Gönderi

Kefaret Yokuşu
#175606166 — "Çünkü ben sana bunları yazarken ne yöne bakacağımı bilemez gibiyim. Hoşça kal." 22.01.1997 "Oldum olası hiç başlık seçemedim. Bu metne uygun başlık da bulamadım. Dolayısıyla metni de yazamadım. Belki bazen ne olacağını bilmemek başlamak için güzel bir noktadır. Sevgiler." 21.09.1999 "Mosmor bir mutsuzluk bakışım." 10.04.2000 "Bazen bazı kelimelere rast geliyorum. (Belki sen bile sanıyorum.) Sormak istediğim şeyler var ve hatta özür dilemem gereken. Eğer hâlâ aynı gökyüzünün altında ölüyorsan seninle konuşmak isterim." 04.06.2000 Ben bu unutulmuş notlara, zorunlu bir aile ziyaretlerinden kaçışın tavan arasında rastladım. Sonra kaçışımı hafif bir tempodan deparlı bir dizilime evirirken, ayağımın dibindeki ucuz kilit taşlarının karolarını saydım. Sayarak zihnimde bir yeniden dokunduğum zemin de olmasa, ellerimi kanatırcasına sürüdüğüm duvarın pürüzlü dokusu da olmasa, uçuyorum sanacaktım, uçuyorum. Bir sancı gövermişti sırtımda, ardımın kanat boşluklarını yoklamıştım. Bu ağrı bir cümle silsilesi için biliyordum, hâlâ taşları sayıyordum, ucuz. Geç kalan yeni başlangıçların ilk harfini bulurum sanıyordum. İçimde uyanmıştı; sayfanın başına “Sana, zamansız bir mekândan yazıyorum”u çakma isteği. Yapmadım. Sözcüklerimi yitirmiştim. (Kasıtlı olarak denize atmıştım onları.) Dervişin biri hatalarını hep altmış birle ödermiş. Bulsam onu, sorsam ona kefareti olur muydu yarım kalanın da? Kırılan kanattan sandığım o boşluk, sırtımdaki yüklerin kesiği mi? Taşları sayıyorum, hiç taş yok, hepsi ucuz. Bilincim yok, herkesin başka zamanlara ait olduğunun bilincindeyim. Yokuşları aşağı doğru çıkıyorum, taşlar ayağıma değiyor, hiç taş yok. Düştüm, bir. Biliyorum, herkes bir başka yürüyor yolları, bu şehrin insanları kadar sokak var, her insan bir sokak. Neden en ucuz yalanları ben giyindim? Taşlar var, iki. Kimileri yavaş iniyor bu yolları, onlar daha çok yaşıyor, uçtukça uzaklaşıyor kuş, üç. Güneş batarken göğü kırmızıya boyar, dört. Daha yavaş batarsa daha yavaş boyar, dört buçuk. Daha yavaş batarsa daha çok kırmızı, beş. Taşlar da ayaklarımı sayıyorlar mı? Karıncalara basarsam Allah beni kırmızıya boyar mı? Ne şanslıyım, ya karıncaları saymak zorunda kalsaydım. Çok şanslıyım kalbim bir taş değil, altı. Büyümezmiş ölü çocuklar, yedi. Kalbim çok güzel boyar taşları, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki. Yürüyorum, rüyada gibiyim. Çizgili yüzlerin esareti var bende, hayat benim sırtımdaki bir kambur. Nefes değil, bir yudum kahırlı tuz bu genzimdeki, on üç. Yutkundukça düğümlenen tükenmez hıçkırıklar birikiyor boğazımda, on dört, on beş. Kaldırımlar dolanıyor ayağıma. Zaten kirli sokaklardı esaretim. Değdi işte yüreğim özgürlüğü yırtan tellere, bir uslanmaz kader bu zamanın tükettiği. Takâtim çamura bulanan ayakkabı bağcığı artık, on altı. Ne güzel hayaller kurardım çocukken büyümeye dair, on yedi. Yaşamımın böylesine ellerimde ve böylesine dokunulmaz oluşunu anlayamıyorum. “Fikirlerimiz onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimle”ymiş. Yoksa ben bir boşluk muyum artık? Güllerin dikenlerini öpüyorum. On sekiz. Ölenlerin doğum günü nasıl kutlanır hiç bilmiyorum. Abim yaşasaydı bu yaşta olacaktı, on dokuz. Sokaklar çok aydınlık, bu şehir hep aydınlık. Sesler hep gür, insanlar hep güzel. Ve her şey materyal. Manevi bir aydınlığın ince sesini duyar gibi oluyorum, sonra araya bu şehir giriyor. Ayaklarım sızlamaya başladı, yirmi. Yokuş bana çıkıyor, ben ona inemiyorum. Hava kararıyor, korkuyorum, çünkü bu saatlerde hep