Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

450 syf.
·
Puan vermedi
·
12 günde okudu
Kitabın yazarı bir Amerikalı. Yaşadığı ülkedeki durum üzerine yapmış tespitlerini ama durum bizde de pek farklı değil; ya da öyle olmaya doğru ilerliyoruz. Hızla eve kapanan ve de teknoloji bağımlısı haline gelen çocuklardaki doğa yoksunluğunun giderilmesi gerektiğini şu cümlelerle ifade etmiş yazar: Bu yoksunluğu gidermeye, yani çocuklarımızla doğa arasındaki zedelenmiş bağı onarmaya ihtiyacımız var; yalnızca estetik ya da vicdani duygularımız nedeniyle değil, aynı zamanda zihinsel, fiziksel ve manevi sağlığımızda buna bağlı olduğu için. İlk bakıldığında doğaya zarar veren hareketlerin bile, doğayla ilişki kurulmasını sağladığından, büyük resme bakıldığında faydalı olduğundan bahsediyor yazar. Örneğin balık avlamak, ağaç evler gibi. İnsanın bir şekilde doğayla bağını oluşturduklarından, onu önemsemeyi beraberinde getirdiğini söylüyor. Yazar kitapta pek çok araştırmadan da bahsetmiş. Bunlardan biri de Amerikan Psikoloji Derneği’ne sunulan bir makale için yapılan araştırma: Pencerelerinden ağaçlar, çalılar ya da geniş çimenlik alanlar gören çalışanların diğerlerine göre önemli ölçüde daha az hoşnutsuzluk ve daha fazla çalışma isteğine sahip olduğunu buldular. Stresin azaltılması konusunda yapılan benzer çalışmalar gibi bu çalışma da, doğanın daha iyi çalışabilmek ve daha açık düşünebilmek gibi psikolojik etkilerinden yararlanmak için el değmemiş doğanın içinde yaşamak gerekmediğini göstermiştir. Kitapta ayrıca çete mensubu veya bağımlı gençler üzerinde alternatif ceza yöntemi olarak uygulanan doğada olma halinin de, o gençler üzerindeki olumlu etkilerinden bahşedilmiş. Planlanmış aktivitelerden ya da düzenli parklardan ötede bir doğaya yaklaşmadan bahsedilen kitapta : Doğanın anlamlı bir şekilde yaşanabilmesi için zamana; serbest, planlanmamış düş zamanına ihtiyaç vardır deniyor. Çocukluğumun en güzel anılarının arka bahçedeki ağaçların tepesinde olduğum zamanlar olduğunu düşününce, hak vermemek elde değil. Ancak günümüzde, bizim zamanlarımızdaki gibi özgürce çocukları sokağa bırakmak pek mümkün olmuyor. Kitap bunu, Korku, anne babaların kendi çocukluklarında yaşadıkları özgürlüğü çocuklarına sağlamalarının önündeki en güçlü engeldir diyerek ifade ediyor. Ama bundan daha önemli sorunlar olduğundan da bahsediyor: Çocuk gelişimi söz konusu olduğunda, evin çevresindeki erişilebilir alanın daralması önemsiz bir sorun değildir. Çocukların kapalı mekanlarda (ya da arka koltukta) yaşamaları bazı tehlikelerden korunmalarını sağlayabilir ama diğer riskler artmıştır. Bunlar arasında fiziksel ve psikolojik sağlık riskleri, çocukların toplum kavramları ve algılarıyla ilgili riskler, öz güvenleriyle ve gerçek tehlikeyi sezme yetileriyle ilgili riskler vardır. Çocukların toprağa bağlanmazlarsa, ne onun faydalarından yararlanabileceği, ne de ona karşı sorumluluk hissedeceğini söyleyen yazar: Tutku toprağın kendisinden çocukların çamurlu elleriyle çıkar; çimen lekeli giysi kollarından geçip yüreğe varır. Çevreciliği ve çevreyi korumak istiyorsak, soyu tehlike altında olan bir gösterge türü de korumalıyız sözleri ile açıklar. Yazar, Amerika’da giderek rekabete dayanan eğitim sistemleriyle, oyunun gücüne inanan ve 7 yaşından önce okula başlanmayan, buna rağmen matematik ve fen alanlarında ilk sıralarda bulunan Finlandiya sistemlerini karşılaştırmış. “Öğrenimin temeli dışarıdan alınıp önceden işlenmiş bilgilerde değil, çocuk ile çevre arasındaki etkileşimdedir” diyen bir Bakanlığı’nın olmadığına hayıflanmış, tıpkı bizde de olmadığı gibi Yazar eko-okullardan, bu sistemin öğrencilere olduğu kadar öğretmenlere de iyi