Rıfat Ilgaz, ilk kez, 1944 yılının Mayıs ayının 24'üncü
gününde tutuklandı. Yargılaması tutuklu olarak yapıldı. 6
ay cezaya çarptırıldı. Bu cezanın nedeni Sınıf adlı şiir kitabıydı.
Bu şiir kitabına ilişkin "Esbabı Mucibeli Hüküm" yalnız
her hukukçuyu değil, her aydını da düşündürecek nitelikte. Yalnız hemen belirtmek gerekir ki, hükmü veren mahkemenin bir üyesi hukukçu, öteki iki üyesi askerdir.
Karar şu:
T.C. Tophane
ÖRFİ İDARE KOMUTANLIGI
İstanbul 1. Nolu Örfi İdare Mahke.
1 O/ Ağustos/944
Reisliği
Esas:5 l 5
Karar: 512
ESBABI MUCİBELİ HÜKÜM
(Gerekçeli Karar)
Türk Ulusu adına adalet dağıtmaya mezun İstanbul 1.
No.lu Örfi İdare (Sıkıyönetim) Mahkemesi:
Reis: Tümgeneral Yusuf Ziya Yazgan
D.Hakimi: As. Ad. Hakim Şahap Homriş
Aza: Tğm. Osman Ebeköy
den mürekkep olmak (oluşan) üzere 10/8/944 Perşembe
günü Tophane'deki daireyi mahsusasında (özel idaresinde)
iddia makamında askeri adli hakim Halit Ulusoy ve zabıt
katibi yerine Suha Kızıltuğ hazır oldukları halde yabancı rejim lehinde propaganda yapmaktan suçlu ve tutuklu
Nişantaşı Orta Okul öğretmenlerinden Mustafa Fatma'dan
doğma 1327 doğumlu Hüseyin oğlu Rıfat Ilgaz'la suç ortağı ve tutuksuz Nişantaşı-Hacıeminefendi sokak Teşvikiye
apartımanı 1. No.lu dairedeki kiracı Ayşe'den doğma
Mustafa oğlu 330 doğumlu İhsan Devrim haklarında yapılan altı açık duruşmada irat ve ikame olunan delail (gelir
yerine geçen deliller) ve tekrarlanan dosya münderecatına
(içindekilere) göre aşağıdaki hükmü vermiştir:
sanık Rıfat' ı tanımadığını
ve bir fikir arkadaşlığı bulunmadığını, gayesinin tamamıyle
ticari bulunduğunu;
Mahkemece bilirkişi olarak seçilen bilirkişi raporlarında:
Sınıf adlı kitabın muharririnin (yazarının) hasta ruhlu
olduğunu, komünizm lehinde propaganda mahiyetinde
olmadığını ve kıymeti edebiyesi de bulunmadığını ifade ve
beyan ettikleri görülmüş; suç mevzuu olan Sınıf adlı şiir
kitabının tetkikinde ise:
1- Çocuklarım başlıklı şiirde:
Tahsil çağındaki çocukların yoksul ve aç olduklarını,
geçimlerini sağlamak için hariçte çalışarak mektebe gelemediklerini, mamafih bu açların gözü tok, kendilerine değil diğerlerine acıyarak ve fisebilüllah (karşılık beklemeden)
yardım edecek kadar diğerkam (yardımsever) sahibi insanlar olduğunu manası çıkıyor ve bu arada "Orta Asya'dan
konuştuk laf kıtlığında'' demek suretiyle milliyetçiliğe taş
attığı.
2- Remzi başlıklı parçasında ise:
Bir fakir talebenin perişan halini tasvir ediyor "ne var
bunda sıkılacak, utanmak bize düşer" demek suretiyle cemiyetimize dil uzattığı, çocuk dersini bilmiyor, fakat her
şeyin piyasasını ve karaborsayı bildiğini ve bunun kendisine yeter olduğunu söylüyor "bilmediğin şahıs zamirleri olsun" demekle cemiyetimizin iç yüzüne tarizde bulunduğu
(taş attığı).
