Gönderi

738 syf.
·
Puan vermedi
·
19 günde okudu
Selam Haruki Murakami “Zemberekkuşu’nun Güncesi” Orijinal adı “Necimaki-dori Kuronikuru” Çeviri (Fransızcadan) Nihal Önal Tür (Tartışmaya açık) Sayfa sayısı 740 Ortalama okuma süresi: 20 saat 55 dakika Okuduktan neredeyse bir buçuk sene sonra yazdığımdan, ille unuttuğum ayrıntılar vardır. Şimdiden affınıza sığınıyorum, yakın zamanda okumayı planlayanlar benim metnimi okumasın zira ben yine rahat kalem oynatmayı tercih ettim. Anlatıcımız ve baş karakterimiz “Toru Okada” kendinin seçtiği isim ise Zemberekkuşu, evli, işinden istifa etmiş iki aydır işsiz. Karısı “Kumiko Okada” gizem kumkuması, kitaptaki varlığı daha çok üçüncü şahıslar vesilesiyle var ama yok, gazeteci. Kedileri “Noboru Vataya” bu aynı zamanda Kumiko’nun ağabeyinin adı. O da ilk düzlükte firari, kayıp olma hali varlığından daha net. “Noboru Vataya” Kumiko’nun ağabeyi, Toru ile arası gibi politikacılığı da kötü. Hemen ilk yüzlükte esere eklemlenen iki kardeş, iki şaibeli geçmiş, iki takma isim “Malta Kano, Girit Kano”. Malta Kano, kırmızı şapkasıyla gezen medyum. Girit Kano, Malta’nın kız kardeşi, acıya meyilli, geçmişinde intihar girişimleri olan Toru ile enteresan hallere de girecek kişilerden biri. Mahallemizin adı Setagaya Nitşom, kayıp kediyi ararken Toru’nun tanışıp sonrasında arkadaş olacağı genç kız “May Kasahara”. May’in evinin bitişiği, sahiplerinin başına gelen felaketler sonrası terkedilmiş haldeki ev ve bahçesindeki kuyu. Ah o kuyu.. Bu karakterlere ek falcı ya da kahin “Bay Honda/ Honda San”.. “Teğmen Mamiya” 2. Dünya Savaşı’nda hem işkence görmüş hem işkencelere şahit olmuş, toplama kamplarında yaşamış ölmek istese de ölememiş yaşlı adam. “Muskat Akasaka” Toru’nun hayatına sonradan dahil olan orta yaşlı kadın. “Tarçın Akasaka” Muskat’ın hemen her işin ehli ama hiç konuşmayan oğlu. Toru, mahallelerinde kayıp kedilerini ararken May Kasahara ile tanışır. Akabinde de karısı kaybolur, hem kedisini hem eşini ararken (eşine telefonla dahi ulaşamaz, araya eşinin ağabeyi girip boşanmak istediğini iletir) May ile yaptıkları sohbetlerin ardından boş evin bahçesindeki kuyu ilgisini çeker. Alıntı Sayfa 83; “Çıkacaksan, en yüksek kuleyi bul ve tepesine tırman. İneceksen, en derin kuyuyu bul ve dibine in” Ve kuyuya inmeye başlar, başlar diyorum çünkü kitap boyunca yinelenecek bir eylemdir bu. Metaforlar nerede kaldı diye merak ettiğiniz bir noktadaysanız, endişeye mahal yok “vardık” (geldik, tamam, şimdi tam oradayız). Cismani varlığının dışında kuyu; Toru Okada’nın içine açılan bir kapı. Kuyunun dibinde sembolizmin de dibine vuruyoruz. Hikâyenin durağanlığı, gidilen hiçbir yolun vardığı bir yer olmaması biraz da bundan. Çünkü esneme, karakterin içine içine gerçekleşiyor, eylemden ziyade ruhani bir yolculuğun izleyicisiyiz. Kuyu içinde geçirilen zaman da yoruma açık. Rüyalar, sanrılar, astral seyahatler yani tam bir Murakami düzeneği.. Bu nereye bağlanacak diye diye okuduğum kırk belki elli sayfalık sert işkence sahnelerinin