Gönderi

Rıfat Ilgaz, ilk kez, 1944 yılının Mayıs ayının 24'üncü gününde tutuklandı. Yargılaması tutuklu olarak yapıldı. 6 ay cezaya çarptırıldı. Bu cezanın nedeni Sınıf adlı şiir kitabıydı. Bu şiir kitabına ilişkin "Esbabı Mucibeli Hüküm" yalnız her hukukçuyu değil, her aydını da düşündürecek nitelikte. Yalnız hemen belirtmek gerekir ki, hükmü veren mahkemenin bir üyesi hukukçu, öteki iki üyesi askerdir. Karar şu: T.C. Tophane ÖRFİ İDARE KOMUTANLIGI İstanbul 1. Nolu Örfi İdare Mahke. 1 O/ Ağustos/944 Reisliği Esas:5 l 5 Karar: 512 ESBABI MUCİBELİ HÜKÜM (Gerekçeli Karar) Türk Ulusu adına adalet dağıtmaya mezun İstanbul 1. No.lu Örfi İdare (Sıkıyönetim) Mahkemesi: Reis: Tümgeneral Yusuf Ziya Yazgan D.Hakimi: As. Ad. Hakim Şahap Homriş Aza: Tğm. Osman Ebeköy den mürekkep olmak (oluşan) üzere 10/8/944 Perşembe günü Tophane'deki daireyi mahsusasında (özel idaresinde) iddia makamında askeri adli hakim Halit Ulusoy ve zabıt katibi yerine Suha Kızıltuğ hazır oldukları halde yabancı rejim lehinde propaganda yapmaktan suçlu ve tutuklu Nişantaşı Orta Okul öğretmenlerinden Mustafa Fatma'dan doğma 1327 doğumlu Hüseyin oğlu Rıfat Ilgaz'la suç ortağı ve tutuksuz Nişantaşı-Hacıeminefendi sokak Teşvikiye apartımanı 1. No.lu dairedeki kiracı Ayşe'den doğma Mustafa oğlu 330 doğumlu İhsan Devrim haklarında yapılan altı açık duruşmada irat ve ikame olunan delail (gelir yerine geçen deliller) ve tekrarlanan dosya münderecatına (içindekilere) göre aşağıdaki hükmü vermiştir: sanık Rıfat' ı tanımadığını ve bir fikir arkadaşlığı bulunmadığını, gayesinin tamamıyle ticari bulunduğunu; Mahkemece bilirkişi olarak seçilen bilirkişi raporlarında: Sınıf adlı kitabın muharririnin (yazarının) hasta ruhlu olduğunu, komünizm lehinde propaganda mahiyetinde olmadığını ve kıymeti edebiyesi de bulunmadığını ifade ve beyan ettikleri görülmüş; suç mevzuu olan Sınıf adlı şiir kitabının tetkikinde ise: 1- Çocuklarım başlıklı şiirde: Tahsil çağındaki çocukların yoksul ve aç olduklarını, geçimlerini sağlamak için hariçte çalışarak mektebe gelemediklerini, mamafih bu açların gözü tok, kendilerine değil diğerlerine acıyarak ve fisebilüllah (karşılık beklemeden) yardım edecek kadar diğerkam (yardımsever) sahibi insanlar olduğunu manası çıkıyor ve bu arada "Orta Asya'dan konuştuk laf kıtlığında'' demek suretiyle milliyetçiliğe taş attığı. 2- Remzi başlıklı parçasında ise: Bir fakir talebenin perişan halini tasvir ediyor "ne var bunda sıkılacak, utanmak bize düşer" demek suretiyle cemiyetimize dil uzattığı, çocuk dersini bilmiyor, fakat her şeyin piyasasını ve karaborsayı bildiğini ve bunun kendisine yeter olduğunu söylüyor "bilmediğin şahıs zamirleri olsun" demekle cemiyetimizin iç yüzüne tarizde bulunduğu (taş attığı). 3- Sınıf başlıklı yazıda ise: Bir zengin çocuğunun sınıftaki şımarıklık ve zorbalığını tasvir ediyor, bu çocuğun güya iyi adam olan babasının kapısının memleketin yalnız ileri gelenlerine açık olduğunu ve oğlunun herkesin başına beli olduğunu ve kendi servetlerine ait öğütlerini diğer çocuklara zorla dinlettiğini ve çiftliklerinde bir yanaşmanın oğlu olan "gözünü budaktan esirgemeyen Halil" ismindeki talebenin bu beyzadenin yakası açılmadık küfürlerini sineye çektiğini ve yine bu fakir çocuğu Halil'in gümrükçünün hesabına pazarda tuz satıp yumurta topladığını söylemek