Gönderi

262 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Cesur kadın Anna Politkovskaya. Bu kitaba kadar sadece ismen duyduğum, okumayı düşündüğüm yazarlar arasındaydı. Politika kitaplarını okumayı sevsem de sıklıkla okumayı tercih etmediğim bir tür. Halihazırda fazla neşe saçmayan, bizlere umut aşılamaktan epey uzak olan hayatlarımıza bir de sürekli siyaset kitapları okusak nefes alamayız diye düşünüyorum. Ancak bu kitap gerçek bir cesaret şöleni. İyi ki okumuşum. Boğazıma oturan tüm yumrulara rağmen; gerçeklerin, bizlere öyle fazla da yabancı olmayan bazı gerçeklerin rüzgâr gibi yüzüme yüzüme çarpmasından garip bir edebi haz aldım. Dünyayı kendi ülkemden ibaret sandığım çocukluk yıllarımda bir Rus arkadaşım vardı. Rusya’dan, dünyanın en büyük ülkesi olan, gücü malumun ilamı olan, o bir dünyanın bildiği Rusya’dan bir insanın bu kadar mutsuz, karamsar olmasına içten içe şaşırırdım. Cehalet işte, cehalet. Tabi cehaletim yetişkin olmamla da sonlanmış diyemem. Bu kitaptan da Rusya ile ilgili beni şaşırtan şeyler öğrendim, Rus arkadaşımın muhtemelen çoktan bildiği fakat aramızda hiç muhabbeti geçmeyen şeyler. Zaten bir insan ülkesinin acısını, alışılmış çaresizliğini ne derece dışa vurabilir ki, ne dereceye kadar anlatabilir? Anna Politkovskaya ise gazeteci kalemiyle bunu harika bir şekilde yapmış. Belirtmeden edemeyeceğim, çeviri bu kadar harika olmasaydı Anna Hanım’ın mükemmel kalemine rağmen kitap bir fecaate dönüşebilirdi. Binaenaleyh Kemal Ülker’in hakkını da vermek lazım. Öncelikle ordu. Ordudan bahsediyoruz hiyerarşi elbette olacak lakin Rus ordu hiyerarşisinde öyle bir şiddet serbestisi var ki okurken kanım dondu. Üstler astlarına işkence seviyesinde istedikleri her türlü şiddeti uygulayabiliyorlar ve buna hiç kimse dur demiyor. Bu bir gelenek haline gelmiş ve bu zulmü yapanların “kendilerince” bile makul bir sebepleri yok. Votkayı fazla kaçıran üst dahi yarınını düşünmeksizin astını keyfince dövüp iş göremez hale getirebiliyor. Ne Kremlin’in ne askeri mahkemelerin bunun önüne geçmek gibi bir çabası var. Kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla, astlarla üstler arasında emir-komuta zincirinden ziyade efendi-köle ilişkisi kurulmuş korkunç bir düzen. Yazar bu noktada Putin’in iki kızı olduğunu ve hiçbir zaman bir asker anne/babası olmanın ne demek olduğunu bilmeyecek durumda olduğunu vurguluyor. Hoş, Putin’in oğlu olsaydı bile hiçbir şeyin değişmeyeceğini hepimiz çoktan biliyoruz. Bu “hiyerarşi” adı altındaki zulüm, erkek çocuğu olan ailelerin diken üstünde olmasına yol açıyor. Zaten öyle bir durum var ki, askeri de umursamıyor bu sistem, o erin ailesini de bizzat kendi vatandaşını da. Korkunç bir kara batak, sesi çıkanların sesi de itinayla kesiliyor. Bu zulmün varoluşunun içimi acıtmasının yanı sıra bir de kolektif bir şekilde şiddetten haz alma durumu var orduda. Yani biri buna başlayınca öteki üstler de bundan zevk alıyor veya eşlik ediyorlar. O kadar korkunç ki insanın içi sızlıyor. “Subay şerefi” denen şeyi korumak adına insanlık dışı kötü muameleleri yemek yer su içer gibi doğal karşılıyorlar. İkinci husus hukuk. Rusya’da hukuk sistemine güven hiçbir şekilde söz konusu değil. Yargı bağımsızlığı sadece bir madde başlığı olmaktan ödeye gidememiş. İnsanlar daha en baştan kazanan tarafı da kaybeden tarafı da