J. K. Rowling (Robert Galbraith) 'in 'Akhilleus'un şarkısına bayılıyorum. Okuduğum en iyi kitaplardan biri.' gibi iddialı bir giriş ile başlıyor. Açıkçası
Brandon Sanderson gibi kendini kanıtlamış yazarların, tanıtımını yaptıkları kitaplara hep ön yargı ile yaklaşırım. Çünkü kaç tane bu şekilde okuduğum kitap varsa hep, kitaplarının sayfalarını bile açmadıkları yazarlara para karşılığı tanıtım yaptıklarını düşündürtecek kadar kötü kitaplardı.
Kitabın sonunda yazarımız
Madeline Miller 10 yıllık bir yazım serüveninin sonucunda bu eseri ortaya çıkarttım diyor. Kitap herkesin bildiği üzere
İlyada destanının öncesinde yaşanılanları Patroklos'un gözünden aktarıyor bize, bir nevi
İlyada destanının romanlaştırılması da diyebiliriz, bu konu da yazarın cesaretini tebrik ediyorum çünkü çok zorlu bir kulvar seçmiş ilk kitap olarak kendisine.
10 senede yazılmış bir eser olduğunu vurguluyor yazar, bunun bir satış politikasımı olduğu bilinmez ancak
Homeros kitap için konuyu vermiş, kurguyu yaratmış, karakterleri oluşturmuş, Tanrıların soy ağacına kadar her türlü olay örgüsünü yaratmış, yazar bu konuyu nasıl farklı bir açıdan işlerim diye düşünmüş ve son zamanlarda da Netflix sayesinde de oldukça revaçta, tartışma konusu olan Lgbt'yi katarak hikayeyi geniş kitlelere yaymayı denemiş ve görünürde başarılı olmuş diyebiliriz.
İlyada destanında, adının bile geçtiği yerlerde tüylerim diken diken olan Akhilleus'un erkek sevgilisi Patroklos ile dostluğunu(?) okuyoruz. Evet, yukarıda da belirttiğim gibi ana karakterimiz bir eşcinsel ve kitap da bol bol erkek erkeğe sevişme bölümleri mevcut. Neyse bir daha bu konuya değinmeyeceğim.
Kitap da beni asıl içine çekemeyen şey, karakterlerin psikolojileri ve analizleri. O
Odysseia destanlarında beni benden alan Diomedes ve Odysseus, bu kitap da sürekli birbirleri ile atışan, savaşa adam toplayan Agamemnon'un hizmetkarları gibi silik tiplerdi.
İlyada destanında savaş alanını inleten Akhilleus bu kitap da ne istediğini bilmeyen, çocuksu, sanki Truva savaşını kazandırtan kendisi değilmiş gibi silik bir tipdi. Ayrıca sonlara doğru kız gibi savaşmayacağım diye sürekli nazlı nazlı trip atması beni çileden çıkarttı.
İlyada destanını hiç okumasaydım, Antik Yunan mitolojisi hakkında hiçbir bilgim olmasaydı o zaman kitabı çok sevebilirdim ancak
Madeline Miller 'ın işlediği karakterler arasında dağlar kadar fark vardı. Yani on küsür yıllık Truva savaşını, savaşın en kritik dönüm noktası olan Menelaos ile Paris'in teke tek dövüşünü, Hektor ve Akhilleus'un dövüşünü 30-40 sayfada anlatıp geçiştiren yazar, geri kalan tüm boşluğu Akhilleus'un savaştan kaçmasını, annesi Thetis ile konuşmasını ve Patroklos'un kıskançlığını anlatıyor ve bu kitap 21. yüzyılın en çok okunan kitapları arasında. İlginç...
İnsanlar maalesef geneli göremiyor, ağzına bal çalınan hep o tatlı sonları görüyor. Kitabın son 30 sayfası çok iyiydi, direk son sahnenin etkisinde kalsaydım böyle bir inceleme yazmazdım ancak kitabın genelini ele aldığımda elimde fazladan hayal kırıklığından başka bir şey kalmıyor.
Çok okunan kitaplara hep bir önyargı ile yaklaşacağım artık, daha önce de en az bu kitap kadar popüler olan