suretiyle zenginlerin genç ve ihtiyar hotkim (kendini beğenmiş), fakirlere fena muamele eden merhametsiz ve zorba kimseler olduğunu, fakirlerin ise zenginlerin tahakkümüne (baskısına) boyun eğen ve onların hesabına çalışan uysal, mütehammil (tahammül eden) diğerkam insanlar olduğunu belirtiyor. "bir baş soğanı yoldaş ederdin, saçta pişmiş mısır ekmeğiyle" beytinde hiç münasebeti olmadığı halde komünistlere mahsus "yoldaş" kelimesini kullanarak zenginlere tarizde bulunduğunu (sataştığını) ve aynı zamanda bu yazıda mektep sınıfından bahsederken zengin ve fakir halk arasındaki çelişki ve ilişkiyi belirtmek suretiyle halk, zümre veya sınıflara dil uzattığı. 4- Hürsün başlıklı yazıda: Bir serseri çocuğu ele alınmış, ergenlik çağına kadar "sünnetini bile unutmuştur Kızılay" demek suretiyle cemiyetimizin bunun lehine hiçbir girişimi ve yardımı olmadığını, yalnız serserilerin izlenmesi dolayısıyle bekçilerce kovalanıp karakola tıkıldığını, bunun haricinde ne bir ilgi ve ne de bir dam (zarar) görmediğini söylemekte fakat "yol parası çıkacak yakında, yaşın gelince asker olacaksın" demek suretiyle cemiyet ve hükümetin fakirlere karşı istismarcı (sömürücü) veya müstemlekeci (sömürgeci) bir vaziyette olduğunu gösterdiği. 5- Sünnet düğünü başlıklı yazıda: Kendisi gibi fakirlerin eğlence tarzını, karikatürünü yaptığını. 6- l-apur iskelesinde başlıklı yazıda: Ev sahibinin kiracısına lokmasını zehir ettiğini, kafa tutan kiracıyı sokağa attığını, parası olanların pazarları gezip eğlendiği halde fakirlerin bunları iskelelerde seyretmekle tatil zamanını öldürdüklerini, "bizim gayretimiz getirir de yazı, tadını başkaları çıkarır. - Ada vapurunu dolaş, çımacıdan, ateşçi den gayri candan bir tanıdık bulabilir misin? Bakır yüzlü kadınların arasında bizim Cibalili kız işçileri, defterdarlı arkadaşları göremezsin" demek suretiyle halkın zengin ve fakir iki zümresi arasındaki yani varlıklı kimselerin baskıcı, istismarcı, refah ve sefa içinde sıhhatli kimseler olduklarını, fakir ve işçilerin birbirlerine candan bağlı, dayanıklı, gayretli, istirahat ve eğlenceden mahrum olduklarını belirttiği. 7- Ne diyebilirsin başlıklı yazıda: Fakir bir işçinin akşam işten çıktıktan sonraki hayatını anlatıyor, geç vakit herkes nafaka peşinde koştuğundan konuşacak bir ahbap bulamıyor, parası olmadığı için bir meyhaneye gidemiyor. Kahvede halis kahve bulamadığı için içemiyor, gazete okumak istiyor, sarhoşlar mani oluyor, parası olmadığı için bir şeye muvaffak olamıyor. Hulasa (özede) bir fakir işçinin umuma mahsus her şeyden de mahrum ve yaşamı kısıtlı ve herkesin baskısına katlanmak zorunda olduğunu belirttiği. 8- Sayfiye başlıklı yazıda: Bir bacağını kaybetmiş fakir bir amelenin Aksaray'da yangın yerlerinde kışı geçirdiğini, sefalet ve ıstırap içinde bulunduğunu, dilendiğini, kaşıntısını gidermek için denize girmesini ve boğaza gitmesini tavsiye ediyor. " Bırak şu Aksaray' ı, zaten taşınalı adalara, ileri gelenleri mahallenin, kalmadı işe yarayacak çöp tenekesi" bununla bu sakat fakirin mahallenin zenginlerinin çöp tenekesinden geçindiğini ve bu zenginlerin adaya sayfiyeye gitmeleri yüzünden bu fakirlerin nafakasının kesildiğini anlatmaktadır ki, bununla zenginlerin çöp tenekelerinin bile fakirleri doyuracak derecede zengin olduğunu, bu müsrif zenginlerin bu israflarını çöp tenekesine atmayıp bir fakire vermesini düşünmeyecek kadar da bencil, acımasız ve cimri kimseler olduğunu göstermeğe çalıştığı. 