Gönderi

Biz Zafer Kazanacağız, Çünkü Biz Haklıyız (Kafkas Gazetesi, 03.10.1992) 1985 yılında Sovyetler Birliği'nde “baş gösteren” fırtınalı olaylar Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti'ni de etkisi altına almıştı. Bunu anlamak zor değil. Çünkü bizim milletimiz de başkaları gibi “vahşi imparatorluk kazanı”nda yanıyordu. Ve demokrasi dalgalarına kolayca katıldı. Ben şimdi bu hadiselerin son dönemleri hakkında söz söylemek istiyorum. 1990 yılının 27 Kasım’ında Çeçen milletinin Büyük Kongresinde bağımsızlık kararı alındı. Bu milletlerarası kurallar çerçevesinde idi. Milletimizin isteğini o zamanki Çeçen-İnguş Şuralar Meclisi'ne ulaştırdık. Milletin meclisi milletin isteğine kulak vermek yerine baskıyı artırdı. Totalitarizm arabasını milletin üstüne gönderdi. Böyle bir zamanda dünyayı ayağa kaldıran 1991 yılı Ağustos ayı hadiseleri bizi de etkiledi. Çeçen-İnguş Şura Meclisi ise Moskova'da Gorbaçov'a karşı darbe zamanında susmakla yetindi. Hatta bazı yerlerde Moskova darbesini desteklediler. Böylesi durum gerginliği artırdı. Darbeciler bir taraftan Naur ve Grozni cezaevlerindeki sakinleri kaçırttılar, diğer taraftan onlara karşı asker çağırdılar. Bizim için 1944 yılındaki gibi senaryo hazırlamışlardı. 1944 yılında da böyle provokasyon ile milletimizi sürgün etmişlerdi. Şimdi de 500 araba güya köy işlerinde çalışmak için sınırlarda bekliyorlardı. Sonradan öğrendik ki bu araçların içinde askerler ve silahlar varmış. Bu İçişleri Bakanlığı (MVD) Devlet Güvenlik Komitesi’nin (KGB), Çeçenleri sürgün etmek için başladığı operasyon iken, 500 bin Çeçenin tren istasyonlarına taşınmasını planlamışlardı. 1944 yılında da barış maskesi altında jenoside (soykırım) başlatmışlardı. Bakanlar Kurulu'nda da bu tırlar nereden geldi, kim çağırdı sorularına kimse cevap veremedi. Bu arada biz Çeçen milliyetçileri için bir cezaevi hazırlandığını öğrendik. Buna rağmen Çeçen Milli Kongresi’nin İşçi Komitesi, “Eski sistemi istemiyoruz, demokrasi istiyoruz” şeklinde karar aldı. Bu kararla biz güç kullanmak değil, demokrasi yoluyla bu işi gerçekleştirmek istediğimizi açık bir şekilde ifade ettik. Aydınlar, ilim adamları, hukukçular, yazarlar bizi desteklediler. Biz Millet Meclisi adını taşıyan, millete karşı görünenlerin işine son vermek için bildiri yayınladık. Sebep ise şöyle idi: 1- Çeçen-İnguş Şura Kongresi (Millet Meclisi) Moskova darbesini destekleyip millet ve kanun önünde kendini rezil etti. 2- Çeçen ve İnguş halkları bağımsızlık yolunu seçtiler. Bu isteği millet meclisi desteklemedi ve millet büyük kongre düzenledi. Dolayısıyla Şura Kongresine yer kalmadı. 3- Şura Kongresi'nde seçimler KPSS (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) kuralları arasında yapılmıştı. Moskova darbesinden sonra da KPSS dağıtıldı. 4- Çeçen İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adı değişti ve Çeçen Cumhuriyeti oldu. Bu bir esastır. 