3- Sınıf başlıklı yazıda ise:
Bir zengin çocuğunun sınıftaki şımarıklık ve zorbalığını
tasvir ediyor, bu çocuğun güya iyi adam olan babasının kapısının memleketin yalnız ileri gelenlerine açık olduğunu
ve oğlunun herkesin başına beli olduğunu ve kendi servetlerine ait öğütlerini diğer çocuklara zorla dinlettiğini ve
çiftliklerinde bir yanaşmanın oğlu olan "gözünü budaktan
esirgemeyen Halil" ismindeki talebenin bu beyzadenin yakası açılmadık küfürlerini sineye çektiğini ve yine bu fakir
çocuğu Halil'in gümrükçünün hesabına pazarda tuz satıp
yumurta topladığını söylemek suretiyle zenginlerin genç ve
ihtiyar hotkim (kendini beğenmiş), fakirlere fena muamele
eden merhametsiz ve zorba kimseler olduğunu, fakirlerin
ise zenginlerin tahakkümüne (baskısına) boyun eğen ve
onların hesabına çalışan uysal, mütehammil (tahammül
eden) diğerkam insanlar olduğunu belirtiyor. "bir baş soğanı yoldaş ederdin, saçta pişmiş mısır ekmeğiyle" beytinde
hiç münasebeti olmadığı halde komünistlere mahsus "yoldaş" kelimesini kullanarak zenginlere tarizde bulunduğunu
(sataştığını) ve aynı zamanda bu yazıda mektep sınıfından
bahsederken zengin ve fakir halk arasındaki çelişki ve ilişkiyi belirtmek suretiyle halk, zümre veya sınıflara dil uzattığı.
4- Hürsün başlıklı yazıda:
Bir serseri çocuğu ele alınmış, ergenlik çağına kadar
"sünnetini bile unutmuştur Kızılay" demek suretiyle cemiyetimizin bunun lehine hiçbir girişimi ve yardımı olmadığını, yalnız serserilerin izlenmesi dolayısıyle bekçilerce
kovalanıp karakola tıkıldığını, bunun haricinde ne bir ilgi
ve ne de bir dam (zarar) görmediğini söylemekte fakat "yol
parası çıkacak yakında, yaşın gelince asker olacaksın" demek suretiyle cemiyet ve hükümetin fakirlere karşı istismarcı (sömürücü) veya müstemlekeci (sömürgeci) bir vaziyette olduğunu gösterdiği.
5- Sünnet düğünü başlıklı yazıda:
Kendisi gibi fakirlerin eğlence tarzını, karikatürünü
yaptığını.
6- l-apur iskelesinde başlıklı yazıda:
Ev sahibinin kiracısına lokmasını zehir ettiğini, kafa tutan
kiracıyı sokağa attığını, parası olanların pazarları gezip eğlendiği halde fakirlerin bunları iskelelerde seyretmekle tatil
zamanını öldürdüklerini, "bizim gayretimiz getirir de yazı,
tadını başkaları çıkarır. - Ada vapurunu dolaş, çımacıdan,
ateşçi den gayri candan bir tanıdık bulabilir misin? Bakır yüzlü kadınların arasında bizim Cibalili kız işçileri, defterdarlı
arkadaşları göremezsin" demek suretiyle halkın zengin ve
fakir iki zümresi arasındaki yani varlıklı kimselerin baskıcı,
istismarcı, refah ve sefa içinde sıhhatli kimseler olduklarını,
fakir ve işçilerin birbirlerine candan bağlı, dayanıklı, gayretli, istirahat ve eğlenceden mahrum olduklarını belirttiği.
7- Ne diyebilirsin başlıklı yazıda:
Fakir bir işçinin akşam işten çıktıktan sonraki hayatını anlatıyor, geç vakit herkes nafaka peşinde koştuğundan konuşacak bir ahbap bulamıyor, parası olmadığı için bir meyhaneye gidemiyor. Kahvede halis kahve
bulamadığı için içemiyor, gazete okumak istiyor, sarhoşlar mani oluyor, parası olmadığı için bir şeye muvaffak olamıyor. Hulasa (özede) bir fakir işçinin umuma
mahsus her şeyden de mahrum ve yaşamı kısıtlı ve herkesin baskısına katlanmak zorunda olduğunu belirttiği.
8- Sayfiye başlıklı yazıda:
Bir bacağını kaybetmiş fakir bir amelenin Aksaray'da
yangın yerlerinde kışı geçirdiğini, sefalet ve ıstırap içinde
bulunduğunu, dilendiğini, kaşıntısını gidermek için denize girmesini ve boğaza gitmesini tavsiye ediyor. " Bırak şu
Aksaray' ı, zaten taşınalı adalara, ileri gelenleri mahallenin,
kalmadı işe yarayacak çöp tenekesi" bununla bu sakat fakirin mahallenin zenginlerinin çöp tenekesinden geçindiğini
ve bu zenginlerin adaya sayfiyeye gitmeleri yüzünden bu
fakirlerin nafakasının kesildiğini anlatmaktadır ki, bununla
zenginlerin çöp tenekelerinin bile fakirleri doyuracak derecede zengin olduğunu, bu müsrif zenginlerin bu israflarını
çöp tenekesine atmayıp bir fakire vermesini düşünmeyecek
kadar da bencil, acımasız ve cimri kimseler olduğunu göstermeğe çalıştığı.