kahramanı Teğmen Mamiya’nın hikâyesi de dahil, hiçbir karakterimizin kafa sesi yok. Anlatıcımız sabit, Okada. Dolaylı ya da dolaysız aktarılan her şey tek sese dönüşüyor ve bu değişmez aidiyet, onun bakış açısı dışına çıkamadığımız bir girdap haline geliyor. Alıntı Sayfa 312 “ Zaman böyle, karanlıklar içinde, saat ibrelerinin ilerlemesinden yoksun aktı. Artık ne bölünebiliyor, ne ölçülebiliyordu. Zaman bir kez nirengi noktalarını yitirince; kesiksiz bir çizgiye değil de dilediğince uzayıp kısalan, belirgin biçimden yoksun bir akışkana benzedi.” Kuyu hem karaktere hem okuyana zaman mefhumunu sık sık sorgulatıyor, örtülü anlatıları, rüyalarla verilen mesajları, bir iki üç değil yine yine yine olunca arada odak ve kontrol konusunda zayıfladığımı hissetmeme sebep oldu. Ritim ve tekrarlar, Murakami kaleminde dik yokuşum olmaya devam ediyor. Alıntı Sayfa 339 “Sokakların da ırmakların da temel ilkesi, dalganın akmasına izin vermektir” Kitabımız ismiyle müsemma, sayfalar arasında net verdiği nadir bilgilerden biri bu. Bakınız sayfa 369(alıntılar çok yer kaplıyor, post sayım artıyor diye tam bu noktada bir kesinti daha yaptım) Eseri öyle bir aşinalık hissiyle okudum ki; artık yazardan ne okusam şaşırmam diye düşünmeye başladım. Çatı hep aynı, Murakami taşlarını yerleştirip yüklemeye başlıyor, sembolizm mistisizm, yan karakterlere bol bol mahlas (rumuz, nickname, takma ad hangisi lügatınıza uyarsa), güdük rahatsız edici cinsel serpintiler, okurun ilk sayfalarda dikkatini çekebilecek gizemli bir olay motifini de odağa kondurdu mu tamamız. E türe de post-modern, büyülü gerçeklik, sürrealist kurgu dediniz mi heybeye ne doldursanız alıyor. Daha önce de kurmuştum bu cümleyi, bir kuralı yıkmak için o kuralı bilmemiz gerekiyor, yazarımız kuralları biliyor e yıkıyor da. Peki her kaos devrimle sonuçlanır mı? Her yıkımdan daha güzel bir oluşum filizlenir mi? Evet kuralları biliyor ve uyguluyor ama “Batı cephesinde yeni bir şey yok” Sözün özü metaforlarından başım dönmüyor, şaşırmıyor ya da etkilenmiyorum. Kitapları arası karşılaştırmaya girişsem neredeyse karakter devamlılığı var diyeceğim o denli ortak nokta bulur çıkarırım, ne aradığımıza bağlı olarak. (Yine devrildi cümlem, redakte etmiyciiim) Kendi heybetli hikâyelerine kapılan birçok yazarda olduğu gibi, Murakami kaleminde de zehirlenme kaçınılmazdı ve zehirliyor. (En azından beni) Alıntı Sayfa 429 “Beklemek gerektiğinde, beklemeli.” Bekliyorum (beni bile etki altına almış dilimizdeki güzelleşmeler, kafamın içindeki ses direkt “bekliyorum beybisi” dedi, gel burdan yak) sırada ne var. Eşini bulabilecek mi derken, Muskat’ın hayvanat bahçesi katliamı hikâyesi geliyor, geliyor gelmesine, geliyor gelmekte olan, geldi geldi de, işte neyi nereye eklemleyeceği her seferinde keyfe keder. Öyle boşlukta bi başına çıkıntı olarak da bıraktıklarının sayısı hiç de az değil hani.. (şark çıbanı mısın sen arkadaş)Neyse nerde kalmıştık.. Alıntı Sayfa 574 “Hayal kurmanın bedeli yoktur” Murakami evreninde cinsellik; rahatsız