9- Şubeye doğru başlıklı yazıda: Bir işçinin askere gidişini tasvir ediyor. Bunda bilhassa şunları gözlemliyor. Kahveci kendisini her zamandan daha soğuk uğurluyor, lokantacı Mustafa son olarak uydurma 128 kuruş borç çıkarıyor. Bunu arkadaşı üzerine alıyor, kunduracı ustasına uğruyor, alacağı olan sekiz lirayı istiyor, usta vermiyor. Sonra, annene gönderirim, diye başından savıyor. Şubeye gidiyor, saçlarından oluyor ve ilk geceyi sevkiyatta uykusuz geçiriyor. Bundan askere giden işçinin yalnız kendi yoldaşlarından yardım gördüğünü, artık kendisini sömüremeyecekleri anlaşılınca kahvecinin kendisini soğuk uğurladığını, lokantacının kendisini soymak için hiç yoktan borçlu çıkardığını, patronundan alacağı olan ufak bir parayı alamadığını, hülasa esnaf tabakalarının bile işçiyi en nazik zamanda da istismar gayretinde bulunduğunu (Asker olanların ailelerine hükümetçe yapılan yardımdan habersiz görünmeğe) çalıştığı. 10-Altın bilezik başlıklı yazıda: Askerden gelmiş bir kundura işçisinin iş bulamadığını tasvir ediyor: Çünkü (Askerlik dolayısıyle uzun müddet icra-i sanat edemediğinden) becerisini yitirmiş, bir taraftan moda değişmiş, kar kesadı var. Nihayet eskici Halit'in yanında çalışmaktan başka çare kalmadığı: Bundan da evvelki yazı ile birleştirilirse askere giderken olduğu gibi geldikten sonra da işçilere kimsenin alaka ve merhamet göstermediğini ve ancak kendi gibilerinin yardımına müftekır (muhtaç) kaldığını. 11- Karadayıya mektup başlıklı yazıda: Cami avlusunda yatan sefillerin (yoksulların) hayatını tasvir ediyor: Bu sefiller kendisini polis memuru sanarak korkmuşlar. Sefil bir kadının kocasını vurgunculuk suçundan alıp götürmüşler, fakir bir memur, kıyafetinin kötülüğü yüzünden müdüründen laf işitmiş, kendisi de memur, parasızlıktan artık içkiye hasret çektiği halde üsttekiler kendisini hala ayyaş sanıyormuş. Yazının ortasında hava ve kuştan bahseden şairlere taş atıyor ki bundan şu manalar çıkar: Bu sefiller hükümetten merhamet değil korku bekliyorlar. Zavallı bir sefili vurguncu diye götürüyorlar, müdür çıplak bir memura acıyacak yerde bu halinden dolayı küçümsüyor ... Üsttekiler ve alttakiler aç halinden bihaber (habersiz) el' an (şimdi) onu zevk peşinde sanıyor. Bu surette cemiyete ve açıkça hükümete sataşma var. (Aş ocaklarını, fakir ve memurlara mali yardımları unutmuş gibi görünüyor) 12- Çay başlıklı yazıda: Bir zenginin görkemli bir çay ziyafetini tasvir ediyor. Bu kıtlık ve pahalılık devrinde yapılan bu külfet ve masrafın boşuna olmadığını, bu çay sayesinde kızına koca, apartımanına çimento ve kiracı, adamlarına iş buluyor. Bir taraftan Konyalı misafiri pokerde soyuyorlar, fakat bu Konyalı da zararın acısını ertesi gün pirince yaptığı zamla halkın sırtından çıkarıyor, üst tarafı zenginlerin şımarıklık ve tafrasını (böbürlenmelirini) gösterdiği. 13-Akşamüstü başlıklı yazıda: Sofu bir zenginin akşam hayatını tasvir ediyor, bu zenginin altın babası veya ticareti ile meşgul olduğunu, gazetelerdeki harp havadislerinin İnsani hislerine dokunmadığını, bilakis vuruşan kafirlerin birbirini kırdığına memnun olduğunu, yalnız kendi işleri için allaha hamdü sena (iman) ettiğini, Mısır radyosunu dinlerken Kenan (Filistin) diyarındaki kıtlık ve Mısır'ın ambarları kendisini alakadar etmeyerek yalnız (Zeliha' nın) üstün güzelliğinin hayaliyle kendisinden geçtiğini, yani güya dindar fakat tamamen maddi ve şehvete düşkün bir insan olduğunu, üstelik sofu olan bu zatın çocuklarının tamamen modern olduğunu, kızının Parkotel'de, oğlunun Ada'da hovardalık, mirasyedilik ettiklerini anlatmak istediği. 