9- Şubeye doğru başlıklı yazıda:
Bir işçinin askere gidişini tasvir ediyor. Bunda bilhassa
şunları gözlemliyor. Kahveci kendisini her zamandan daha
soğuk uğurluyor, lokantacı Mustafa son olarak uydurma
128 kuruş borç çıkarıyor. Bunu arkadaşı üzerine alıyor,
kunduracı ustasına uğruyor, alacağı olan sekiz lirayı istiyor,
usta vermiyor. Sonra, annene gönderirim, diye başından
savıyor. Şubeye gidiyor, saçlarından oluyor ve ilk geceyi
sevkiyatta uykusuz geçiriyor.
Bundan askere giden işçinin yalnız kendi yoldaşlarından yardım gördüğünü, artık kendisini sömüremeyecekleri
anlaşılınca kahvecinin kendisini soğuk uğurladığını, lokantacının kendisini soymak için hiç yoktan borçlu çıkardığını, patronundan alacağı olan ufak bir parayı alamadığını,
hülasa esnaf tabakalarının bile işçiyi en nazik zamanda da
istismar gayretinde bulunduğunu (Asker olanların ailelerine hükümetçe yapılan yardımdan habersiz görünmeğe)
çalıştığı.
10-Altın bilezik başlıklı yazıda:
Askerden gelmiş bir kundura işçisinin iş bulamadığını
tasvir ediyor: Çünkü (Askerlik dolayısıyle uzun müddet icra-i sanat edemediğinden) becerisini yitirmiş, bir taraftan
moda değişmiş, kar kesadı var. Nihayet eskici Halit'in yanında çalışmaktan başka çare kalmadığı:
Bundan da evvelki yazı ile birleştirilirse askere giderken
olduğu gibi geldikten sonra da işçilere kimsenin alaka ve
merhamet göstermediğini ve ancak kendi gibilerinin yardımına müftekır (muhtaç) kaldığını.
11- Karadayıya mektup başlıklı yazıda:
Cami avlusunda yatan sefillerin (yoksulların) hayatını
tasvir ediyor: Bu sefiller kendisini polis memuru sanarak
korkmuşlar. Sefil bir kadının kocasını vurgunculuk suçundan alıp götürmüşler, fakir bir memur, kıyafetinin kötülüğü yüzünden müdüründen laf işitmiş, kendisi de memur,
parasızlıktan artık içkiye hasret çektiği halde üsttekiler kendisini hala ayyaş sanıyormuş. Yazının ortasında hava ve kuştan bahseden şairlere taş atıyor ki bundan şu manalar çıkar:
Bu sefiller hükümetten merhamet değil korku bekliyorlar.
Zavallı bir sefili vurguncu diye götürüyorlar, müdür çıplak
bir memura acıyacak yerde bu halinden dolayı küçümsüyor ... Üsttekiler ve alttakiler aç halinden bihaber (habersiz)
el' an (şimdi) onu zevk peşinde sanıyor. Bu surette cemiyete
ve açıkça hükümete sataşma var. (Aş ocaklarını, fakir ve
memurlara mali yardımları unutmuş gibi görünüyor)
12- Çay başlıklı yazıda:
Bir zenginin görkemli bir çay ziyafetini tasvir ediyor. Bu
kıtlık ve pahalılık devrinde yapılan bu külfet ve masrafın
boşuna olmadığını, bu çay sayesinde kızına koca, apartımanına çimento ve kiracı, adamlarına iş buluyor. Bir taraftan Konyalı misafiri pokerde soyuyorlar, fakat bu Konyalı da zararın acısını ertesi gün pirince yaptığı zamla halkın
sırtından çıkarıyor, üst tarafı zenginlerin şımarıklık ve tafrasını (böbürlenmelirini) gösterdiği.