5- Çeçen milletinin büyük kongresi halkın büyük çoğunluğu tarafından tanındı. Biz Çeçen halkı adına söylerken, yıllardır müstemleke olan milletin adına söylüyoruz. Bu temsil yetkisini büyük kongre verdi bize. Müstemleke halindeki milletler kendi kaderlerini kendileri çizmelidir. Bu gerçeği herkes biliyor. Zaten biz Temsil Edilmeyen Milletlerin Milletlerarası Teşkilatına üyeyiz. Bu teşkilat bizim haklılığımızı kararlaştırdı. Onun uzmanları geldiler ve her şeyi yerinde öğrendiler. Ama Rusya'da bize, Rusya'nın parçası demeğe devam ediyorlardı. Biz ise kendimize kendi milletimizin mensubu ve kendi devletimizin vatandaşı demek istiyoruz. Çünkü vatandaşlar ancak kendi devlet ve milleti önündeki sorumluluklarını yerine getirecekler ve aynı zamanda kendi kendileri olabilirler, kendilerini savunabilirler. Hürriyet, bağımsızlık ürünüdür. Kendini ifade etmesi için her bir insanın arkasında devleti, vatanı olmalıdır. Bunun için bizde vatandaşlık hakkında kanun kabul etmek çok önemli bir iş idi. Vatandaşlık Çeçenleri hakaretlerden, benimsememezlikten, büyük Rus devleti tarafından ezilmekten kurtardı. Her insan kendi evinde yaşamak istiyor. Başkasının yahut komşusunun evinde bir gün yaşamak insan için bir gününü kaybetmektir. İnsan kendi evinde yaşarsa kalbi rahatlar, fikrinde uyanış olur, teşebbüs ve çalışma isteği hisseder. Ama aynı zamanda bu evin kapısını kapatmada da menfaattar değil. Biz Çeçenistan’ı kapalı kapılar içinde değil, dünyaya açık demokrasi içinde yaşatmak istiyoruz. Bulgaristan, Arnavutluk, Çin, Yugoslavya... dışarıya kapalı idi. Neticeleri gözümüzün önündedir. Biz Çeçenistan Cumhuriyeti'ni kurarken inanç meselesine itibar etmeliyiz. İnanç bizim bütünlüğümüz, inanç bizim mücadele gücümüz, inanç geleceğimizdir. Bunun için gerçekleri kendi adı ile söylememiz ve birkaç on yıllardır bizim inancımızın ayaklar altına alındığını, bizi inançtan uzaklaştırdıklarını söylemeliyiz. Bize daima tanrı aramaya başladılar. “Sizin kaderiniz onların elinde” diyorlardı ve onları bizim kurtarıcımız olarak gösteriyorlardı. Ama biz gerçek tanrı ile sahtesinin farkında değildik. Fakat söylemek yasaktı. Ama bugün bu yasakları yasaklamak istiyoruz. Allah’a inancımızı açık söylüyoruz. Kendi devletimizi nasıl kurmalıyız? Tabii ki milletlerarası kurallar var. Ama biz demokratik devlet kurarken millî gelenekleri, millî ortamı da hesaba katmamız gerekiyor. Biz Çeçen milleti olarak kendi adımızı, kendi sesimiz ile söylemek istiyoruz. Biz kendi milletimizi kendimiz savunmak istiyoruz. Çeçenistan'da yaşamakta olan başka milletleri kendi vatanlarına göndermek niyetimiz yok. Onlar milletimizin aziz misafirledir. Misafirlerin yeri baş üstündedir. Zaten Çeçenler başka millet tarafından ezildiler, şimdi kendileri “baskıcı millet” durumuna düşmez, düşmek istemez. Şayet milletlerarası hükümler, bizim bu girişmelerimizi insan haklarına aykırı dese, biz onları düzeltmeye kendimizde güç bulabiliriz. Çünkü bizim hedefimiz demokratik bir hukuk devleti kurmaktır. Bugün bizde kanunlara, sözlere kimse güvenmez. Elini Kur’an-ı Kerim'in üstüne koyarak yemin eden yönetici ve lider istiyor millet. Zaten bundan çekinen lider, lider değil, belki maçtan utanan bedbahttır. Evet, bugün milletin hakiki lidere ihtiyacı var. Bizim halk, kendi