Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Annesinin Annesi
Sonbaharın geldiğini imâ etmediği aksine esen rüzgarları ve yağan yağmurları ile alenen ben geldim dediği bir sabaha uyanmıştı. Sabah henüz erken olmasına rağmen gri bulutlar günün daha geç bir vakti gibi hissettirmişti. Usulca üzerine sımsıkı sardığı yorganını açtı, yavaşça doğruldu, parmak uçlarını büküp açarak terliği boyunca minik adımlar atmış ve giymişti. Yatağın ayak ucunda duran hırkayı giydi, dudaklarının ve boğazının kuruluğu canını acıtıyordu ki gözü komodinin üzerinde duran akşam doldurup içmeyi unuttuğu su bardağına takıldı. Uzandı, iki eliyle kavradığı bardağındaki suyunu ağır ağır ve küçük yudumlarla içti. Her gün gördüğü ama özellikle sabahları desenleriyle içli dışlı olduğu, hayatındaki gelişmeleri sorguladığı halısıyla göz göze geldi yine. Son yudumu da içtikten sonra derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Koyu yeşil perdelerle örtülü penceresini açmak için yöneldi. Önce perdeleri odanın sağ köşesinde toplayıverdi. Sonra asırlık ama her sene boyası,cilası atlanmadan onarılıp bakılan ahşap penceresini açtı. Pencerenin hemen önünde duran dedesinden yadigar ceviz ağacından yapılmış masaya oturdu. 1950'lerden kalma, altın yaldızlı işlemeleri olan heybetiyle de çıkardığı işçiliğiyle de kendine hayran bırakan Singer'in antika modellerinin gözdelerinden bir dikiş makinası duruyordu önünde. Parmaklarını gezdirdi makine üzerinde, evladının saçlarını okşayan bir anne edasıyla. Sahi, annesi de saçını böyle okşamaz mıydı? Annesi... Bir iflasın eşiğinde hayata merhaba demiş, ömrü boyunca da kaybedişin eşiğinde yaşayacağının mesajını almıştı belki de. Kim bilir? Çocukken annenin bakımına muhtaçtır evlat derler, kimse o haklı çok bilmişler! Çocuklarda bakar annelerine...Bazı nöbet geceleri diğerlerinden daha zorlu geçtiğinde, sönmüş sobanın ve evin beton zemininin üzerine atılmış muşambanın çektiği soğuğun minik ayaklarını kesercesine can acıttığını unuturdu belki ama kontrol ettiği nefes alıp vermeleri asla... Hastaneye gittiklerinde annemi kaybedersem diye değil ellerini bırakırsam annem yolu hatırlayıp bulamaz diye sımsıkı tuttuğu anları nasıl çıkarırdı hatrından? Annesinin annesi derlerdi ona. Hayatın dönemleri ne çocukluk, gençlik, yaşlılık diye ne de bekarlık,evlilik diye ayrılabilirdi. Anneden önce ve anneden sonra diye ayrılabilirdi ancak! Annesinin annesi, bunu o gün anlamıştı. Bir daha o pencere önüne oturup türküler söyleyen, dikiş makinesi ile kumaşı adeta dans ettiren annesi olmayacaktı. Gece olmadan da yıldızlara bakacağı gözler yoktu,kalpten kalbe akan o nehir toprakla buluşup kurumuştu... Mutfak penceresinin önüne konulmuş reyhanlar annesinin elleri kokuyordu bundan gayrı, bahçede kapı önünde olan pembe güller annesinin yanaklarındaki tebessümü yaşatıyordu. Çeyizine diktiği el emeklerine sokulup saklandı türküler. Rafta açılmamış reçellerde saklı kaldı annesiz sofralar. Annesinin annesi büyümüş müydü? Yoksa çocuk mu olmuştu? Yoksa hep büyük müydü, çocuk mu? Belki büyüdü belki çocuk kaldı, en çokta annesiz kaldı. Bundan önce annesi vardı bundan sonra annesinin hatıraları... Şayet yaşamak nefes almaksa nefes alıyordu, gökyüzü olmadan...
··
1.119 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.