14- Ne yapmalı başlıklı yazıda: Memleketimizde bu zamanda eline para geçen bir fakir memurun çarçabuk nasıl zengin olabileceğini ve nasıl hayat geçireceğini tasvir ediyor. Sonunda "sen de bilirsin para yemesini, alınteri ile kazandıktan sonra" beyti ile zenginlerin havadan para kazandıklarını söylemek istediği. 15- Çil oğlan başlıklı yazıda: Bu köy sığınmacının (çobanının) hayatından bahsediyor "ne geldi ise başına, ezandan geldi" diye dine taarruz ediyor (saldırıyor), köyün ileri gelenlerinin başka köydeki bir kahpeden istifade edebilmek için bunu getirip köylerindeki Çil oğlanla nikah etmek ve nihayet baskına uğratmak suretiyle bu zavallının şerefiyle oynadıklarını tebarüz ettiği (gösterdiği). 16- Köprü başlıklı yazıda: Karadenizli bir gemi tayfasının ilk İstanbul' a gelişini tasvir ediyor, köprünün, yani İstanbul'un içyüzünün kaptan ile tayfa (patron ile amele) arasında pay kavgasından ibaret olduğunu tebarüz ettirdiği: 17- Halil dayı başlıklı yazıda: Bir köylünün köyünü bırakıp İstanbul'a çalışmaya geldiğini tasvir ediyor. Bunda köyde bir zenginin oğlunun Halil dayının bir başkasına nişanlı kızını kaçırdığını, namusuna dokunan bu hadiseden müteessir (etkilenmiş) olan Halil dayının köyünden kaçmağa mecbur olduğunu, esasen yarıcı (maraba) olan Halil dayının köyde karnı da doymadığını, İstanbul'da yağlı bir kapıya girmişse de dört duvar arasında esir gibi yaşadığını, dışarıya çıkmasına müsaade edilmediğini hasılı (kısaca), gönlü şen olmadığından bu zengin konakta olduğu eğlencelerin kendisini tatmin etmediğini belirttiği. 18- Besleme başlıklı yazıda: Bir zengin ailenin bir besleme kızı yüzü gözü açılmasın diye ilk tahsilini bile yaptırmadıkları, gelinlik vakti geldiği halde bütün taliplerini reddederek elden çıkarmadıklarını tebarüz ettirdiği. 19- Tosya zelzelesi başlıklı yazıda: Bir zelzelenin neden olduğu bütün acılı olayları uzun uzadıya tasvir ediyor. Daha ziyade köylü ve işçiden bahsediyor. Sonunda: "Yaver yine pirinçlerini taşıyor Kalfaoğullarının, o çoktan unutmuştur, üç gündür beklediğini enkaz altında, arasıra hatırlayacaktır, gündeliğini verenlerle aynı kazandan yediğini, herkes yine işinde, herkes yine yerindedir." demek suretiyle bir amelenin kıyametten numune olan bir zelzelenin bütün fecaatini (felaketini) derhal unuttuğunu, fakat, bu badirede yegane unutmadığı hadise kendi gündeliğini verenlerle aynı kazandan yemek yemesi durumu olduğunu belirtmektedir. Bu sonuç bu kitabın yazılmasındaki hedef ve gayeyi göstermesi itibariyle çok önemlidir. Bundan işçinin yegane ümit ve temennisi patronun da kendisiyle aynı vaziyete düşmesi, yani zenginlerin de fakirler derecesine indirilmesini göstermekten ibaret olduğu açıkça anlaşılmakta olduğu görülmektedir. Maznun Rıfat Ilgaz gerek duruşmadaki ifadelerinde gerek yazılı müdafaasında bu kitapla solcu fikirler hakkında propaganda yapmadığını, kendisinin realist bir şair olması dolayısı ile cemiyetimizin bugünkü hayatından bazı