edici cinsellik, kan dondurucu cinsellik, pürüzsüz diliyle aktardığı engebeli cinsellik. Bir kitabı gelmiyor ki çarşafa dolanmayalım, ekstrem çiftleşmelerin şahidi tutulmayalım. Yazarın kaleminde cinsellik öyle beyinden kasığa süzülen, tüyleri hafif ürpertip, gözler kısık kısık okunan heyecan verici bir şey değil, gayesi okuru sarsıp huzursuz etmek üzerine kurgulanmış sahneler silsilesi. Zemberekkuşunda da hem Okada’nın yaşadığı, hem eşinin ağabeyi ile arasındakileri sezdirme/sızdırma yöntemiyle naklettiği/nakşettiği hallere şahit tutuldum. E ben bezdim pedofiliden, ensesten bu yol nekrofiliye doğru gidiyor, ki vaktiyle sadece arka kapak yazısıyla 1Q84 öneren gençten bir arkadaş görmüş, hafif de şaşırıp endişelenmiştim, “bu kitap beni anlatıyor” dediğinde “acaba başına ne hal geldi ki” diye. Neyse sonradan farkettim, sayfa sayısı çok, kitap fotoğraflarda şık duruyor diye paylaşıyormuş, endişeye mahal yok. Kedi bulundu, daha doğrusu kendi döndü. Adı da Uskumru oldu. Mühim mesele, zira yazarımız için kediler de kitaplarının vazgeçilmezlerinden. Didiklesem buradan da bir şeyler çıkarırım da e ne gereği var, bazı yerleri de başkaları didiklesin Sözün bir yerinde, çatı artık öyle birbirinin benzeri keza karakterler de, sanki karşılaştırmaya girişsem karakter devamlılığı var diyeceğim demiştim ya, baş karakterin ardına da yan karakterleri kabaca sıralamıştım. Heh orada atladığım bir isim var, sona sakladığım da diyebiliriz. “Uşikava” Noboru Vataya’nın sekreteri, ulağı vs vs. Niye sona sakladım, bakınız 1q84 üzerine yazdıklarım. Bir Murakami kitabını daha, karakterlerinin patetik yalnızlıklarıyla kah bir kuyunun dibinde, kah savaş alanında, kah dağınık bir yatakta, sanrıları, sancıları, hayaller ve rüyaları, paralel dünyaları, astral seyahatleriyle geride bırakıyorum. Saygılarımla.. Dipçem; Henüz redakte edilmemiştir
Zemberekkuşu'nun Güncesi
Zemberekkuşu'nun GüncesiHaruki Murakami · Doğan Kitap · 20122,444 okunma
··
5,3bin görüntüleme
Sibel okurunun profil resmi
Çok iyi bir inceleme olmuş. Öncelikle eline kalemine sağlık. Bazı hissiyatlar bende de oldu okurken. Hem sıkıldığım (ve dediğin sahnelerde çok rahatsız olduğum) hem kitabı elimden bırakamadığım tuhaf bir okuma süreciydi. Şu aralar okuduğum Mesleğim Yazarlık kitabında yazı odasına hafif sızmış gibi hissediyorum. Bir ofis çalışanı gibi şaşmaz bir disiplinle günde yazacağı sayfa sayısı bile belli olarak masaya oturduğunu öğrenince bu üretimin nasılını anlamaya başladım (nedenini anlamasam da) ve saygı duydum. Ama tam da o disiplin nedeniyle bazen tekdüze ve dediğin gibi tekrar oluyor belki de yazdıkları. Sevgiler…
Kitapzede okurunun profil resmi
Belli bi metodla yazdığını üç beş kitabından sonra keşfedip konduramıyoruz galiba. Mesleğim yazarlık kitabını aldım henüz okumadım. Gerçi kitabın adında direkt belirtmiş, yazmayı his, ilham vs olarak görmediğimizde geriye kalan “iş/meslek, vesilenizle onu okuma listemde öne alıyorum. Sevgiler
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.