Gönderi

Sufiler der ki, din başlı başına iki şeyden meydana gelir. Biri fakr yani hiç kimse, hiçbir şey, egosuzluk, tevazu kavramıdır. Fakr sözcüğü bunların tümünü kasteder. Temel nokta varoluştan ayrı olmadığındır. Ego olgusunu yaratan şey kendini varoluştan ayrı düşünmektir. Ve sana, “Ben biriyim” ve sonra “özel biriyim” diye düşündüren şey egodur. Sonra bunu kanıtlaman, rekabete girmen, hırslanman ve başarman gerekir. Sonra zamanın kumlarında ayak izini bırakman; tarihe ismini kazıman gerekir. Sonra içinde her türlü arzu belirmeye başlar. Ama tüm arzuların kökeninde yatan şey “Ben varım” diye yanlış bir fikrin kabul edilişidir. Kişi bu fikri bir kenara bıraktığında bir fakir olmuştur artık. Fakirin gerçek anlamı budur. O yalnızca dilenci ya da yalnızca yoksul anlamına gelmez. Gerçek yoksulluğu oluşturan egosuzluktur. İsa’nın, “Ruhen yoksul olmadığınız taktirde benim Tanrı krallığıma giremeyeceksiniz” derken kastettiği de budur...ruhen yoksul olmak. Para ve pulundan vazgeçip dışta yoksul olmak çok kolaydır; çok kolaydır bu. Ama bu içsel anlamda yoksullaşmana yardım edeceğine tam tersine engel olabilir çünkü bir şeylerden vazgeçen kişinin egosu son derece güçlenir. “Bak ne kadar çok şeyden vazgeçtim. Ben sıradan bir fani değilim. Büyük bir ermiş, bir aziz, bir mahatmayım- herşeyden vazgeçtim” diye düşünmeye başlanır. Ve içten içe kendini bir şeylerden vazgeçmemiş olanlarla kıyaslamaya başlar. O diğerlerinden daha “mübarek” hale gelmiştir. Yüksek bir kaidenin üzerinde olduğunu, kendisinden başka herkesin suçlu olduğu, kendisinden başka herkesin cehenneme gideceğini farz etmeye başlar. Çünkü o dünyadan, dünyevi tüm zevklerden ve dünyaya dair herşeyden vazgeçmiştir. İçsel anlamda yoksullaşacağına, içsel olarak çok zenginleşmiştir. Ego güçlenmiştir. Ego daha güçlü bir hale gelmiş, eskisinden de sağlamlaş-mıştır. Neredeyse kaya gibi olmuştur artık. Sanyasinlerime dünyadan vazgeçin demeyişimin nedeni budur. Ben egodan vazgeçin diyorum! Bırakın dünya olduğu yerde kalsın. Sen kimsin ki ondan vazgeçeceksin? Ondan vazgeçmekle tek bir şeyi kabul etmiş oluyorsun; onun sana ait olduğunu. Sana ait olmayan bir şeyden nasıl vazgeçersin? Gör bu basit noktayı: Hiçbir şey sana ait değildir. Sen bu dünyaya tek bir şeyin olmadan geldin ve tek bir şeyin olmadan da gideceksin. Eli boş geldin, eli boş gideceksin. Hiçbir şey sana ait değil, nasıl vazgeçeceksin o zaman ondan? Bir şey den vazgeçmek ancak bir şeye sahip olmak mümkünse mümkündür. Mülkiyet bir yanılsamadan ibarettir; hiçbir şeye sahip değilsin. Nasıl olabilirsin ki? Ölüm gelip seni sahip olduğun her-şeyden koparacak ve tek bir şeyi bile yanında götüremeyecek-sin. Birinci yanılsama mülkiyet, ikincisi ise vazgeçmektir. Ve her ikisi de aynı egoya dayanır. Ego öncelikle sahip olabileceği kadarına sahip olmayı dener- ne kadar çok şeyi varsa o da o kadar çoğalır. Sonra bir an gelir ve o kadar çok şeyin olmuştur ki, artık bunlar ilgini çekmez, sıkıcılaşırlar. Zengin insanların böylesine sıkılmış görünme nedeni budur; böyle bir sıkkınlığa yoksul kişilerde rastlayamazsın. Zengin kimseler daima sıkkındır, mutlak derecede sıkılmışlardır. Ne kadar zenginleşirlerse o kadar sıkılırlar. Bu sıkılma nereden kaynaklanıyor? Sıkılmalarının kaynağında sahip oldukları şeyler yatar. Şimdiye kadar umut etmiş, hayal etmiş oldukları herşeye sahiptirler artık; geriye yapacak ne kalmıştır? Bütün umutlarına ulaşmış ama varlıklarında hiçbir