13-Akşamüstü başlıklı yazıda:
Sofu bir zenginin akşam hayatını tasvir ediyor, bu zenginin altın babası veya ticareti ile meşgul olduğunu, gazetelerdeki harp havadislerinin İnsani hislerine dokunmadığını, bilakis vuruşan kafirlerin birbirini kırdığına memnun
olduğunu, yalnız kendi işleri için allaha hamdü sena (iman)
ettiğini, Mısır radyosunu dinlerken Kenan (Filistin) diyarındaki kıtlık ve Mısır'ın ambarları kendisini alakadar etmeyerek yalnız (Zeliha' nın) üstün güzelliğinin hayaliyle
kendisinden geçtiğini, yani güya dindar fakat tamamen
maddi ve şehvete düşkün bir insan olduğunu, üstelik sofu
olan bu zatın çocuklarının tamamen modern olduğunu,
kızının Parkotel'de, oğlunun Ada'da hovardalık, mirasyedilik ettiklerini anlatmak istediği.
14- Ne yapmalı başlıklı yazıda:
Memleketimizde bu zamanda eline para geçen bir fakir
memurun çarçabuk nasıl zengin olabileceğini ve nasıl hayat
geçireceğini tasvir ediyor. Sonunda "sen de bilirsin para yemesini, alınteri ile kazandıktan sonra" beyti ile zenginlerin
havadan para kazandıklarını söylemek istediği.
15- Çil oğlan başlıklı yazıda:
Bu köy sığınmacının (çobanının) hayatından bahsediyor "ne geldi ise başına, ezandan geldi" diye dine taarruz
ediyor (saldırıyor), köyün ileri gelenlerinin başka köydeki
bir kahpeden istifade edebilmek için bunu getirip köylerindeki Çil oğlanla nikah etmek ve nihayet baskına uğratmak
suretiyle bu zavallının şerefiyle oynadıklarını tebarüz ettiği
(gösterdiği).
16- Köprü başlıklı yazıda:
Karadenizli bir gemi tayfasının ilk İstanbul' a gelişini
tasvir ediyor, köprünün, yani İstanbul'un içyüzünün kaptan ile tayfa (patron ile amele) arasında pay kavgasından
ibaret olduğunu tebarüz ettirdiği:
17- Halil dayı başlıklı yazıda:
Bir köylünün köyünü bırakıp İstanbul'a çalışmaya geldiğini tasvir ediyor. Bunda köyde bir zenginin oğlunun
Halil dayının bir başkasına nişanlı kızını kaçırdığını, namusuna dokunan bu hadiseden müteessir (etkilenmiş)
olan Halil dayının köyünden kaçmağa mecbur olduğunu,
esasen yarıcı (maraba) olan Halil dayının köyde karnı da
doymadığını, İstanbul'da yağlı bir kapıya girmişse de dört
duvar arasında esir gibi yaşadığını, dışarıya çıkmasına müsaade edilmediğini hasılı (kısaca), gönlü şen olmadığından
bu zengin konakta olduğu eğlencelerin kendisini tatmin
etmediğini belirttiği.
18- Besleme başlıklı yazıda:
Bir zengin ailenin bir besleme kızı yüzü gözü açılmasın
diye ilk tahsilini bile yaptırmadıkları, gelinlik vakti geldiği
halde bütün taliplerini reddederek elden çıkarmadıklarını
tebarüz ettirdiği.
19- Tosya zelzelesi başlıklı yazıda:
Bir zelzelenin neden olduğu bütün acılı olayları uzun
uzadıya tasvir ediyor. Daha ziyade köylü ve işçiden bahsediyor. Sonunda:
"Yaver yine pirinçlerini taşıyor Kalfaoğullarının, o çoktan unutmuştur, üç gündür beklediğini enkaz altında, arasıra hatırlayacaktır, gündeliğini verenlerle aynı kazandan
yediğini, herkes yine işinde, herkes yine yerindedir." demek suretiyle bir amelenin kıyametten numune olan bir
zelzelenin bütün fecaatini (felaketini) derhal unuttuğunu,
fakat, bu badirede yegane unutmadığı hadise kendi gündeliğini verenlerle aynı kazandan yemek yemesi durumu
olduğunu belirtmektedir.
Bu sonuç bu kitabın yazılmasındaki hedef ve gayeyi
göstermesi itibariyle çok önemlidir. Bundan işçinin yegane ümit ve temennisi patronun da kendisiyle aynı vaziyete
düşmesi, yani zenginlerin de fakirler derecesine indirilmesini göstermekten ibaret olduğu açıkça anlaşılmakta olduğu görülmektedir.