korkulur. Korkuyorum. Yirmi bir. Hâlâ aynı sapakları geçemedim, adımlarım bir labirent yaratıyor, yirmi iki. Mekân istemiyorum, zincirleri kapının eşiğinde bırakıp, yalın ayak girmek istiyorum yeni ve eşsiz meclislere, yirmi üç, yirmi dört, yirmi beş. Geçenlerde yeni bir mumluk almış, yüreğimin aleviyle yakmıştım onu. Ona tüm can sıkıntılarımı üflemiştim, tüm cevap veremeyişlerimi. Onunla kül etmiştim yine de tüm uzun mektupları. Ne kadar büyük bir taş, yirmi altı. Kendimi bir kalbura koymuş, tüm gücümle abanmıştım. Ilık ılık akmak istemiştim, delik delik bölünmek, ufalmak istemiştim, yirmi yedi, yirmi sekiz, yirmi dokuz, otuz, otuz bir, otuz iki. Taşlaşmışım. Otuz üç, otuz dört, otuz beş, otuz altı, otuz yedi, otuz sekiz, otuz dokuz, kırk. Babaannem yaşasaydı okur üflerdi beni, kırk bir. Çok kalabalığım biliyorum. Ve çok şey istiyorum, fazlasıyla şimdiki zaman kipi kullanıyorum, kırk iki, kırk üç, kırk dört. Çünkü bu ân'da var olmak istiyorum, kırk beş. En uzak gün, yine dün. Yarın bir düşten fazlası değil. Dün, eski bir takvim yaprağı. Yarın, bir delikanlı rüyası, kırk altı. Akış değişiyor. Başımı kaldırarak yürüyorum artık, omuzlarım geride, dik dik bakıyorum. Kaşlarım zaten kalın, iyice üzerine gölgeler düşürecek çizgileri alnımdan düşürüyorum, ateş çıkıyor gözlerimden, öfke mi bu? Kırk yedi. İçim öyle bir fırın ki, attığım üzüntüleri öğütüp öfke eliyor. "Gönül bir yel değirmenidir sevda öğütür." Hayır, bu değil. Kırk sekiz, kırk dokuz, elli. Hâlâ ne yanıt vereceğimi bilemiyorum, ben ancak sayıları usumda tutabiliyorum, harfleri yolda yitirdim. Yaşadığım şehir, bu üzerinde yaşadığım yeryüzü. Sokakta soluk soluğa rastladığım aynadaki yansımadan utanıyorum, elli bir. Kırık aynadaki çarpık gülümsememden utanıyorum. Elli iki. Çok şey istiyorum ve istemek mahkûmiyet, biliyorum. Elli üç. Aslında bilmiyorum. “Belki bazen ne olacağını bilmemek başlamak için güzel bir noktadır” diyorsun, elli dört. Sokağın başındaki adam, “Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturuyorum. Adalelerimi yokluyorum. Basit bir şey. Fakat bütün ölüm çarkına rağmen kendimi ikrar ettim. Varım, diyorum; fakat yarın olmayabilirim, yahut bir başkası, bir budala, bir bunak olabilirim... fakat şu dakikada varım...” diye bağırıyor, elli beş. Söz verdiğim gibi senin için güzel yaşayacağım, kalbimi hiçbir yerde bırakmadan, elli altı. Bana bıraktığın şarkılardan bir çalma listesi oluşturdum. Her birini biz için dinliyorum. İki kere. Bu son olsun diyorum hep, en sevdiğin şarkının sözlerindeki gibi. Kendi sevdiğim şarkıları çok az mırıldanıyorum, sahi. Çok yoruldum demiyorum hiç, yani çok az diyorum bunu. Zamanında söylemeyi dilerdim, yine de kutlamayı istiyorum sanırım. İyi ki doğdun. Yani ölümünden sonraki tüm doğum günlerin için bu. Elli yedi. Mehtap, şehrin tüm ışıklarını çekiyor. Sokağın sesli sessizliğini çiğniyorum. Elli sekiz. Olduğum gibi değil olmak istediğim gibi göründüm. Her yalan bir yaratışmış, doğru. İyi saydım değil mi? Elli dokuz. Bir de şey, kefaretim kabul olur mu? Bunu düşünerek nefeslenmek istiyorum. Altmış. İyi ki yaratılmışsın desem? Altmış bir.
··
2.579 görüntüleme
Grekov Kafkayevski okurunun profil resmi
Taşlar da ayaklarımı sayıyorlar mı? Ne güzel hayaller kurardım çocukken büyümeye dair, on yedi. Yaşamımın böylesine ellerimde ve böylesine dokunulmaz oluşunu anlayamıyorum. Ölenlerin doğum günü nasıl kutlanır hiç bilmiyorum.
SELENYA okurunun profil resmi
41 kere maşallah. gayb'dan gelen bir tükürük; - tü tü tü
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.