Gönderi

İnsanın Kur'an-ı Kerim'de geçen 7 zayıf noktası
1- İnsan Çok Zâlim ve Câhildir Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar, bunu yüklenmek­ten çekindiler, (mes’ûliyetinden) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o, çok zâlim (ve) çok câhildir.” (el-Ahzâb, 72) Âyet-i kerîmede geçen “emânet” umûmiyetle insanın Rabbine karşı mes’ûliyetini yâni dînî emirleri yerine getirmekle mükellef olmasını ifâde eder. İnsan bu emâneti “akıl” ve bunu kullanma kâbiliyeti olan “irâde” melekesiyle îfâ edecektir. Sâdece insana tevdî edilen bu emânet, onu diğer bütün mahlûkâttan ayıran vasıftır. İnsanın dünya hayatında imtihâna tâbî tutulması da, bu emânetin kendisine tevdî edilmesi sebebiyledir. Âyet-i kerîmede emânetin yerlere, göklere ve dağlara teklif edilmesi, onların da bu teklîfi reddetmesi, cemâdât olarak bildiğimiz varlıkların bile emânetin mükellefiyetinin ağırlığını fark edebilecek bir şuura sâhip olduğunu göstermektedir. “Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik Allâh korkusundan onu baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misâlleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.” (el- Haşr, 21) âyet-i kerîmesinden de anlaşıldığı gibi cemâdâttan olan dağlar bile ilâhî emirlere karşı hissî ve fiilî aksülamellerde bulunabilecek varlıklardır. Cenâb-ı Hak, insanın çok zâlim ve çok câhil olduğu için mes’ûliyetten korkmadığını ve “emânet”i yüklendiğini bildiriyor. Zulmün zıddı “adl”dir. Adl, aynı zamanda amel-i sâlih mânâsında kullanıldığından, zulme düşmemek için bolca sâlih amel işlemeye gayret etmek gerekmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Asr Sûresi’nde insanın hüsrandan kurtulması için sâlih amel sâhibi olmasının zarûretinden bahseder. Cehlin zıddı ise “ilim”dir. İlim de zâhirî ve bâtınî olmak üzere iki çeşittir. İmâm Gazâlî -kuddise sirruh-, hakîkî ilmin bu iki çeşit ilmi cem etmeye bağlı olduğunu şu şekilde ifâde etmektedir: “Hakîkî âlimler, yâni peygamber vârisleri, zâhirî ve bâtınî ilimleri cem eden âlimlerdir!” Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur: “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibâdet eden, âhiret azâbından sakınan ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir? (Rasûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak selîm akıl sâhipleri ibret ve öğüt alır.” (ez-Zümer, 9) Zemahşerî, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle der: “Allâh Teâlâ bilenler ifâdesiyle tâat ve ibâdet eden kimseleri, bilmeyenler ifâdesiyle de böyle olmayan kimseleri kasdetmiştir. Böylece kânitleri, yâni tâat ve ibâdet edenleri âlimler saymıştır ki bununla, ameli olmayanın gerçek âlim olmayacağına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla bu âyette ilimleri az olup sonra da itaat ve ibâdette bulunmayan, hem de o ilimlerine aldanarak dünya husûsunda fitneye düşen kimseler için büyük bir ayıplama vardır. O hâlde bunlar Allâh katında câhil kimselerdir.” (Keşşâf, V, 156) Âyet-i kerîmeler muktezâsınca, “amel-i sâlih” sâhibi olup zâhirî ve bâtınî ilmimizi irfâna dönüştürebildiğimiz nisbette “zalûm” ve “cehûl” sıfatlarından kurtulmuş oluruz. Yâni bu mânevî hastalıkları tedâvî etmek için ilmî sermâyenin yanında kalbî sermâye de lüzumludur. Ayrıca yukarıdaki âyet-i kerîmelerde Allâh -celle celâlühû-, insanın, ilâhî esrâr ve azametten gâfil olarak yaşaması netîcesinde dûçâr olacağı bedbahtlığı da bildirmektedir. Mesnevî şârihi Tâhiru’l-Mevlevî, insanın yüklendiği bu mes’ûliyetin ağırlığını şöyle dile getirir: Eli boş gidilmez gidilen yere; Rabbim, boş gelmedim ben suç getirdim!.. Dağlar çekemezken o ağır yükü; İki kat sırtımda pek güç getirdim!.. 