geldiğinden, kampları canlandırmanın gerekliliğinden, ayrıca doğada oynamanın suç olmaktan çıkarılması için yapılan girişimlerin öneminden bahsetmiş. Şöyle ki, çocuğunuz başka bir çocuğu arazinizde oynamaya davet etti. Misafir çocuk ağaçtan düştü. Gerekli önlemleri almadığınızdan suçlusunuz ve tazminata mahkum olabilirsiniz. Bu neyse ki bizim ülkemiz için çok geçerli bir durum değil Tabi ki bu durum arazi sahiplerini güç durumda bıraktığından, çocukların oynama alanları giderek daralmakta ve evlere mahkum olmakta bulmuşlar. Kitapta, tüm bunların yanında sayıları giderek artan doğa bilimcileri ve etikçilerin, şehrimizi bir “zoopolis” olarak düşlemeye davet ettiğinden, gerek mimari planlamalarla, gerek kamusal eğitim yoluyla, doğal habitatlar oluşturulabileceği hayalleri kurduğundan bahsedilmiş. Sağlıklı bir şehir çevresi için sadece mevcutları korumanın yeterli olmadığı, doğal yaşam koridorlarının oluşturulması gerektiği, böylece doğa yoksunluğunun yerini doğa bolluğuna bırakacağı üzerinde durulmuş. Yazar tüm olumsuzlukların yanında iyi örneklerden de bahsetmiş. Yeşil Şehircilik olarak tanımlanan, Batı Avrupa’nın bazı bölgelerinde, doğanın korunmasıyla giderek daha yaşanılır hale gelen şehirlerin varlığından; çocukların oynayabileceği, sakinlerin sosyalleşebileceği doğal, yeşil, arabasız alanlardan; yağmur sularının verimli kullanılmasını sağlayan sistemlerden; “yeşil çatılar” olarak adlandırılan, çeşitli bitkilerle kaplanan çatılar sayesinde morötesi ışınlardan koruyan, havayı temizleyen, yağış sonrası su kaçışını engelleyen, kuşlara ve kelebeklere yardımcı olmanın yanında evleri yazın serinletip kışın yalıtan sistemlerden bahsedilmiş. Çeşitli ülke ve şehirlerde bu konuda atılan adımlar oldukça umut verici. Yeterince istenirse doğaya dönüşün şehirde de olabileceği fikri bile güzel Ve yazar ileriye dönük yaşamak istediği şehri hayal etmiş. Herşey hayal etmekle başlamıyor mu zaten… Dinsel inanç ile doğayı korumak üzerine kurulan oluşumlardan da bahseden yazar, Çevre için Ulusal Din Ortaklığı kurucusu ve yöneticisi olan Paul Gorman’ın, İncil’in de doğanın dilini kullandığını söylediğini ifade ediyor: Tanrı benim çobanımdır, eksiğim olmaz. Beni yemyeşil çayırlarda yatırır. Dingin suların kıyısına götürür. Ruhumu tazeler. Yazar kitabın sonunda, çocuklarıyla birlikte doğada geçirdiği zamanların en anlamlı anıları olduğunu söylemiş ve eklemiş: Yeryüzü’ne olan sevgimizi çocuklarımıza aktarmak ve öykülerimizi onlara anlatmak için o kadar az zamanımız var ki. Bunlar dünyanın bir bütün olduğu anlardır. Doğada birlikte yaşadığımız maceralar çocuklarımın anılarında hep var olacak. Bunlar onların kaplumbağa masalları olacak. Kitabın arkasında da çocuklarla doğada yapılabileceklere ilişkin bir arazi rehberi verilmiş. Bu kitabı okurken farkettim ki ben hiç doğada olmamışım. Evimizin arka bahçesindeki birkaç ağacı doğa sanmışım. Planlı bahçelere parklara götürmüşüm pıtırcıklarımı doğa diye. Yani daha ben yoksunluğumu bile tam tanımlayamamışım. Böyleyken nasıl anlatabilirim ki pamuklarıma doğada olmayı Daha yaşanılası şehirler hayal edebilirim tabi artık bende. Ve bu hayallerimi anlatabilirim evlatlarıma. Şehirden kopmadan da doğayla iç içe olunabileceğinin öyküsünü söylerim onlara. Kim bilir belki de kitapta bahsedilen 4. kuşaktan olur evlatlarım. Hayallerim hayali olur, çatısında bahçesi olan, bisikletiyle doğaya açılabileceği koridorları bulunan bir şehir için emek harcar belki.
Doğadaki Son Çocuk
Doğadaki Son ÇocukRichard Louv · Tübitak Yayınları · 2010548 okunma
··
563 görüntüleme
Dilek Soysal Aygören okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş teşekkürler
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.