Maznun Rıfat Ilgaz gerek duruşmadaki ifadelerinde gerek yazılı müdafaasında bu kitapla solcu fikirler hakkında
propaganda yapmadığını, kendisinin realist bir şair olması
dolayısı ile cemiyetimizin bugünkü hayatından bazı parçaları aynen aksettirdiğini, kitabına sınıf ismini vermekle
halk ve İçtimai (toplumsal) sınıfları değil muallim (öğretmen) olmak dolayısı ile mektep sınıfını kastettiğini, kitabın
kabının da kırmızı kablı olmasının da bir manası olmayıp
göze çarpan bir reklam olduğunu beyan etmiş ise de:
Bu kitabın 19 parçadan düzenlenen muhtelif başlıklı
yazıları ayrı ayrı tetkik edildiğinde görülür ki: Baştan üç
parçası mektep çocuklarına ayrıldığı, diğer 16 parçanın
mektep ve talebe ile bir alakası bulunmadığı, bu parçaların hepsinde mevzu olan ya fakir veya zengin veyahut her
ikisi bir arada bir veya müteaddit (birden fazla) şahıslar ele
alınmış olduğu, halk arasındaki zengin ve fakir iki sınıf
veya zümre hakkında uzun uzadıya niteleme ve tasvirlerde
bulunulmuş olduğunu; binaenaleyh (bunun için) muharir
kitaba sınıf ismini vermekle umumiyetle zengin ve fakir iki
sınıf kasdettiğine şüphe bırakmadığı gibi bu şiirler toptan
mütalaa edilecek (üzerinde düşünülecek) olursa fakirlere
ait kısımlarda münhasıran (özellikle) ve umumiyetle (genellikle) işçilerin yoksulluğu, sefaletleri (iki kelime silindi)
ne zenginler tarafından ne de cemiyet ve hükümet tarafından düşünülmedikleri ve himaye edilmediklerini; saf, bencil, özgeçi, hoşgörülü, boyun eğen, katlanan, uysal olan bu
fakir işçilerin bilakis halk, cemiyet ve hükümet tarafından
insafsızca ve yüz kızartacak surette istismar edildikleri (sömürüldükleri) tebarüz ettirmekte olduğundan; zenginleri
tasvir eden kısımlarda ise zenginlerin umumiyetle, havadanpara kazanan, dalavereci, muhtekir (vurguncu), soyguncu,
insafsız, merhametsiz, müsrif, hodbin (bencil), zorba, hovarda, istismarcı kimselerden ibaret olduğu belirtilmekte
olduğundan maznunun işbu müdafaası varit görülmediği
(gerçek bulunmadığı) gibi; maznun Rıfat Ilgaz'ın kitabında
topladığı bu parçaları evvelce muhtelif mecmua ve gazetelerde teker teker neşrettiği (yayımlattığı), bundan dolayı
kendisine bir sorgu tevcih edilmediği (yöneltilmediği) halde bunların burada bir araya toplanmasına bir suç mevzuu
olmayacağı ve ehlivukuf (bilirkişi) raporunun bunu vurgular biçimde olduğu şeklinde müdafaası da: bu parçalardan
herhangi birisi başka bir mecmuada intişar ettiği (yayınlattığı) zaman realiteden bir parça olarak belki kabul edilebileceği veya cemiyetimizin realitesinin daha çok bundan
ibaret olduğu akla gelemeyeceği için belki itiraz ve koğuşturmaya takibata maruz kalamayacağı ve fakat bir kitabın
bütün içeriğinin baştan sona kadar bu gibi yazılardan oluşursa, yani daha çok zenginler aleyhinde ve fakir işçiler lehinde olursa memleketimizde realitenin bundan ibaret olarak gösterilmek istenildiği mana ve maksadı kendiliğinden
çıkacağı aşikar olduğundan, bu kitabın neşrindeki hedef ve
gayeyi de eserin sonundaki Tosya zelzelesi başlıklı yazının şu
son dokuz mısraı:
Yaver yine pirinçlerini taşıyor
Kaifa oğuilarının.
O çoktan unutmuştur, üç gündür
Beklediğini enkaz altında
Arasıra hatırlayacaktır
Gündeliğini verenlerle
Aynı kazandan yediğini.