liderini seven, onun arkasından yürüyen onunla ölüp onunla dirilen halktır. Bunun için devletimizde başkanlık, başbakanlık, meclis reisliği görevlerine sıradan insanların, kabiliyetsiz kişilerin gelmesini engellemek gerekiyor. Aksi takdirde onlar önemli bir dönemde millet ve devlet kaderi ile oynayabilirler. Çünkü biz Sovyet sistemi etkisi altında büyüdük. Aramızda oyun dersi almayanlar az. Zaten Rusya'nın ümidi bu oyunculardadır. Kanun kabul edilirken oyuncuların iktidara gelmemeleri için uğraşırız. Darbelerin kolay kolay gerçekleşmemesi için demokrasi kurallarına geniş yer veriyoruz. Hakimiyetin üç kanadı, yasama, icra ve yargı terazisinin aynı güçte olmasına dikkat ettik. Yolumuz kolay değil. Ama biz demokrasiyi gövde gösterisi olarak kullanmayı hedef etmedik. Zor olsa da hakiki demokrasi köprüsünden geçmeye karar verdik. Kanunlar milletin kararıdır. Milletin sözüdür. Milletin talebidir. Bugüne kadar kanunlar Komünist Parti'nin emri idi. Bundan sonra kanunlar halkın emri olacak. Böyle durumda bir tehlike karşısında kaldığımız zaman halk kendi emrini, kanunlarını, devletini savunmaya çıkacak. Aksi takdirde devlet başka, hükümet başka, millet başka halde, hayat devanı eder. Ve bir gün tehlike karşısında yalnız kalmamız mukadderdir. Ben tehlike halinde, çok söylüyorum, çünkü biz sürekli tehlike karşısında kaldık. Üç yüz yıla yakın dönemde başımızdan bu tehlike gitmedi. Sürekli savaş içinde kaldık. Bizi savaşa sürüklediler. Çeçenler çabuk kızıyor. Kanı kaynayan millet diyorlar. Buna rağmen Moskova darbesi zamanında Grozni’de birkaç provokasyon olaylarını halkımız sağduyu ile karşıladı. 12 gün devam eden olaylarda okul, çevre yolları ve yan sokaklara hakimdi milletimiz. Şayet biz provokasyona katılsaydık hemen boğardılar. Başımız üstünde ejderha bekliyordu. Tanklar, roketler, helikopterler bekliyordu. Çeçenistan Kafkasya'nın kalbidir. Çeçenistan’ın servetleri, Çarları rüyalarında da heyecana salmış. Bu servetlerden ayrılmak istemiyorlar. Sovyetler zamanında biz ne servet sahibi olduğumuzu bilmiyorduk. Her şey saklanıyordu. Servetin varlığını bilirdik ama ne kadar olduğunu, nereye gittiğini bilmiyorduk. Aynı zamanda zengin olan fakir idik. Zengin fakirler kelimesi bize aittir. Biz barış yolunu seçtik. Savaş yolunu istemedik. Bunun için Baltik cumhuriyetleri, Finlandiya, İsveç, Kuzey Kore, Almanya, İtaya ve Belçika devletleri bizim hareketimizin meşru olduğunu söylediler. BM de bizi doğru yolda diye değerlendirdi. Biz Kafkasya halkları ile bir arada iş yapsak, birleşmeyi, bütünleşmeyi sağlasak istiklalimizi kazanma imkânımız olur. Bizim bağımsızlık yolumuz Kafkasya’nın bütünlüğünden geçiyor. Kafkasya'da yaşayan halkların hepsi için bir tek bu yol vardır zaten. Rusya'dan Kafkasya’yı parça parça etmek isteği fışkırıyor. Profesör Razgon’in araştırmalarına göre Kafkasya'da, Çar-Kafkas savaşının öncesinde 1.5 milyon Çeçen ve İnguş yaşıyordu. Sonra 300 bin insan kaldı. Bu savaşta Çeçenler 1 milyondan fazla insanı kaybetseler de azatlık, hürriyet, bağımsızlık ruhunu kaybetmediklerini ve kaybetmeyeceklerini ispatladılar. Kafkasya