biliyorlar. Yargıçlar kendi akıbetlerini düşünerek üstten gelecek talimatları bekleyip ona göre hareket ediyorlar. Cesur davrananlar seri bir şekilde ayıklanıyor veya cesur olmalarının bedeli çok ağır ödetiliyor. Kısacası hem yargıçlar hem savcılar yargı bağımsızlığı ilkesinden fersah fersah uzak olarak talimatla çalışıyorlar. Başka şansları yok mu, elbette var ama kaçının kariyerini öldürme pahasına bunu göze alabileceği şaibeli. Yine de zaman zaman cesaret edebilenlerin yüzü suyu hürmetine güzel şeyler olabiliyor. Ancak bu o kadar nadir oluyor ki yazar bu “münferit” olarak nitelendirebileceğimiz cesaret örneklerinin hepsinde müsebbiplere teşekkür ediyor. Putin gibi yegâne adam olma derdindeki bir insanın başta olduğu ülkeden yargı bağımsızlığı beklemek zaten tuhaf olurdu ancak ben yine de durumun bu kadar uçlarda olmasına şaşırdım. Zira yargıçlar tepedekileri aleyhlerine yavaşlattıklarında ya da karşı çıktıklarında sadece mesleklerinden olma veya sürülme tehlikesiyle değil dövülme tehlikesiyle de karşı karşıyalar. Bir yargıç düşünün ki tepedekilerin hoşuna gitmeyen bir şey yaptığında “tesadüfen” adı altında birileri tarafından dövülüyor. Gözdağı cümlelerinden, uzaklaştırmaktan, burnundan getirmekten farklı bir boyut artık bu. Yargıçların dahi bu kadar sindirildiği bir hukuk sisteminde hangi adalet umulur, hangi bağımsızlık beklenir gerçekten bilmiyorum. Yöneticilerin ceplerini doldurma sevdası üçüncü husus. Bunun için ülke bilgisayar oyunlarındaki kaotik ortamlara dönüşmüş bir durumda. Ne hukukun ne hakkın ne kuralın hiçbir şeyin bir önemi kalmamış. Ceplerini dolduranlar dolduruyor, olan vatandaşa oluyor. Şaşırdığım diyemeyeceğim ancak kalbimi acıtan mevzulardan biri de şuydu ki, birileri ceplerini tıka basa doldururken yukarıda da söylediğim gibi o koskoca Rusya’nın biricik olamayan vatandaşları soğuktan donarak ölüyor. Kaç senelik kıdemli deniz subayının önünde yiyecek doğru dürüst ekmeği yok. Yaşlı başlı gazi adam soğuktan “evinde” donarak öldüğünde ölüsüne dahi asgari bir saygı yok. En saygın mesleklerden biri olan yargıçlığın sadece içi boşaltılmakla kalmamış, onlar da üç kuruşa çalışıyorlar. Kısacası ortada bir terazi varsa ceplerini dolduranlar dengeyi kendi lehlerine kırmakla kalmamışlar, doldurdukları paralarla öyle bir ağırlaşmışlar ki yerin dibine girmiş durumdalar. Tek sorun farkında olmamaları, utanç belirtisi göstermemeleri. Tüm bunların meşruluğunun aksini iddia edenlerin dillerini diplerine tıkamak için ellerinden geleni yapmaları. Diğer husus yeşil düşmanlığı. Aslında bir önceki paragrafla keskin bir ayrımı yok bu durumun. Amaç aynı: biz ceplerimizi parayla dolduralım, doğal miras kimin umurunda, ağaçlar kimin umurunda, çenenizi kapatacaksınız. İnsanlar bu konuda eyleme kalkışsalar bile bastırılıyor elbette. Kendilerine karşı çıkan, hakkını arayan, muhalif olan her şeyi imha etmek konusunda profesyonelleşmiş bir otoriteden daha korkunç ne olabilir? Hukuk, çatal kaşık gibi kullanılıyor. Ortadaki yemek de ya insanların hakları, ya insanların canları ya da doğa. Beşinci husus aymaz, pişkin, yüzsüz insanlar ve kuzu kuzu koyunlar. Burada bahsettiğim kitaptaki yegâne şahıs ve onun çevresindekiler değil. