Gönderi

708 syf.
10/10 puan verdi
·
26 günde okudu
Asırları deviren eser İlyada… Bu destan on yıl süren bir savaşın İyonya ozanı tarafından kaleme alınmıştır. Destan adını Truva anlamına gelen İlios kelimesinden alır ve savaşın yalnızca 10. yılının kısa bir süresini, yani savaşın bitmek üzere olduğu dönem anlatılır. Bu destanı uzun soluklu bir okuma süreciyle, bol bol notlar alarak bitirdim ve diğer incelemelerimin aksine aldığım notları parça parça anlatmak istiyorum. Yazıya geçmeden önce bu destanı A. Kadir ile çeviren Azra Erhat’tan bahsetmek isterim. Kendisi deneme ve inceleme yazarı, çevirmen, filolog (eski Yunan ve Roma dilleri uzmanı), arkeolog ve düşünce insanı. Hayatını tam anlamıyla bilime adadığını söyleyebiliriz. Tüm bunların yanında Azra Erhat, İlyada ve Odysseia gibi destanları bizlere kazandırmıştır. Öncelikle Yunan Mitolojisinde kadının yerinden bahsetmek isterim. Bu konuya değinmemin nedeni Homeros’un destanlarında kadınları olayların merkezinde okuma şansı buluyor olmamız. Mitolojiye baktığımızda, her erkeğin evin hanımı olarak sevip saydığı bir karısı olduğunu görürüz. Bu yalnızca evlendikleri kadınlar için geçerli değil, örneğin İlyada’da örneklerine rastladığımız tutsaklar için de bu durum geçerlidir. Erkekler savaştıkları kentleri yağmalayarak alınan tutsakları da, eğer bu kadınlar güzel ise “asıl karıları gibi” sever ve sayarlar. Bunun bir bir örneği Agamemnon’un, Khryseis’i karısı kadar üstün tuttuğunu söylemesi, bir diğer örneği ise Akhilleus’un Briseis için savaştaki tutumunu değiştirmesidir. Kadınların etkisinin savaşın kaderini bolca değiştirdiği destanda bu unsura yeri geldiğinde yeniden değineceğim. Peleusoğlu Akhilleus, tanrıça Thetis’in oğlu, İlyada destanının merkezinde diyebileceğimiz en yiğit, savaşçı Akhalardan biridir. Savaşa katılma nedenini anlatmak için diğer tüm akhakaların nedenini bilmek gerekir: Zamanında, dünyanın en güzel kızı denilen Helena ile evlenmek için pek çok erkek talip olmuştur. Sonunda Helena’nın, kocasını kendisi seçmesi kararı alınmış, ancak bunun ardından çıkabilecek anlaşmazlıkları önlemek için orada bulunan her erkeğin, ne olursa olsun Helena’yı koruyacaklarına yemini etmeleri istenmiştir. Öyle ki bu yemin yıllar sonra 10 yıl sürecek bir savaşı doğuran yemindir… Helene Troya Prensi Paris tarafından kaçırılmasının ardından kocası, Truva kentine savaş açar ve zamanında Helene’yi koruma yemini olan tüm erkekler savaşa çağırılır. Bunlardan biri Patroklos’tur. Sonraları savaşın akışını değiştiren, Akhilleus’un can dostu Patroklos… Ancak Akhilleus bu yemini edenler arasında değildir. Savaşa katılmak onun yazgısında vardır: “Anam! Kısacık bir ömür sürmek için doğurdunsa beni, bari göklerde gürleyen Olymposlu Zeus ün bağışlasaydı bana, ne olurdu.” Akhilleus’un annesi Thetis, zamanında oğluna iki seçenek sundu: uzun ancak ünsüz bir yaşam, kısa ancak geride kahramanlık ünü bırakacağı bir yaşam. Akhilleus ise sessiz sakin bir yaşam yerine kahraman olmayı seçmiştir; onun yazgısı, Truva savaşının kahramanı olarak ölmektir. Burada biraz savaşın akışına dönelim. 