savaşı Çeçenler arasında büyük liderler, kahramanlar, kumandanlar yetiştirdi. Onlar hakkında önce Çar sansürü her şeyi gizledi, sonra Sovyet sistemi tarihi susturdu. Çar, Kafkas savaşında Çeçenlere diz çöktürmek, sonra başlarını kesmek istemişti. Buna rağmen Çeçen halkı Rus halkı ile ilişkilerini korudu. Hatta barış anlaşmaları imzalamaya gitti. Bu ise, Çeçenler vahşi halktır diyenlere ders olmalıdır. General Yermolov'un katliam, zulüm ve baskısından 8-10 yıl evvel Çeçen milletinin kahramanı Beybulat Temiev, Çeçen köylerinde 110 aksakallıya Rusya'ya karşı savaş yapmamaları için yemin ettirmişti. Ama Ruslar bu barış isteğini anlamadılar, Yermolov’u Kafkasya’ya gönderip katliam yaptılar. Yermolov köyleri yaktı, insanları diri diri gömdürdü. Yermolov, Çar’a gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Çeçenleri köşeye sıkıştırdık. Onlar kabile kabile olarak dağlarda yaşıyorlar. Aralarında ağır salgın hastalıklar yayıldı. Gıda yokluğundan insanlar gibi hayvanlar da ölüyor Şimdi onların gizli yollarını da kapattık. Tam kuşatmada kaldılar. İstesek bir günde yok ederiz. Ama sizin izninizle cezalandırmak istiyoruz. Yavaş yavaş ölmeleri başkaları için ders olacak.” 1949 yılında Rus istilacı generali Yermolov için Grozni’de bir abide açıldı. Onda böyle yazılmıştı: “Bu güneş altında başka böyle çirkin ve vahşi halk yoktur.” Biz ancak 1991 yılında bu hakareti kaldırabildik. Kafkasya savaşı hakkında general N.N. Royoski gerçeği yazmıştı: “Bizim Kafkasya'daki hareketlerimiz Amerika'yı işgal edenlerin ilk dönemlerine benziyor.” Yahut Rus demokratı N. Çemişevski, İmam Şamil esir düştüğü zamanı yazan sözlerine kulak verelim. Çemişevski şöyle diyor: “Allah'a şükür ki Kafkasya yarası düzeldi. Bundan sonra Rusya için yılda 25.000 Rus askerini göndermek ihtiyacı yok.” Kafkasya savaşında Çeçenler mağlup olmadılar. Ama Rusya tarihinde tersini yazdılar. Zaman geçerken Rusya Çeçenleri savaşa sokmak için fırsat kollamaya başladı. İkinci Dünya Harbinde 25.000 Çeçen - İnguş gönderdi Rusya. Bunların çoğu evlerine dönemediler. Sonra yiğitlerimizin Afganistan'dan cesedi geldi. Rusya, başka milletler için cennet değil cehennem, ana değil üvey ana idi. Ama Rusya cennet ve yüreği geniş ana diye söylemeye mecburdular. Çeçenler bu cennetin ve bu ananın hep karşısına çıktılar. Her defasında yumruklandılar. 1944 yılındaki yumrukları tarihte, hiç bir Çeçen unutamaz. Bu katliamların niteliğini gösteren bir iki hadiseden bahsetmek istiyorum. 1944 yılında Moskova'ya şöyle telgraf çekiliyor: “Kesinlikle gizli. SSCB İçişleri Bakanlığı Halk Komiseri Yoldaş L.P. Beriya’ya. Ancak sizin dikkatiniz için. Taşınması zor olanları ve emre itaatsizlik edenleri kurşunladık. Dağ operasyonunda Haybah köyü sakinlerinden 700'ü yok edildi. KGB Albayı Gveșiani Bu cellat mükafatlandırıldı, general oldu. Onun oğlu ise akademisyen oldu ve SSCB Başbakanı N. Kosigin'in kızıyla evlendi. Daha başka bir telgrafa şöyle cevap almıştı: “Kesinlikle gizli. Grozni, KGB (UDB) Grezian'ye. Çeçenlerin Haybah köyünde sürgün zamanı önemli karar aldığınız için sizi hükümet ödülüne ve unvanınızı yükseltmeyi tavsiye ettim. Tebrik ediyorum Daha başka bir telgrafa dikkatinizi çekmek istiyorum. “Sovyetler Birliği Bolşovoyler Partisi ve SSCB Savunma Komitesi adına NKVD (KGB - İçişleri Bakanlığı) askerleri hem de memurlarına Kuzey Kafkasya'da hükümet emrini yerine getirirken gösterdikleri yararlılıktan ötürü teşekkür izhar ediyorum. İ. Stalin.” 