Demek ki evrenin yükü gerçek bir tanrıtanımazı ezmek
şöyle dursun sarsamaz bile. Bir yaratıcının varlığına
işaret eden ve binlerce kez tekrarlanmış olup bizim gibilerin
düşünce tarzının çok üstünde tutulan tüm kanıtlar,
ne kadar çoğaltılırlarsa çoğaltılsınlar, sadece antipyrrhon’cuların
veya bir takım görünümlere dayanarak
yargılara varabilecek kadar akıllarına güvenenler için
apaçıktır (*54), bunlara da, gördüğünüz gibi, tanrıtanımazlar
belki onlarınki kadar güçlü ve tamamen karşıt
savlarla karşı çıkabilirler. Zira yine natüralistlere kulak
verecek olursak, çeşitli karışımların bir rastlantısal sonucu
olarak bir kimyagerin elinde ilk aynayı oluşturan
aynı nedenlerin, doğanın ellerinde basit bir çoban kızının
işine yarayacak saf suyu oluşturduklarını söyleyeceklerdir:
(dolayısıyla -ç) Dünyanın varlığını sürdüren
aynı hareketin onu yaratmış olabileceğini; her cismin
kendi doğasının ona ayırdığı yeri aldığını; havanın
yeryüzünü, demir ve diğer madenlerin onun bünyesinden
çıkmalarıyla aynı nedenden dolayı, çepeçevre sardığını;
güneşin tıpkı elektrik gibi doğal bir ürün olduğunu
onun zaman zaman yakıp kavurduğu dünyayı ve
insanlarını daha çok ısıtmak için; yağmurun ise çoğu
zaman bozduğu tohumları daha çok yeşertmek için yapılmış
olmadıklarını; ayna ve suyun diğer aynı nitelikleri
taşıyan cilâlı cisimlerden daha çok görüntülerimizi
yansıtmak için olmadıklarını: Gözün, gerçekte, ruhun
nesnelerin imgelerini, cisimlerin onları kendisine gösterdiği
gibi seyredebileceği bir tür pencere (trumeau)
olduğunu; ancak bu organın ne özellikle bu seyir için
yapılmış ne de kasten göz yuvalarına yerleştirilmiş olmadığını;
nihayet Lucrece, tıp adamı Lamy ve
tüm diğer eski ve modern Epiküryenlerin, gözün yalnızca
bu biçimde oluştuğu ve yerleştiği için görebildiğini
iddia ederlerken haklı olabileceklerini; doğanın cisimlerin oluşmasında ve gelişmesinde takip ettiği hareketlerin
kuralları bir kez konulduğunda bu harika organın
(göz —ç) başka türlü örgenlenmesinin ve başka
bir yere konulmasının imkânsız olacağını (söylerlerdi
—ç ).
*54
“Binlerce kez... tekrarlanan ve bir yaratıcının varhğına
işaret eden tüm kanıtlar... yalnızca anti-Pyrrhon’cuIar
için apaçıktır.” La Mettrie yalnızca Descartes ve Locke’un
değil, Toland, Hobbes ve Condillac’ın da görüşlerine karşıt
bir görüşü savunmaktadır, örneğin, Descartes şöyle
söylüyor: “Böylece bilimin tüm kesinliği ve gerçekliği, yalnızca hakiki Tanrı’nın bilgisine bağlıdır.” Hobbes ise:“Herhangi bir nedenle herhâingi bir sonucun olduğunu gören kimse, onun yakın nedenini aramalı, buradan da bu
nedenin nedenini aramalı... Nihayet şuna gelecektir: Aydınlanmamış/
dinsiz (heathen) filozofların dahi kabul ettiği
gibi, bir ilk harekete geçirici, yani her şeyin ilk ye sonsuz
(eternal) bir nedeni olmalıdır. İnsanların Tanrı ismiyle
' kastettikleri ‘ de budur.” demektedir. Toland ’ın
görüşleri ise şöyledir: “Atomların tüm düzensiz hareketleri, düşünebileceğiniz tüm ihtimaller, Evren’in Parçalarını
şimdiki Düzen’lerine getiremez, (getirse dahi — ç.) bunu
sürdüremez veya bir Çiçek veya bir Sinek’in örgenleşmesini
sağlayamazdı... Madde’nin Sonsuzluğu... uzamlı,
cisimli bir Tanrı’yı dıştalar, ama salt Ruh /Tin’i veya maddesiz bir Varlık’ı dıştalamaz." Cohdillac ise şöyle yazıyor; “Bağımsız, tek sonsuz (infinite) ebedî (eternal) rahman (omnipbtent), değişmez (immutable), akıllı (intelligent) ve özgür; rahmeti (providence) herşeyin üstünde
uzanan büyük neden: bu hayatta biçimlendirebiieceğimiz
en yetkin Tanrı nosyonu budur.” Locke da: “Söylenenlerden, bir Tanrı'nın varlığını, duyumlarımızın bize
yakından tanıtmadığı herşeyin varlığından daha kesin bir
bilgiyle bildiğimiz sonucuna varıyorum....
Atiezmin savunucusu tarzi bir kitap... Beşir Fuad'ın başucu kitabı...