Gönderi

520 syf.
·
Not rated
ahlak süzgecine tutulup tutulup bir şekilde ahlaklı, ahlaksız damgası yiyip duran bir kitap. kitabı neden böyle bir duyguyla okuduğumuzu bilemiyorum. kendimizi öylesine özdeşleştiriyor ve bu yüzden mi yakıştıramıyoruz yoksa yazana mı tavır alıyoruz, seçemiyorum. yazana tavrımız geleneksel bir tavır mı yoksa edebi bir tavır mı onu hiç seçemiyorum. tabii ben de bütün bunları yaptım, zaten bu yüzden bu sorgulamaya giriştim. kitabın başlarında bilhassa, kemal'e sövdüm. sibel'i hayal ettim, füsun'la empati yaptım. bir şekilde nesibe halaya sorular sordum. belki en çok kendimle konuştum ya da şöyle demeli, kendime konuştum çünkü konuşmalarım o kadar monologdu ki karşılıksız bir kendi konuşmasıydı. yanıtsız bir monologdu, malum içinde gizli bir diyalog da barındırabilecekken. karakterleri düşündüm derken, gözümün önüne belli belirsiz bazı ünlüler geldi. sibel'i leyda lydia tuğutlu olarak hayal ettim, füsun'uysa esra bilgiç olarak. hikaye başlarken sibel'i tanıdıkça hayranlık duydum, böylesine güzel böylesine anlayışlı biri olmak, dahası bu konuda kabul görmek ideal olabilirdi bile. bir kadının güzelliğiyle kabul görmesi, toplum kabullerine göre müthiş bir kademe olduğu için bunu es geçmek olmazdı ki kemal de güzelliğini, uysallığını, şefkatini defalarca vurguluyor. ancak olay bir yerde koptu, sibel yaşadığı vahim kopukluğu ailesiyle paylaşmak şöyle dursun, karşılaştığı vurdumduymazlık karşısında hala bir umutla ilişkinin devamını umuyor, arkadaşlarıyla haber dahi yolluyordu. bu, güzelliğe aykırı bir mesele çünkü güzellik yalnızca görünüşün vücut hatlarıyla ilgili kısmıyla bitecek kadar sığ bir kavram değil. içinde bir ideali barındırır, iyilik idealini de. biz bu yüzden iyi bulduğumuz şeyleri güzel olarak da ifade ederiz günlük dilde, dahası toplumsal kabulle. karakterleri yeri geldikçe sanıyorum ki derinleştiririm, ancak kitabın bir fanteziyi değil bir aşkı anlattığına gönülden inanıyorum çünkü aşk tek başına her şeyde güzellikleri, olumlu yanları, iyileştirici tarafları görmekten ibaret değil. hatta aşk kavramını yüzyıllardır konuşulası bir konu yapan da biraz budur. öylesine çok parametreyle bir arada, yekpare duruyor ki ona dokunmak, onunla bir satırda anılmak dahi konuşulacak bir malzeme veriyor. masumiyet müzesini klasik bir pembe diziden, bir ilişki romanından/kitabından ayıran şey tam da bu. aşkı tüm yanlarıyla apaçık ediyor. acısıyla, vuslatıyla, bekleyişiyle, andalığında tüm ayrıntılarıyla aşkın bizde tezahürü bu kitapta. aşk için orhan pamuk bir röportajında şöyle diyor, "bir trafik kazası gibi yaşanan bu duyguyu anlatmak istedim". öyle de yapıyor, takıntılarıyla, hırslarıyla, hayatına mal olmasıyla, düzenini alt üst etmesiyle, rezil edişiyle, alay konusu olmakla, korkaklaşmakla, deli cesareti yaşatmasıyla, var olmakla, yok etmekle birlikte her duygusunu ince ince işliyor. onu göremediğinde, her gölgeyi ona benzetmesi, onu ararken etrafındaki en ufak bir işaretin ona kavuşacağına delil olacağı ümidi mükemmel bir aşık portresi için oldukça önemli donelerdi. kapının kilidini çevirirken, eğer uyarsa bu füsun'u bulacağım, onu hala beni düşündüğü anlamına gelir, diye kendini teselli etmesi, havanın açıklığını, kapalılığını ona duyduğu hislerle açıklaması müthiş yerinde gözlemlerdi. füsun'un