1991 yılı Aralığında Rusya'nın İzvestia gazetesi Beriya’nın Stalin'e raporu hakkında yazdı. Bu rapora göre, 1944 yılında Almanlar ile işbirliği yaptı diye 750 Kalmuk hapse atılmış. 93 bini sürgün edilmiş, 2 bin Çeçen-inguş hapse atılmış, 500 bini sürgün edilmiş. 91 Çeçen-İnguş, Türkiye'de akrabası var diye suçlandılar, sürgün edildiler, kurşunlandılar. Buna rağmen bugün Rusya'da Cevher Dudayev tehlikeli adam diye yazdıkları için üzülüyorum. Çünkü tehlike benden değil, kendilerinden geldi, geliyor, gelecek... Bazı Ruslar ise 1944 yılı katliamlarını Stalin ve Beriya'ya atıyorlar. Doğru Beriya Gürcistan sınırlarını genişletmek istiyordu. Çeçenistan, İnguşetya, Balkar, Karaçay yaylalarını Gürcistan'a vermek istiyordu. Ama bu Rusların sorumluluğunu azaltmaz. Çünkü Stalin'in ölümünden sonra da bizim haklarımızı geri vermediler, baskı devam etti. Sonunda sürgünden dönünce bize verimsiz viranelik yerleri verdiler. Bizden hep aldılar ama hiç vermediler. 20. yüzyılın başında Çeçenistan'da 36 okul vardı. Bu okullarda Rusça ve Arapça eğitim veriliyordu. 80'li yıllarda 352 okul vardı. Bu okullarda okuyanların ancak üçte biri Çeçen veya İnguştu. Çünkü 13 yıl devam etmiş olan sürgün sırasında Çeçenistan’a Ruslar ve Rus dili konuşan milletler yerleştirilmişti. Rusya medyası Çeçenler hakkında iftira kampanyası yürütüyorlar. Onlara göre Çeçenler cahilmiş, hırsızmış, katilmiş... Bir millet nasıl böyle bir iftira kampanyasına tutulur? Moskova'da terör olayı çıksa hemen Çeçenlerin işidir diye yazıyorlar. Hatta Çeçen mafyası Almanya, Polonya, İsviçre, Macaristan gibi ülkelerde hırsızlık yapıyor gibi yalanlar yayınlıyorlar. Rus mafyasının işlerini Çeçenlere yüklüyorlar. Bu kasıtlı kampanyada Rus şovenistler, önce Çeçenleri Rusya içinde kötüleyerek savaşa başladığı zaman çıkacak tepkileri önlemek istiyorlar. Sonra dünya devletleri nezdinde de Çeçen tehlikesi peydah etmek istiyorlar. Şimdiye kadar Boris Yeltsin 20-25 defa teftişçiler göndererek baskı yaptı. Gelenlerin konuşması aynı. Moskova'nın yolundan yürümezseniz çok kötü durumlarla karşılaşacaksınız. Biz Rus milleti ve Rus hükümetini bir arada görmüyoruz. Rus milleti bizi anlıyor, bağımsızlığımızı saygı ile karşılıyor. Ama Rus hükümeti tam aksini yapıyor. Rus hükümeti savaşa hazırlanıyor. Ama onlar bilmelidir ki, savaş Çeçen milletini yıkamaz. Biz şehit olsak da bizden sonrakiler bağımsızlık mücadelesini devam ettirecektir. Ama biz şehit olmadan bağımsızlığımızı korumanın yollarını arıyoruz. Rusya ise bunu anlamıyor, Rusya hakkımızı inkâr ediyor. Bu uzak sürmeyeceğini Rusya biliyor ama bildirmiyor. İnşaAllah milletimiz bağımsızlık yolundan dönmeyecektir.
298 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.