parçaları aynen aksettirdiğini, kitabına sınıf ismini vermekle halk ve İçtimai (toplumsal) sınıfları değil muallim (öğretmen) olmak dolayısı ile mektep sınıfını kastettiğini, kitabın kabının da kırmızı kablı olmasının da bir manası olmayıp göze çarpan bir reklam olduğunu beyan etmiş ise de: Bu kitabın 19 parçadan düzenlenen muhtelif başlıklı yazıları ayrı ayrı tetkik edildiğinde görülür ki: Baştan üç parçası mektep çocuklarına ayrıldığı, diğer 16 parçanın mektep ve talebe ile bir alakası bulunmadığı, bu parçaların hepsinde mevzu olan ya fakir veya zengin veyahut her ikisi bir arada bir veya müteaddit (birden fazla) şahıslar ele alınmış olduğu, halk arasındaki zengin ve fakir iki sınıf veya zümre hakkında uzun uzadıya niteleme ve tasvirlerde bulunulmuş olduğunu; binaenaleyh (bunun için) muharir kitaba sınıf ismini vermekle umumiyetle zengin ve fakir iki sınıf kasdettiğine şüphe bırakmadığı gibi bu şiirler toptan mütalaa edilecek (üzerinde düşünülecek) olursa fakirlere ait kısımlarda münhasıran (özellikle) ve umumiyetle (genellikle) işçilerin yoksulluğu, sefaletleri (iki kelime silindi) ne zenginler tarafından ne de cemiyet ve hükümet tarafından düşünülmedikleri ve himaye edilmediklerini; saf, bencil, özgeçi, hoşgörülü, boyun eğen, katlanan, uysal olan bu fakir işçilerin bilakis halk, cemiyet ve hükümet tarafından insafsızca ve yüz kızartacak surette istismar edildikleri (sömürüldükleri) tebarüz ettirmekte olduğundan; zenginleri tasvir eden kısımlarda ise zenginlerin umumiyetle, havadanpara kazanan, dalavereci, muhtekir (vurguncu), soyguncu, insafsız, merhametsiz, müsrif, hodbin (bencil), zorba, hovarda, istismarcı kimselerden ibaret olduğu belirtilmekte olduğundan maznunun işbu müdafaası varit görülmediği (gerçek bulunmadığı) gibi; maznun Rıfat Ilgaz'ın kitabında topladığı bu parçaları evvelce muhtelif mecmua ve gazetelerde teker teker neşrettiği (yayımlattığı), bundan dolayı kendisine bir sorgu tevcih edilmediği (yöneltilmediği) halde bunların burada bir araya toplanmasına bir suç mevzuu olmayacağı ve ehlivukuf (bilirkişi) raporunun bunu vurgular biçimde olduğu şeklinde müdafaası da: bu parçalardan herhangi birisi başka bir mecmuada intişar ettiği (yayınlattığı) zaman realiteden bir parça olarak belki kabul edilebileceği veya cemiyetimizin realitesinin daha çok bundan ibaret olduğu akla gelemeyeceği için belki itiraz ve koğuşturmaya takibata maruz kalamayacağı ve fakat bir kitabın bütün içeriğinin baştan sona kadar bu gibi yazılardan oluşursa, yani daha çok zenginler aleyhinde ve fakir işçiler lehinde olursa memleketimizde realitenin bundan ibaret olarak gösterilmek istenildiği mana ve maksadı kendiliğinden çıkacağı aşikar olduğundan, bu kitabın neşrindeki hedef ve gayeyi de eserin sonundaki Tosya zelzelesi başlıklı yazının şu son dokuz mısraı: Yaver yine pirinçlerini taşıyor Kaifa oğuilarının. O çoktan unutmuştur, üç gündür Beklediğini enkaz altında Arasıra hatırlayacaktır Gündeliğini verenlerle Aynı kazandan yediğini. Herkes yine işinde gücünde, Herkes yine kendi yerindedir. açıkça gösterdiğinden ve kıyametten numune bir tabiat hadisesi olan bu zelzelenin bütün fecaatlerini bir işçiye derhal unutturup yalnız gündeliğini verenlerle aynı kazandan yediğini hatırlaması ve "herkes yine işinde gücünde, herkes yine kendi yerindedir." tarzında