kemal'i sevmiyor göründüğü kısımlarda, bunun bir mecburiyet halini aldığını düşündüm. belki de füsun kemal'i sevmeliydi tıpkı kemal gibi, bu romanı çok daha kurgu eser yaparken, orhan pamuk'un kalemini de daha az realist yapardı. ancak buradaki mecburiyet, orhan pamuk'un kadını konuşturamamasından ileri geliyor, diye yorumluyorum. bunu hissettiren çok yer oldu ama spesifik olarak şöyle bir sahne gerçekleşince kararımı verdim: bir sabaha karşı füsun aşağı iner, bir şişe su arar. yakınlarda bir yerden alır, kemal aşağı iner ve ona eşlik etmek ister. füsun su içmeye inmişken, bir de bira içer. o sırada suskun, yüzü sisli biridir. ancak kemal, füsun'u sarhoş güzelim diyerek sever. kemal'in tek gördüğü şey elde ettiği takıntılı aşkıyken füsun, kemal'e pek de gülen bir gözle bakmaz dahası "seni öldürmek isterdim" der. füsun, her ne yaşamış olursa olsun, inşa edilen bu karakterle bunu söylemesi mümkün değildir. zira karakterin çok da tutkulu hisleri yoktur kemal'e, bu sözler daha ziyade kemal'in füsun'a belki bir cinnet getirme anında söyleyebileceği türden sözlerdir. işte buradaki rol karmaşası, tamamiyle kadın-erkek iç seslendirmelerinin karmaşasından, dahası kadın sesinin eksikliğinden doğan mecburiyetle yetersiz neredeyse karşılıksız bir aşkla devam eder. zaten füsun, kemal'den sonra bir şekilde evlenmiş, kemal onlara geldiğinde, kemal'i ünlü olabilmek için bir imkan olarak görmüş, kendisine duyulan ilgiye ara sıra yüzünü çevirmiş, çoklukla kocasıyla yan yana kol kola gezip eğlenen bir kadındır. aşkın her halini gördüğüm bu kitapta, yalın halini ( hiçbir sorgu sual olmaksızın), bulunma (sürekli kendini onda, onu kendinde hissederek) , ayrılma ( kafasının içindeki zaman zaman gerçekleşen küsüşlerle) , eşitlik (en az füsun kadar, en az kendi kadar sevdiğine inandığı hallerle), tamlama halini ( kendini füsun'la bütünlemesiyle) zaman zaman da takıldığım bir şey oldu. bazı bölümler, konunun sonunu nasıl getireceğini bilemeyen orhan pamuk'un iç konuşmalarıyla dolmuş, fakat bu bilmezlik öyle güzel denemelere gebe bırakmış ki bölümleri, konudan zaman zaman çok uzaklaşarak yazmış. bu arada, uzun cümleler yazmak asla marifet değildir, bir yetenektir ancak alkışlanası bir şey katiyen değildir. böyle bir yanılgıyı doğru bulmuyorum. bu biraz şovdur, okurken keyif alsam da zaman zaman anlaşılırlığını zedelediğini düşünüyorum. kendisi gibi düşünen, maalesef, bir dolambaçlı söz dizimine sahip olduğum için onu anlasam da masumiyet müzesini olumsuz etkilediğini düşünüyorum. tabii bundan daha büyük oranda etkilenen romanı kar'dı. ayrıca kitapta bir şok unsuru olarak masumiyet müzesi fikri ilk sayfalarda beni çarpmıştı, böyle bir müzenin varlığından haberdar olsam da onu kitap fikriyle yedirmesi, daha yazarken bunu akletmesi etkileyiciydi. o kadar çok eşya vardı ki, muhtemelen müzede ayrıca notlar olmasaydı hatırlamayı imkansız kılacaktı, onun isteğinin aksine. okurken, ne var ki ben de yazarım böyle bir şey dediğim bölümler oldu. orada, kitabın olduğuna kanaat getirdim çünkü bu denli kolay gözüken, akıp giden yazım ancak çok zorlu bir sürecin sonucu olabilir, usta işi.
Masumiyet Müzesi
Masumiyet MüzesiOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 202241.4k okunma
·
606 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.