Herkes yine işinde gücünde,
Herkes yine kendi yerindedir. açıkça gösterdiğinden ve kıyametten numune bir tabiat hadisesi olan bu zelzelenin bütün fecaatlerini bir işçiye derhal
unutturup yalnız gündeliğini verenlerle aynı kazandan yediğini hatırlaması ve "herkes yine işinde gücünde, herkes
yine kendi yerindedir." tarzında hayıflandırması, muharririn yegane ümit ve temennisinin işçi ile patronun aynı
vaziyete düşmesini görmekten ibaret olduğu ve pek az zamanda devam etmiş olan bu halin ortadan kalkmış ve eski
halin avdet etmiş (geri gelmiş) bulunmasına adeta müteessif (hoşlanmamış) ve müteessir (üzgün) olduğunu tebarüz
ettirmekten başka suretle yorumlanamayacağından işbu
müdafaası varit görülmemiştir (gerçekçi görülmemiştir).
ŞU HALE NAZARAN: Mevzuubahis kitap münderecatı
(içindekileri) itibarı ile işçilerin lehinde ve sermayedarlar
ve hükümet aleyhinde ve T.C.K.'nun 142. maddesinin tarifatı (tarif ettiği) dairesinde memleket dahilinde içtimai
bir zümreyi (toplumsal bir sınıfı) sermayedarları ortadan
kaldırmak gayesiyle yazılmış bir propagandadan başka bir
şey değildir. Bundan başka muharririn kendi ifadesine
göre öteden beri komünist olarak tanınmış Hasan İzzettin
Dinamo'yu mektep talebeliğinden beri yazılarını okumakla
tanıdığını veya yazılarını beğendiğini ve kendisiyle de son
zamanda İstanbul'da görüştükleri nazarı itibara (dikkate)
alınırsa maznunun öteden beri şahsen solcu fikirlere meluf olduğu (benimsemiş), bu halinin kanaatimizi teyit eder
mahiyette olduğu görülmüştür.
Bilirkişi raporuna gelince: Ehli vukuf bu kitap muharririn hasta ruhlu olduğunu, eserin hiçbir edebiyat değeri olmadığını söylemiştir. Şu halde kitap edipler (edebiyatçılar)
için değil üslup ve beyanın basitliği itibariyle avam için yazıldığı anlaşılıyor. Vukuf ehli bu kitap hakkında komünizm
propagandası yapmadığını belirtmişse de 142. maddenin
kapsamına girip girmediği hakkında bir mütalaada (fikirde) bulunmamıştır. Fakat daha evvel hükümet tarafından
bu kitabın içeriği muzır (zararlı) görülüp Heyeti Vekile
(Bakanlar Kurulu) karariyle toplattırılmış olduğuna göre
hükümetçe bu kitabın başka uzman heyetlere de tetkik
ettirilmiş olduğuna ve propaganda mahiyetinde görülmüş
olduğuna da şüphe yoktur. Mahkemenin tayin ettiği bilirkişi raporunda esasen etraflı bir inceleme ve tartışma ileri
sürmemiş olduğundan mahkememizce bu rapor inandırıcı
görülmemiş ve heyetimizin bu basit ifadeli kitabı tetkiki
neticesinde yukarıda izah edildiği veçhile (açıklandığı gibi)
memleketimizdeki zenginler aleyhinde ve bu zümreyi ortadan kaldırmağa matuf (yönelik) bir propaganda gayesiyle
yazıldığı kanaatine ekseriyetle varıldığından dolayı maznun
Rıfat Igaz'ın hareketine uyan T.C.K.'nun 142. maddesinin
1. fıkrası mucibince (gereğince) 6 ay hapsine ...
Reis
Tümgeneral
Y. Ziya yazgan
(İmza, mühür)
D. Hakimi
As. Ad. Hakim
Şahap Homriş
(Muhalif)
18
Aza
Tğm.
Osman Ebeköy
(İmza)
Bilirkişilerin, yazarların ruhlarının hasta olup olmadığı üzerine yürüttükleri, mahkeme kurulunun komünizm
propagandasının T.C.K.'nun 142. maddesinin kapsamına
girdiğini bilmedikleri bu duruşma sonunda verilen kararın
son bölümünden birkaç satırı bir kez daha okuyalım:
"Vukuf ehli bu kitap hakkında komünistlik propagandası
yapmadığını bildirmişse de 142. maddenin kapsamına girip
girmediği hakkında bir mütalaada bulunmamıştır. Fakat
daha evvel hükümet tarafindan bu kitabın muhteviyatı muzır görülüp heyeti vekile karariyle top/attırılmış olduğuna göre
hükümetçe bu kitabın başka ve mütehassıs heyetlere de tetkik
ettirilmiş olduğuna ve propaganda mahiyetinde görülmüş olduğuna şüphe yoktur. "