hayıflandırması, muharririn yegane ümit ve temennisinin işçi ile patronun aynı vaziyete düşmesini görmekten ibaret olduğu ve pek az zamanda devam etmiş olan bu halin ortadan kalkmış ve eski halin avdet etmiş (geri gelmiş) bulunmasına adeta müteessif (hoşlanmamış) ve müteessir (üzgün) olduğunu tebarüz ettirmekten başka suretle yorumlanamayacağından işbu müdafaası varit görülmemiştir (gerçekçi görülmemiştir). ŞU HALE NAZARAN: Mevzuubahis kitap münderecatı (içindekileri) itibarı ile işçilerin lehinde ve sermayedarlar ve hükümet aleyhinde ve T.C.K.'nun 142. maddesinin tarifatı (tarif ettiği) dairesinde memleket dahilinde içtimai bir zümreyi (toplumsal bir sınıfı) sermayedarları ortadan kaldırmak gayesiyle yazılmış bir propagandadan başka bir şey değildir. Bundan başka muharririn kendi ifadesine göre öteden beri komünist olarak tanınmış Hasan İzzettin Dinamo'yu mektep talebeliğinden beri yazılarını okumakla tanıdığını veya yazılarını beğendiğini ve kendisiyle de son zamanda İstanbul'da görüştükleri nazarı itibara (dikkate) alınırsa maznunun öteden beri şahsen solcu fikirlere meluf olduğu (benimsemiş), bu halinin kanaatimizi teyit eder mahiyette olduğu görülmüştür. Bilirkişi raporuna gelince: Ehli vukuf bu kitap muharririn hasta ruhlu olduğunu, eserin hiçbir edebiyat değeri olmadığını söylemiştir. Şu halde kitap edipler (edebiyatçılar) için değil üslup ve beyanın basitliği itibariyle avam için yazıldığı anlaşılıyor. Vukuf ehli bu kitap hakkında komünizm propagandası yapmadığını belirtmişse de 142. maddenin kapsamına girip girmediği hakkında bir mütalaada (fikirde) bulunmamıştır. Fakat daha evvel hükümet tarafından bu kitabın içeriği muzır (zararlı) görülüp Heyeti Vekile (Bakanlar Kurulu) karariyle toplattırılmış olduğuna göre hükümetçe bu kitabın başka uzman heyetlere de tetkik ettirilmiş olduğuna ve propaganda mahiyetinde görülmüş olduğuna da şüphe yoktur. Mahkemenin tayin ettiği bilirkişi raporunda esasen etraflı bir inceleme ve tartışma ileri sürmemiş olduğundan mahkememizce bu rapor inandırıcı görülmemiş ve heyetimizin bu basit ifadeli kitabı tetkiki neticesinde yukarıda izah edildiği veçhile (açıklandığı gibi) memleketimizdeki zenginler aleyhinde ve bu zümreyi ortadan kaldırmağa matuf (yönelik) bir propaganda gayesiyle yazıldığı kanaatine ekseriyetle varıldığından dolayı maznun Rıfat Igaz'ın hareketine uyan T.C.K.'nun 142. maddesinin 1. fıkrası mucibince (gereğince) 6 ay hapsine ... Reis Tümgeneral Y. Ziya yazgan (İmza, mühür) D. Hakimi As. Ad. Hakim Şahap Homriş (Muhalif) 18 Aza Tğm. Osman Ebeköy (İmza) Bilirkişilerin, yazarların ruhlarının hasta olup olmadığı üzerine yürüttükleri, mahkeme kurulunun komünizm propagandasının T.C.K.'nun 142. maddesinin kapsamına girdiğini bilmedikleri bu duruşma sonunda verilen kararın son bölümünden birkaç satırı bir kez daha okuyalım: "Vukuf ehli bu kitap hakkında komünistlik propagandası yapmadığını bildirmişse de 142. maddenin kapsamına girip girmediği hakkında bir mütalaada bulunmamıştır. Fakat daha evvel hükümet tarafindan bu kitabın muhteviyatı muzır görülüp heyeti vekile karariyle top/attırılmış olduğuna göre hükümetçe bu kitabın başka ve mütehassıs heyetlere de tetkik ettirilmiş olduğuna ve propaganda mahiyetinde görülmüş olduğuna şüphe yoktur. "
·
879 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.