam o arada Nur ekmek istermisin diye soruyordu ki, Yuşa lütfen canım bir dilim dedi! Rauf bey, İlksen ve Nur’un garip bakışları arasında! Rüya ve gerçek karışmıştı, Yuşa için. Yuşa mahcubiyetini nasıl kapatacağını düşünürken Rauf bey bir şey duymamış gibi davranarak, Yuşa’yı neden çağırdıklarını tekrar anlattı. Rauf bey de bir şeylerin farkındaydı Yuşa’nın yakın ilgisinden dolayı! Ayrıca Yuşa iyi bir çocuktu, bir damat için aranacak özelliklerin bir çoğuna da sahipti! Nur ise babasının görmezden geldiği dalgınlık için mutlu olsa da henüz evliliği düşünmüyordu, ayrıca annesi daha yeni vefat etmişti. İlksen ise günlerdir Nur’a söylediklerinde haklı çıkmanın ve de Yuşa ile Nur’un birbirine yakışacak olmasının gururunu yaşıyordu. Yuşa ise köyden gelmiş bir çocuk gibi al yanakları ile bir yandan Rauf beyi dinliyor, diğer yandan da Nur’a yaptığı kaçamak bakışlarla tepkisini ve düşüncesini anlamaya çalışıyordu! İstediği cevabı da almış gibiydi, Nur’un çocukken de yaptığı o hınzır gülüş ile! Rauf bey konuşmasını bitirmiş ve Yuşa’ya cevap bekleyen bir ifade ile bakıyordu. Yuşa bu defa hazırlıklıydı! Nur’dan bakışlarını çekmiş ve Rauf beye çoktan çevirmişti. Evet efendim dediklerinizi kolaylıkla yapabiliriz,sadece malzemeyi alalım yeterli. Bunun içinde ben gerekli malzeme listesini çıkartırım ve toptancılardan alırım dedi düşünceli bir yüz hali ile! Rauf bey hayrola bir şey mi var diye sorunca nasıl diyeceğini bilemeyen bir tavırla, arabam tamirden henüz çıkmadı yakın bir zamanda da çıkmayacak,onca malzemeyi tek başıma nasıl getiririm demişti ki, İlksen’in Nur’da seninle gelsin hem onun için de iyi olacaktır ve de alınacak malzemeleri de yerinde görür demişti yine inceden bir hınzır gülüş ile. Yuşa için ‘’körün istediği bir göz , al sana iki göz olmuştu’’ Rauf bey tamam o halde gerekli parayı Nur’a veririm aranızda hangi gün gideceğinizi kararlaştırın demişti. Yuşa içten içe bir sevinçle Nur’a bakmış ve kendisininkine yakın olmasa da onda da biraz heyecan sezmişti! Öyle ya her şey kaderin hükmü altında olsa da,bazen kadere yardımcı olmak lazımdı, İlksen’in yaptığı gibi! teşekkür borcunun arttığını bilen Yuşa, İlksen’e minnet dolu bir bakış gönderdi.
·
1.576 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.