10 yıl durmadan savaşan savaşçıların evlerine geri dömek arzunuyla tutuştukları anlardan birinde, Zeus Nestor kılığında Agememnon’un rüyasında görünüyor. Savaşı yeneceğini, harekete geçmesi gerektiğini tembihliyor. Agememnon ise savaşçılara “Troya’yı almak artık bize hayal oldu” şeklinde ters psikoloji uygulayarak askerlerin savaşmaya olan güç ve motivasyonlarını ölçüyor. Zaman zaman tanrıların dahil olmasıyla savaşın akışının değiştiğine şahit oluyoruz. Bunun yanında Homeros, savaştaki tarafları anlatmak adına sembolik kullanımlara başvuruyor. Buna örnek olara Thersites’i verebiliriz. Hakkında “Akhilleus’un çirkin ikizi gibi” denilen Thersites kimi zaman savaşın düzenini bozacak, Akhilleus’u hedef alacak nefret söylemleri söyler. Burada Thersites aslında, hiyeraşik düzene karşı itaati reddeden tüm o savaşçıları temsil eder. Nitekim burada “Eğer yönetecek kişi bu yetkiyi tanrıdan almıyorsa ben ona neden itaat etmeliyim?” şeklinde bir anlayış vardır. Akışın bu bölümünde Akhilleus’un savaşa tutumunu değiştirmesine neden olduğundan bahsettiğim bir kadın karaktere geliyoruz. Agememnon için; “Saygısızlık etti Akhilleus’a, en üstün yiğidimize,/ aldı onur payını, yoksun bıraktı onu.” denilir. Burada onur payı olarak bahsedilen, savaşta Akhilleus’un kendisi için esir aldığı Briseis’tir. Agememnon Briesis’i kendi için ister ve onu yanına alır.“Esir alınan” ifadesine rağmen Akhilleus’un Agememnon’a, ileride savaşmayı reddetmeye kadar götürecek bir düşmanlık beslemesine sebep olan bir unsurdan bahsediyoruz: Kadın. İşte burada inelemenin başında yazdığım, mitolojide kadının yerine dair bir örnekle karşılaşıyoruz. Savaş anlatısı sırasında araya sıkıştırılan, farklı mitolojik unsurlardan izler taşıyan bölümler var. Bunlardan biri: Gök gürleten Zeus’un öfkesinden toprak inliyordu;/ hani bir zamanlar Arimos dağlarında kızmıştı Typheus’a/ Typheus’un ini oradadır derler…” şeklindeki bölümdür. Akhaların savaşa gittikleri meydan anlatılırken bahsedilen bu bölümdeki olay, vücudu Skylaa’yı andıran ve Yunan mitolojisine göre en güçlü ve ölümcül yaratık ile Zeus’un savaşı olayıdır. Zeus ve diğer adıyla Typhon, binlerce yıl savaşmışlardır. Zeus Aegipian’ın zehirli meyveleri sayesinde Typhon’u yenmeyi başarınca onu, Etna dağının üzerine yığacak şekilde Tartaros’un derinliklerine hapsetmiştir. Burada bir ek bilgi verecek olursam: Homeros’a göre Tartaros çukurundaki alev rüzgarlarının sebebi Typhon’un yakıcı nefesidir. Yeniden Akhilleus’a dönelim. Agememnon’un “onur payına” saygısızlık etmesine bir protesto niteliğinde çadırına çekilip savaşa katılmayı reddediyor. “Güzel saçlı Thetis’in oğlu bile, işte bakın, Akhilleus bile uzak duruyor savaştan, gemilerin yanında sindiriyor yürekler acısı öfkesini.” Oysa Akhilleus’un yazgısında Hektor’u öldürerek ün kazanmak vardı. Aslına bakılırsa Akhilleus ve Hektor’un düşmanlığı bunun öncesine dayanır. Hektor’un karısı, onu yalnız bırakıp sonu olacağı bir savaşa gitmemesi için sarfettiği sözler arasında şöyle der: “…yüksek kapılı Thebe’yı yerle bir ettiği gün,/ tanrısal Akhilleus öldürdü babamı,/ Eetion’u öldürdü…” Burada bahsedilen