2- İnsan Acelecidir Allâh Teâlâ insan psikolojisinin bu husûsiyetini şöyle beyân buyurmaktadır: “İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır…” (el-Enbiyâ, 37) “İnsan, hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan çok acelecidir!” (el-İsrâ, 11) İnsan hayrı istediği gibi, şerri de ister ve yaptıkları ile onu dâvet eder. Bunun sebebi insanın pek aceleci olmasıdır. Sabır ve tahammül zor geldiği için sonra olacak şeyin vaktinden önce hemen olmasını taleb eder. Bu davranış ise zaman zaman istenmeyen bir netice ile sonuçlanır. Nitekim Mecelle’de: “Kim bir şeyi vaktinden evvel isti’câl eyler ise mahrûmiyetle cezâlandırılır.” Yâni bir şeyin vaktinden önce acele olarak gerçekleşmesini isteyen kimse, o şeyden mahrum edilmek sûretiyle cezaya dûçar kılınır, denilmiştir. İnsanın aceleci vasfının bir tezâhürü de onun kolay elde etme iştihâsında olmasıdır. Zîrâ o âhiret saâdetini, dünyada yaşamak ister. Bu sebeple insanların birçoğu âhireti bırakır da dünyaya meyleder. O büyük âhiret mükâfâtına ehemmiyet vermediği gibi o acıklı azâbı da düşünmez. Aceleciliğinden dolayı hayır ve şerri birbirinden ayırmadığı için âkıbetini hesâba katmaz. Âyet-i kerîmede insanın bu aldanışı şöyle beyân buyrulur: كَلاَّ بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَتَذَرُونَ اْلآخِرَةَ “Hayır! Doğrusu siz âcil olan dünya hayatını seviyorsunuz ve âhireti bırakıyorsunuz.” (el-Kıyâme, 20-21) Gerçekten insan, öfkelendiği, bir sıkıntıya düştüğü ve güçlüklerle karşılaştığı zaman, muhâtaplarına çok ko­laylıkla bedduâ edebilmektedir. Hâlbuki bu zor ve güç durumlardan sabır ve me­tânetle kurtulmaya çalışmak gerekir. Ancak aceleci yapısı ile insan, böyle durum­larda ümitsiz ve kötümser bir hâlet-i rûhiye içinde, bâzen de teessürünün çokluğundan: “Allâh’ım, cânımı al da, beni bu sıkıntıdan kurtar!” gibi sözlerle kendisi için bedduâ eder ki, bunlar aslâ doğru değildir. Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır: “Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son derece zayıflamış bir hastayı ziyâret etti ve: «–Allâh’a bir şey için duâ ediyor muydun veyâ O’ndan bir şey istiyor muydun?» diye sordu. Hasta şöyle cevap verdi: «–Evet. Allâh’ım! Bana âhirette vereceğin cezayı bu dünyada hemen peşin olarak ver, diye duâ ederdim.» Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: «–Sübhânallâh! Senin buna gücün yetmez. Şöyle duâ etseydin olmaz mıydı?: Allâh’ım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından koru!» Bunun üzerine adam bu duâyı yaptı ve şifâ buldu.” (Müslim, Zikir, 23/2688; Tirmizî, Deavât, 71/3487) Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîslerinde şöyle buyurmuştur: “Başına bir musîbet geldi diye hiçbiriniz ölümü temennî etmesin. Mutlaka böyle bir şey temennî etmek zorunda kalırsa: «Allâh’ım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür.» desin.” (Buhârî, Merdâ, 19; Deavât, 30; Müslim, Zikir, 10, 13) Bundan dolayı mü’minler, bedduâ etmemeli, sabır ve ihtiyat ile hayra nâil olmak için duâ etmeli, faydalı hizmetleri yapmaya çalışıp hayra dâvet etmelidir. Âyet-i kerîmede tavsiye buyrulduğu üzere: “…Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından muhâfaza eyle.” (el-Bakara, 201) diye niyazda bulunmalıdır.
··
445 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.