"Sen aziz şehrim,
Uykusuz yaşadığımı bilmelisin.
Bütün işçilerin
Saçak altında uyuduğu bir saatte,
Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan.
Sen aziz şehrim,
Ellerim gözlerim kadar benimsin."
-
Rüştü Onur
Sizlere Rüştü Onur’un şehrinden bir parça bahsedeceğim bugün. Şairlerin fırsat buldukça taşını, toprağını, dağlarını ve kömürünün karasını övdüğü o şehirden; minareler boyu toprak altına kazmalarıyla, kürekleriyle, lambalarıyla; ciğerlerinde kömür tozuyla, yüz kuruş yevmiyesini almak için o toprak altından çıkıp çıkamayacaklarını bilmeyen “bir acayip mahlukların” şehrinden bahsedeceğim. Kömür kokan şiirlerin sardığı, ağıtların şehri Zonguldak’tan.
Siyah akar Zonguldağın deresi
Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası
Fazıl Hüsnü Dağlarcaya göre Zonguldak bir aç Türkiye’dir. O “bir acayip” Zonguldak’ın insanlarına ise şöyle hitap eder şair: “Tanrı yeryüzünündür, bir pay düşmez sana, / Sen yeraltındasın, Tanrısızsın, anlasana.”
Ben ağıtlar şehri derim Zonguldak için, ağıtlara yakın durduğundandır bu Zonguldak şehrinin. Tıpkı Mehmet Başaran’ın dediği gibi:
Islak tüyleri değer vücuduma
Ölümün ve yalnızlığın
Yüreğimin sesi dağları oyar
Paydosa doğru her fısıltıyla
Haber sorar geride kalanlardan
Gayrı hiç dışarıya çıkmayan arkadaşlar
Bastıkça basar omuzlarıma
Dünyanın ağırlığı
Ağıtlara yakın durur Zonguldak
Kanımı süzer uzak akşamlar
Zonguldak’a yazılmış şiirler kömür kokar, en çok da İlhan Berk’in şiirleri. “anladım en kısa ömür insan oğlunundu” der şiirinde. İnsanoğlu Zonguldaklıdır; ölmeden toprak altına girmiş Zonguldaklı.
ben boyuna seni düşünüyordum
sen kederimizin yanısıra ayaktaydın
sen kara bir somun gibi yediğimiz şehir
sen ki gecenin aralığından
kapkara ellerini kollarını çıkarmış
nefes alıyordun
boyuna insanlar geçiyordu
sanki hiç bitmiyeceklermiş
sanki hiç tükenmeyeceklermiş gibi
kahrın ve zulmün önünde dimdiktiler
İşte ben siz okuyucumun, İkinci Dünya Savaşında “Ya ocakta çalış ya askere git” denilen, şehrin diğer yakasında zengin kesim tarafından düzenlenen balolardan ve tenis maçlarından habersiz, kömür tozu dolu ciğerleriyle her gün savaş yüzünden deniz kenarından çıkarılan cesetler olmadıklarına minnet ederek o madenlere girip çıkamayanların şehrindeki, kelebek ömürlü o iki insanı tanımanızı isterim. İki çok değerli şairi. Onur Rüştü ve (
Muzaffer Tayyip Uslu ) Muzaffer Tayyip Uslu’yu… Ya da ben bırakayım sözü onlara, kendileri pekala bilir kim olduklarını:
"Şiirler söylemek istiyorum size
En tatlı ümitler içinde
İstiyorum ki korkutmasın sizi mezarlık
Göreceksiniz o kadar
O kadar can sıkıcı değildir
Benimle arkadaşlık
Ben Rivayete göre
Allahın talihsiz kulu
Ben
Üsküdarlı Şükriye hanımın
Ortanca oğlu
Ve Yirminci Yüzyılın
Eli ayağı bağlı
Zavallı şairi
Muzaffer Tayyip Uslu
Şiirler söylemek istiyorum size
Siz sevgili insan kardeşlerime"
Böyle der şair Muzaffer Uslu. Şiirleriyle her geçen gün daha yakından tanıyorum onu. Her an sarı saçlı bir kızı sevmek üzeredir o, bir çift mavi gözlü, hafif çilli... Sokaklar her daim onu bekler, ceketi sandalyesinin üstündedir, bahar gelince kitaplarını masada; yatağını bilhassa unutur. Vakitsiz ölecektir, farkındadır. “Beni doğururken ölmüş annem/Zaten zayıf bir kadınmış zavallı/Ben de öldüm işte yirmi yaşında” der bu yüzden. Ne de olsa: “Ölmek veya ölmemekte /bütün mesele/bütün mesele…”
Aşk şiirleri yazar sarışın sevgililerine. Mektup bekler, gelmez. Şarkılar söyler “Aman esmer/ Cani Esmer/ Civan Esmer” diye, her ne kadar sarışın olsa da İstanbul’daki sevgilisi. Hangi sarışını sevdiğini bilmeyiz ama, bir zamanlar Suzan Özsoy’u sevdiğinden eminiz:
"Sen eski bir sevda şiirisin
Bir koku var sende
Sıcak yaz akşamlarına mahsus
Ellerinde mi
Saçlarında mı
Gözlerinde mi
Bilmem
Bir koku var sende
Sıcak yaz akşamlarına mahsus"
Nihayetinde o öldükten sonra biz yalnızca şiirlerinden anlamaya çalışıyoruz onu. O da bilirmiş bunu ki şu mısralar dökülmüş kaleminden:
"Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan"
Bu talihsiz şairin kendi gibi kelebek ömürlü şair arkadaşı varmış. Elleri, gözleri kadar onun olan Zonguldak’ın bir garip şairi Rüştü Onur. Veremin götürdüğü bir diğer şair; sigarasını ve kahvesini paylaştığı Muzaffer Tayyip’in biricik arkadaşı, ölümün bağladığı aşığı Mediha’nın kocası…
“Kimden sual ettiysem halimi güldüler
Anam bile şiir yazdığım için
bakmadı yüzüme
Yalnız bi öğle üstü sofrada
Ölüm mukaddermiş dedi
Halbuki yaşamak alnımın yazısı”
Dostunun alın yazısı ondan önce bitmiş bir şairin ağıtlarından sesleniyorum siz okuyucuma. Burası küçük bir şehir; burası Zonguldak ve şayet yanında bulamıyorsan dostunu, kaçınılmaz bir şekilde yalnızlık çalıyor kapını. “Rüştü ölmüş…Ve ben daha şimdiden insanları yorulmadan sokakları yorulan bu küçük şehirde yalnızlığımı hissetmeye başladım.”
Yazımın sonlarına geldiğimi hissederken Şair Rüştü Onur’un mektuplarında kaybolmaya nihayet bir son vereceğim. Buraya kadar okuyan siz okuyucuma da, bırakıyorum iyi günler dileklerimi şairimiz dilesin.
“Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun, düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim”
ŞimdilikMuzaffer Tayyip Uslu · Yapı Kredi Yayınları · 20131,020 okunma
··
540 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.