olay, Placos isimli bir tepenin eteğinde kurulan kentin, Hektor’un karısı Andromakhe’nin Babası Eston tarafından yönetilirken Akhilleus tarafından tahrip edilmesi olayıdır. Olayı daha fazla dağıtmadan Akhilleus’un savaşmayı bırakmasından sonra gelişen durumlardan devam edelim. Bu bölümde işin içine Patroklos giriyor. Akhilleus elini savaştan çekmiş, küskün halde çadırında otururken, onun can dostu Patroklos yaralı Euryplos’un tedavisine yardım eder. Patroklos için bu bölümde şöyle söylenir: “acıları dindiren ilaçlar ko üstüne,/ bu ilaçları Akhilleus öğretmiş sana,/ o da Kentaurların en iyisinden öğrenmiş, Kheiron’dan…” Patroklos’un Akhilleus ile tanışması, kaza ile bir çocuğu öldürüp sürgün edilmesiyle olmuştur. Hatta ileride Akhilleus Patroklos için “…Menoitios’un saldırgan oğlu” ifadesini kullanmıştır. Nitekim bu sürgün sayesinde Akhilleus ile tanışmış; ikili arasında kopmaz bir bağ gelişmiştir. Alıntıda bahsedilen Kheiron, sentor olarak bilinen yarı at yarı insan; yarı insanların en akıllı ve bilgilisi olarak bilinir. Akhilleus onun tarafından eğitilirken, ayrılmaz bağlar geliştirdiği arkadaşı Patroklos da onunla gelir. Haliyle bu ilaçları onunla öğrenmiştir. Bu arkadaşlığın trajik bir sonu var. Bir gün Patroklos, Akhilleus’un silahlarını giyinip savaş meydanına çıkıyor. İnadından vazgeçmeyen Akhilleus, arkadaşının fazla ileri gitmeyip geri döneceğini umut ediyor ancak o, bu sırada Hektor’un kargısıyla can veriyor. “Gemilerin yanında yatıyor Patroklos’un ölüsü, ne ağlayanı var, ne gömeni. unutmam onu canlılar arasındayken, dizlerim tutana dek unutmam onu. unutulsa bile Hades’te ölüler, ben yine anacağım sevgili dostumu.” İşte burada Akhilleus, ünü seçtiği kısa hayatıyla yüzleşiyor. Annesi tanrıça Thetis duyunca oğlunun feryatları, denizlerin üstünden geliyor oğlunun yanına. Yere kapanmış, Patroklos’un ölüsüne sarılmış; hüngür hüngür ağlarken buluyor onu. İşte burayı okurken, ilk kez, acaba Akhilleus yaptığı seçimden kısa süre için de olsun pişman olmuş mudur diye düşündüm. Dostuyla sessiz sakin ve belki iz bırakmadan yaşayıp gideceği bir hayatı; uğruna dostunun ölüsünü görüp, kısacık bir yazgıya tercih etmeyi bir kere dahi olsun düşünmüş müdür? Sanırım bunu hiç öğrenemeyeceğiz. Akhilleus henüz yeni doğmuşken, annesi Thetis onu, baş aşağı bir şekilde Cehennem nehri anlamına gelen Stkys Irmağına batırmıştır. Böylece suyun temas ettiği yerler ölümüz olacaktır. Temas etmeyen yer ise annesinin onu suya batırırken tuttuğu ayak topuklarıdır. Yası intikam hırsını besleyen Akhilleus, Hektor’u öldürmüş, ardından da ayak topuğundan Paris tarafından vurularak öldürülmüştür. Günümüzde “Akhilleus’un topuğu” ifadesi, insanın zayıf yönünü ifade eden bir deyimdir. Savaşın sonunda Akhalar Troya’yı ele geçirmeyi başarır. Ancak her iki tarafın da kazanan olduğunu söylemek zordur, çünkü kayıplar hep daha fazladır.
İlyada
İlyadaHomeros · Türkiye İş Bankası Yayınları · 20147,4bin okunma
··
672 görüntüleme
Nami Swan okurunun profil resmi
Bayıldıııım🥰
Tuana okurunun profil resmi
teşekkürleer!!
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.