yere ulaşamamışlardır. İçlerine büyük bir sıkıntı yerleşmeye başlar. Dünyanın sunabileceği herşeyden faydalanmış olsalar da tüm bunların yüzeysel, anlık mutluluklar olduğu ortaya çıkmıştır. Ve tüm bu şeyleri o kadar çok kez yapmış, tüm bunları onca kez tekrarlamışlardır ki, artık yaşanacak hiçbir yeni şey kalmamış gibidir. Sürekli yeni bir oyalanma, yeni bir eğlence peşinde koşmaktadırlar. Mutlak derecede sıkılmışlardır. Yoksul insan o kadar sıkılmamıştır. Hala umut edecek bir çok şeyi vardır. Yarın daha iyi bir evi, ondan sonraki gün daha iyi bir arabası olacak, bu böyle sürüp gidecektir. Umut edebilir o; gözleri umutla dopdoludur. Gelecekte hala onu bekleyen sürprizler mevcuttur. Zengin adam için gelecek yoktur; yoksul adam için gelecek bütünüyle oradadır, heyecanlıdır. Zengin adam için herşey geçmişte kalmıştır, gelecek diye bir şey yoktur. Gelecek, içinde yalnızca ölümü barındırır, başka hiçbir şeyi değil; onun başına gelecek olan başka hiçbir şey yoktur. En büyük eve, en güzel kadın veya erkeğe, teknolojinin sunabileceği her türlü nimete sahiptir. Geriye başka ne kalır ki? Gelecek soğuk ve kasvetli görünür- yalnızca ölümdür bir yerlerde onu bekleyen, başka hiçbir şey değil. Geleceğin karanlık gecesinde gizlenmiş olan yalnızca ölümdür. Zengin adam sıkılmıştır- ölümüne sıkılmıştır. Korku içinde, paniğe kapılmış durumdadır. Umut duyamaz ve umut duyulamayan bir hal, olunabilecek en ıstıraplı haldir. O zaman vazgeçmeye başlar. Bu hayatına yeniden heyecan kazandırır; gelecek yeniden umutla dolmuştur. O zaman şöyle düşünmeye başlar: “Sahip olduğum herşeyden vazgeçeceğim. Dünyanın en mütevazı, en yoksul insanı haline geleceğim. Büyük bir aziz olacağım ve dünya ne kadar çok şeyden vazgeçtiğimi bilecek- daha önce hiç kimse bu kadarından vazgeçmedi. Dünyanın en büyük azizi ben olacağım”. Yeniden umut belirmiştir. Ego yeni bir yaşama, yeni bir bedene bürünmüştür: Şimdi vazgeçmeye başlamıştır, vazgeçip duracaktır. Mülkiyetin sonu olmadığı gibi, vazgeçmenin de sonu yokmuş gibi görünüyor. Vazgeçip duruyorönce giysilerinden, yemekten, evinden herşeyden- yoldaşlıktan, arkadaşlıktan, ilişkiden, insanlardan. Himalayalarda bir mağaraya veya ormanın derinliklerinde bir manastıra kaçıyor. Vazgeçip duruyor ama bir gün yine bunun da sonu geliyor. Yine herşeyden vazgeçmiş ama hiçbir şey kazanamamış. Yeniden sıkılıyor. Manastıra gidersen zengin insanların yüzünde gördüğün sıkılmış ifadeyi, oradaki rahiplerin yüzünde de göreceksin. Aralarında hiçbir fark yoktur. Ben sanyasinlerime dünyadan vazgeçmelerini söylemiyorum. Ego vazgeçme sürecinde de hayatta kalıyor ve daha ince bir şekilde hayatta kalıp, daha da zehirli hale geliyor çünkü artık kutsal olduğunu farz edebiliyor. Ruhen yoksul olmak demek şunu görmek demektir: “Ben yokum”- “Tanrı var, ben yokum. Bütün var, kısım yok. Okyanus var, dalga yok”. İçsel yoksulluk budur; fakr budur. O zaman ister manastırda ol, ister pazar yerinde hiç fark etmez. Olmadığını bilirsin bu yüzden de her ne oluyorsa bu Tanrı’nın iradesidir: Senin manastırda olmanı istiyorsa manastırda olursun, pazar yerinde olmanı istiyorsa da pazar yerinde olursun. “Senin dediğin olur”- fakr budur. “Benim kendi iradem yoktur, her şey senin iradendedir. Benim kendi yönüm yoktur; sen nereye gidiyorsan ben de seninle gelirim sadece. Ben senin gölgen olacağım; kendi başıma ayrı bir varlık olmayacağım”.
·
244 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.