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, ben Putin iktidarından elimden gelen çıkarı sağlayayım, işime gelmemeye başladığında başka ülkeye basar giderim mantalitesindekiler; yazarın bu kafa yapısındaki eski arkadaşı olan bir kadından bahsediliyor kitapta mesela. Bu öyle bir şey ki, bana kalırsa Putin’i çıkarı olmaksızın gözü kapalı destekleyen insanların dahi kendi içlerinde bir mantığı (körlük gibi) var olabilir. Bunların ise rüzgâr gülü olmaktan başka bir vasıfları yok. Oportünistler asla ölmez zira onlar hep doğru(!) yerdedirler. Doğru anda doğru yerde oldukları için kraldan çok kralcılardan bile daha güzel bir hayat yaşarlar. Kuzu kuzu koyunlara, yani kraldan çok kralcılara gelince… Rusya’nın bu halde olmasının başlıca sebebi olanlar, yazarın da belirttiği üzere, bu kesim. Fanatikler de diyebileceğimiz bu kesim destekledikleri insanın “insan” olduğunu, yani iyi şeyler yapabileceği gibi kötü şeyler de yapabileceğini, hata yapabileceğini, mahva sebep olabileceğini asla düşünmedikleri için hayran oldukları şahsa körü körüne bir saplantı içindedirler. Sorgulamazlar, düşünmekten acizdirler ve sadece güdülmeyi bilirler. Yazarın Rus halkının hafızasında sorun olduğunu söylemesinin başlıca sebebi aslında bunlardır zira her ne olursa olsun bir balık gibi o tarihte yaşananı o tarihte bırakıp (gerçi yaşananlardan gerçekten sorumlu olanı kendi iç dünyalarında dahi sorumlu tutmaktan epey uzaktırlar) tüm musibetlerin müsebbibi insana sandıkta tekrar mühür basarken elleri titremez. Sanırım bir toplumun başına gelebilecek en kötü şey de bu. Zalim bir yönetenden çok o zalime tutkuyla bağlı olan kuzular. Onlar için hayat zor değil, kendi düşen ağlamaz lakin ben her şeyin başka olmasını dileyip de bunlar yüzünden aynı kaderi yaşamaya mahkûm kalmış Ruslara üzülüyorum. Beni şaşırtan diğer noktalardan biri de sistemin kendi vatandaşını bile önemsememesi. Irkçılık bir yana, o zaten başlı başına kırmızı bayraklı bir konu ancak bir ülke kendi vatandaşının canını ne kadar düşünemezdi sorusunun cevabını idarenin rehin olaylarına bulduğu dahiyane(!) çözümlerden ve çoluğunun çocuğunun hesabını sormak isteyen kendi vatandaşı olan ailelere gösterilen -şanslıysanız- baştan savan veya -en kötüsü- başınıza bela olan tutumlardan almak mümkün. Daha bahsedilecek çok husus var ancak genel olarak aklıma gelenleri ele aldım. Zaten yanılmıyorsam şimdiye kadar en çok alıntı yaptığım kitap oldu Putin’in Rusya’sı. Son olarak beni en çok etkileyen ve okurken gözyaşlarımı tutamadığım kısımdan bahsederek incelememi bitiriyorum. Nord-Ost. Tiyatro baskınında ailesinden birilerini kaybedenlerin acısının anlatıldığı kısım öylesine içime dokundu ki acılarını kalbimde hissettim. Bilhassa on altı yaşındaki Yaroslav Fadeyev. Annesinin oğlunun ölümünden, o gün o istememesine rağmen zorla götürdüğü için kendisini sorumlu tutması, oğlunun annesini koruyarak ölmesi… Ve diğer rehinelerin ailelerinin durumu… Ne diyebilirim bilmiyorum. Yazarken hâlâ kalbim sızlıyor. Yaroslav, kitapta bahsi geçen ve hepsinin hikâyesini hatırladığım ancak şu an isimlerini zikretmeyeceğim hayatını kaybetmiş diğer rehineler ve dünyada siyasetin pis yönleri yüzünden ölen her masum insan… Işıklar içinde uyusunlar. Kitabı yazdıktan iki sene sonra suikasta kurban giden Anna Politkovskaya da öyle.
Putin'in Rusyası
Putin'in RusyasıAnna Politkovskaya · Agora Kitaplığı · 20067 okunma
·
371 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.