Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

320 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
27 saatte okudu
Kutadgubilig: Felsefe-Bilim Araştırmaları
Kutadgubilig’in Albert Einstein’a ithaf olunmuş yedinci sayısındaki yazıların yalnızca dördünden bahsedeceğim. 1. Hegel Felsefesinde ‘Başlangıç’ Sorunu – Enver Orman Felsefede başlangıç ilkesinin ehemmiyeti, belirlenen başlangıç ilkesinden hareketle felsefi sistemin yapısının kurulmasındandır. Belirli bir sistemli felsefesi olmayan filozoflar, sistemin düşünceyi kısıtlayıcı ve nihayetinde düşünceyi belirleyici özellikte olması nedeniyle bu yola başvurmuşlardır. Ancak onlarda dahi -belki başlangıç ilkesi denemez ama- belli başlı temel kavramlar vardır, düşüncelerinin merkezinde oturan. Örneğin Nietzsche’nin üstün-insan’ı, Camus’nün absürt’ü… Sistemli bir felsefe icra eden filozoflar ise mutlağa/gerçeğe/hakikate ulaşmak arzusuyla ve inancıyla kendilerine bir başlangıç ilkesi belirlemişler ve başlangıç ilkesinin mutlaklığından hareketle bütünsel bir ‘mutlaklık’a ulaşmışlardır. Örneğin Platon’un idealar’ı, Descartes’ın cogito’su, Berkeley’in algı’sı… Asıl varlık (bir anlamda başlangıç ilkeleridirler) düzleminden asıl olmayan varlıklara (görünür dünyaya) geçiş/bağıntı, sistem filozoflarının açıklamakta en zorlandıkları (çoğu kez açıklayamadıkları veya açıklamalarının ikna edici olmadığı) sorundur. Örneğin Parmenides bu uğurda görünür dünyayı tümden yadsımış (“varlık vardır, yokluk yoktur”), Platon ise gölgelerden ibaret görmüştür. Hegel Parmenides’in bu tavrını -haklı olarak- şu sözlerle eleştirir: "Parmenides varlığı sıkıca elde tutmuş ve sonuç olarak, hiçliğin hiçlik olduğunu ve yalnızca varlığın varolduğunu söylemişti. Eğer varlık yalnızca kendisi için ise belirlenimsiz ve ayrıca başkasıyla hiçbir ilişkisi yoktur; ve görünen odur ki, böyle bir başlangıçtan, yani [arı varlığın] kendisinden daha ileriye gidilemeyecektir, ve ancak dışarıdan ona yabancı bir şey eklenirse bir ilerleme olabilecektir." Esasında Hegel, başlangıç ilkesi yapılması gereken asıl şeyin duyusal içerikten ziyade dolaysız düşünsel içerik olması gerektiği konusunda Parmenides ile aynı fikirdeydi (çevirmenin önsözde belirttiği gibi: “Tinin Görüngübilimi bilincin duyumsanan gerçeklikten başlayarak tüm varoluşu düşünsel bir birlik içinde kavrama çabasının anlatımı olarak da okunabilir"). Ancak o Parmenides’in içine düştüğü üretici olmayan ‘kısır döngü’den kurtulmak için farklı bir yöntem seçti: diyalektik ve özelde Herakleitos diyalektiği. Buna göre ‘yaşamın özü’ çelişme ve çatışmadan doğmakta, tüm karşıt belirlenimler ancak birlikte kavranabilmekte ve varolan her şey varlığı ve hiçliği içermektedir. 2. Zamanın Tin’i ve Bilgi Teorisi – Oktay Taftalı Taftalı’ya göre dönemin hayat anlayışını ve tinini, o dönemin obje yorumu belirlemekte; obje yorumu ise bilgi teorisinin alanına girmektedir. Ardından yazar, tarihteki bilgi teorilerini dört temel başlık altında serimler: a. Objektif materyalizm: Objeler dünyasının dış gerçekliği birebir ifade ettiğini söyleyen teoridir. On dokuzuncu yüzyıla kadar Rönesans sanatında etkili olmuştur. Modernizm ile başlayan ve Aydınlanma dönemiyle şaha kalkan bilime ve maddi verilere koşulsuz inanç fetişizmi, objektif materyalist bilgi teorisinin etkisi altında ortaya çıkmıştır. Tarihteki ilk objektif materyalistler, çoğunlukça ilk filozoflar olarak kabul edilen doğa filozoflarıdır. b. Subjektif materyalizm: Objeler dünyasının dış gerçekliği ifade ettiği konusunda objektif materyalizm ile örtüşse de, dış dünyanın gerçekliğinin ancak subjektif bir ilgi olduğunu/olacağını söyleyerek ondan uzaklaşır. Örneğin Protagoras “insan her şeyin ölçüsüdür” derken subjektif materyalist bir fikri