Gönderi

Böyle mi gittin Mustafam? Böyle mi gelecektin Mustafam?
O senin tanıdığin Çoban Mustafa, yani Şeyhmuz'un babası, koyunlarını almış her zamanki gibi, yaylıma götürmüş kavalını çalarak. Bilirsin, Mustafa çok iyi kaval çalardı. Uyanık da yanında, koyunların can bekçisi. O gece köye dönmemişler, eh olur, sabah döner demişler, demişler ama, sabahleyin de dönmeyince telaşlanmışlar. Koyunlar sağılacak, sütleri alınacak. Koyunların sahibi deli olmuş. 'Bu demiş, koyunları alıp sınırı geçti, kaçtı Suriye'ye, sattı oralarda.' Fakat bizim bildiğimiz, tanıdığımız Çoban Mustafa böyle bir iş, hele hırsızlık yapacak tipte bir insan değil, aksine yoksul ama namuslu, güvenilir bir kişi, buna olasılık yok, dedik. Şeyhmuz yollara düşmüş, yaylım yerlerini tek tek dolaşmış. Bir yerde sürüyü görmüş, tam sınırın yakınında. Hayvanlar birbirlerine sokulmuşlar. Başlarında köpeğimiz ‘Uyanık’ sıkıntılıymış. Şeyhmuz bağırmış: 'Babaaaaaa! babaaaaa!..' diye. Yeniden bağırmış: 'Babaaaa!.. Babaaaa!' Neden sonra bir inilti gelmiş, yașamasız. 'Suuuuuu!.. Suuuu! Yandım suuuuu!..' diyormuş. Şeyhmuz, yeniden bakınmış sesin geldiği yana. Birde ne görsün? Babası Mustafa, mayınlı topraklarda, orada yatıyor, neredeyse paramparça. Gördün, oraları tekmil mayınlı, mayınlı topraklar. Anladık ki koyunlar mayınlı topraklara kaçmış. Mustafa dla buralarda mayın yoktur diye arkasından gitmiş. Ne yazık ki ayağı bir mayına basmış ve kaldırınca... Dedik ya, mayın, ayağını basınca değil, kaldırınca patlar. Ve Mustafa ayağını kaldırınca mayın patlamış. İki gün ölüm kalım savaşı vermiş. Şeyhmuz çocuk ne yapsın, 'Dayan babaaam dayan!' demiş. 'Şimdi geleceğiz, dayan benim babam, dayan!..'Akbabalar, kartallar, kargalar dolanıp duruyorlarmış Mustafa'nın tepesinde, kan kokusunu çoktan almışlar, dolanıp duruyorlarmış. Şeyhmuz bir bakmış, Uyanık bu kez babasının yanında, dolanıp durur, o kan seven kuşlara karşı sahibini korumuş! Şeyhmuz da bir iki taş alıp atmış. Biraz uzaklaşmış kuşlar. Derken, Şeyhmuz soluk soluğa köye geldi, bağırıyordu bir yandan: Ey köy halkı, buldum, babamı buldum!.. Babam mayına düşmüş, paramparça yatıyor ve yandım suuuu,diyor. Koşun yetişin!..' Tüm köy halkı traktörlerle, atlarla, kimi yayan koşup geldi olay yerine. Evet, sevgili arkadaşımız, gördüğümüz gerçekten tüyler ürperticiydi, yürek paralayıcı. Bir insan, neredeyse paramparça, mayınlı topraklarda yaşamla boğuşuyor, köpeği yanında onu kurtlara kuşlara karşı koruyor, siz ama siz, köy halkı, hiç ama hiçbir şey yapamıyorsunuz, sadece acı acı çaresiz bakıyorsunuz duruma... Ezo Kadın, yani karısı, bağırıyor bir yandan: Mustafaaaaaamm!.. Mustafaaaam!.. Yiğidim benim, ne edelim, ne yapalım, çaresiziz, dayan Mustafam! Dayan!..' Yanında kızı Melek bağırıyor: 'Babaaaa! babaaa!' diye... Bizler yaşlı gözlerle bakıyoruz. Kadınlar dizlerini dövüyorlar, feryat figan. Mustafa'nın sesi geliyor giderek yavaşlayan. Sadece “Suuu!' dediğini anlıyoruz. Su, evet su, ama nasıl vereceksin? Nasıl gideceksin oralara? Mayının nerede olduğu belli değil ki. Zaten jandarma da fazla yaklaştırmıyor, ne yapsınlar? Biz haberi alır almaz, ilçeye, il merkezine gerekli haberi duyurmuştuk. Gözlerimiz yollardaydı. Kartallar, akbabalar, leş kargaları dolanıp dururlar. Kimileri kanatlarını bile çırpmadan öyle duruyorlar, Mustafa'nın tepesinde. Uyanık, havlıyor, yerleri eşeliyor. Derken jandarmalar bir iki el silahı attılar, kuşlar uzaklaştı. Kurtarma ekibi için yeniden haber ulaştırdık. Ne yazık ki yetişemediler, biliyorsun mesafe uzak. Hani görmüştük bir gün, pırpır dediğimiz askeri uçaklar var, onlardan geldi, yakından uçtu, dolandı, dolandı sonra uzaklaştı. Güneş, tüm alevlerini sanki inadına çölyazıya dökmüştü o gün. Zamanla tüm sınırı, çölü ağır bir koku sardı. Dayanamadık, hane hane gerilere çekildik, koku yine geliyordu hafif bir yel esişte. Pırpır uçağı yine geldi, beş on dakika yine dolandı, bu kez daha yakından. Gitti, yarım saat sonra yine geldi, yine alçaktan uçarak kağıt torbalarla kireç atmaya başladı. Kireç paketleri düştükçe pat diye, birbeyaz duman yükseliyordu Mustafa'nın üzerinden. Derken Mustafa, kireçten bir mezara gömüldü. Mayın arama ekiplerinin, yani başka bir deyimle kurtarma ekiplerinin gelmesinden bir gece önceydi. Başsağlığına Ezo Kadın'a gitmiştik. Ezo Kadın anlattı: O sabaha karşı, evin kapısı tıkırdamış, kadın belki rüzgârdır diye aldırış etmemiş. Daha sonra kapi tırmıklanmış. Gaz lambasını almış, gitmiş kapının yanına, dinlemiş dışarısını, kapı yine tırmalanıyor, iniltiler de geliyormuş. Kapıyı açmış, bir de ne görsün? Kapıda Uyanık, Mustafa'nın o sadık, o kocaman köpeği? Mustafa'nın köpeğinin ağzında Mustafa'nın kopmuş tek bacağı. Uyanık, bu sadık köpek, sahibinin o kopuk tek bacağını ağzına alıp, sürüye sürüye evine getirebilmiş. Hepimiz kahrolduk. Mustafa'yı sanki tümmüş sayarak o tek bacağı gömdük, törenle. Biz evdeyken ve anlatırken Ezo Kadın ağlamadan ağıt söylüyordu, gözleri bir noktaya çakılı, kapıya bakıp: Böyle mi gittin Mustafam? Böyle mi gelecektin Mustafam? Mustafam Mustafam... Mustafam...”
·
101 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.