dillendirmektedir. Onun peşinden Locke, Hume gibi filozoflar gelir. Subjektif materyalizm sürekli akış ve oluş teorisi olarak da düşünülebilir pekala. c. Objektif idealizm: Hakiki varlığın özü gereği değişmez olduğunu, hakikati kavramanın ise duyularla değil de ancak akılla olabileceğini söyleyen teoridir. Bazı önemli şahsiyetler: Anaksagoras, Parmenides, Husserl. d. Subjektif idealizm: Ben’in dışında var olduğu iddia edilen dünyanın ancak ben tarafından kurulduğunu söyler. Subjektif idealizmin en uç aşaması ise solipsizm, tek-bencilik, bireycilik olmuştur. Ayrıca Taftalı, içinde bulunduğumuz dönemin bilgi teorisinin çoğunca subjektif idealizm teorisi olduğunu söyler. 3. Osmanlı Devleti’nin Kozmogonik Temelleri – Ayhan Bıçak Türk düşüncesi -ta Göktürklerden beri- kozmogoni ve devlet arasında ilişkiler kurmuş; devleti kozmogonik temellere dayandırdığı gibi, kozmogonik olayları da devletle bağdaştırmışlardır. Kozmogoni ve devlet arasındaki bu ikili ilişki, İslamiyet sonrası Türk devletlerinde de devam etmiştir. Bıçak’ın sıraladığı İslam ve Türk devlet anlayışlarının benzerlikleri: a. Tanrı'nın Peygamber ataması ve Peygamberin insanları doğru yola davet etmesiyle İstemi ve Bilge Kağanların Tanrı tarafından gökte yaratılıp insanları yönetmek için yere indirmeleri arasındaki paralellik. b. Peygamberin devlet kurup yönetmesi ve devletin amaçlarıyla Oğuz Kağan'ın kaygıları arasındaki paralellik. c. Peygamberin Tanrı tarafından ayrıcalıklı kılınması ile Türk kağanlarının Tanrı'dan kut alarak hükümdar olma ayrıcalığını kazanmaları. d. Her iki tarafın da öncelikli kaygısı adalet temeline dayanan dünya düzeni olması. 4. Prof. Dr. Fuat Köprülü ve ABD’li Çevirmeni Gary Leiser – Prof. Dr. Aykut Kazancıgil & Ayhan Vergili Fuat Köprülü 1890 yılında doğmuş ve 1966 yılında ölmüş, modern Türk düşüncesinin çığır açıcı ve yol gösterici simasıdır. Henüz 23 yaşındayken profesör ve kürsü başkanı unvanlarına layık görülen Köprülü, devamında dünya çapınca araştırmalara ve dolayısıyla üne kavuşmuştur. Onu en erken fark edenlerden biri Atatürk’tür ve zaman zaman ona mektuplar yazmış, zaman zaman sohbet etmişlerdir. 1924 yılında Atatürk, başvekil ve askeri liderlikle buluşmadan evvel darülfünun yönetimiyle buluşmuş ve onlardan devrimin rotasına dair fikirler almıştır, darülfünun yönetimi arasında bittabi Fuat Köprülü de bulunmaktadır. Gençliğinde şiir ve eleştiri yazıları yazmış, devamında büyük akademik çalışmalara ve başka başka üniversitelerden özel unvanlar, onur nişanları, çağrılar almış Köprülü; siyasete de atılmış ve dışişleri başkanlığı, başbakan yardımcılığı, milli eğitim bakanlığı müsteşarlığı ve milletvekilliği görevlerinde bulunmuştur. Atatürk ölmeden önce faaliyetlerine rahatlıkla icra eden Köprülü, Atatürk’ün ölümünden sonraki İnönü döneminde, özellikle de milli eğitim bakanlığıyla sorunlar yaşamıştır. CHP’nin çıkardığı yasayla ya akademiyi ya da milletvekilliğini bırakmak zorunda kalan Köprülü, akademiyi bırakmış ve yoluna milletvekilliğiyle devam etmiştir. 1950-55 yılları arasında DP’den dışişleri bakanlığı yapmış, ancak devamında partiyle arasındaki fikir uyuşmazlıkları nedeniyle istifa etmiştir. 60 darbesinden sonra, vaktinde DP’li olduğu için ve dışişleri bakanı olduğu için tutuklanmıştır. Oluşturduğu Milli Birlik Komitesi ile darbeyi planlayan ve icra eden Gürsel, yönetimi ele aldıktan sonra cumhurbaşkanı olmuştur ve Köprülü de onun döneminde tutuklanmıştır. Köprülü’nün tutuklanmasıyla birlikte dünya çapındaki bilim insanlarından mektuplar ve açık çağrılar alır Gürsel ve en nihayetinde Köprülü serbest bırakılır.
Kutadgubilig Sayı 7
Kutadgubilig Sayı 7Kolektif · Dergah Yayınları · 20052 okunma
184 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.