Gönderi

Dışarı
İki elma ağacı, yanında yeni dikilmiş kiraz ağacı fidesi, öbür yanında yazın domates, biber ekilen ufak bir boşluk. Tahta çitin içindeki küçük bahçe bu kadar. Tek katlı evde ise iki oda, bir mutfak, bir de salon, bunun haricinde kendi yattığı küçük oda var. Çocuk odası kadar, bir yatak bir de küçük dolap zor sığıyor. İzinsiz dolaşabileceği alanın topu yekünü bu. Ondan izin almadan evin dışına adım atması yasak. Dışarıya, Ekrem bakkala ekmek almaya gitmesi bile yasak. “ Yeminle” dedi, “ Söyle o kızına benden izinsiz dışarı adımını atsın iki bacağını birden kırarım.” Annesi domatesleri sula diye dışarı çıkardığına göre, bu ‘dışarı’ tahta çitten itibaren başlıyor. “Bir daha” dedi masaya vururken, elinde üç gün sargıyla gezdi. Galiba parmağı çatlamış, Kırıkçı Hamdi’ye göstermişler. “ O orospunun evine de gitmeyeceksiniz. Sen de gitmeyeceksin.” Benimle uğraştığı yetmezmiş gibi anneme de karışıyor. Nurten Abla neden orospu olsun ki; orospu sensin, hem de büyüğü sensin. Sümsük n’olacak. Hanım hanımcık kadın. İnsan okumakla orospu olmuyor ki. Başı açık diye, rahat davranıyor diye insan orospu mu olur? Öğretmen okulunu bitirmiş, iki sene de öğretmenlik yapıp bırakmış. “İhtiyacımız yok” dedi, “ Memleket memleket gezmeyi de istemedik.” Babadan varlıklı Nurten Abla, kocası da avukatmış. Babam faşist diyor kocası için sümsüğe bakarsan da kominist. Hangisi daha kötü bunların? Yücel’in abisiyle evlenerek gitmişler buradan. Sonra da onu boşayıp bu adamı almış. Geri dönmesine kızıyorlar. Yücel’in babası işe soktu ya bunu, ondan koparıyor hengâmeyi. Yücel’le beraber kıstırmışlar Memet’i, yalnız yakalamışlar. “Bilmiyorum, belki de öğretmenlik olmasa da başka işte çalışabilirim, evde canım çok sıkılıyor. Olmazsa çarşıda terzihane gibi bir dükkân açarız. Seni de yanıma alırım.” “Olsun” dedi. “ Şennur Hanım var ya, hem sana hem bana öğretir terziliği.” İyi kadın Nurten Abla, onun günahı yok ki bu işte, ben kendim istedim. Durduk yerde kadına ne kara çalıyorsun. Ufacık pencere tahta pervazları dökülmeye yüz tutmuş. Üst tarafından kırılmış korkuluklarını paslı bir tel tutuyor. Yeni aldıkları kupürler kendi odasının tüllerine yetmedi. Annesini uyarmasına rağmen, adam “Yazarız abla” demesine rağmen annesi yine de dinlemedi. Mahallenin arka sokağına bakıyor pencere. Apartman, ana caddeye açılan yolu, karşıda; piknik yerleri ile dolu tepenin görünmesini engelliyor. Hurdalık gibi ne bulmuşlarsa yığmışlar apartmanın arkasına. İki tane çam ağacının dibini yarım metre ot bürümüş. Çöplük gibi, yanında yöresinde kediler oynaşıyor. En iyi Osman amcaların kömürlüğünü görüyor pencere, yanında fındığın kulübesi. İkide bir pencerenin dibine kadar geliyor fındık. Önüne bir şey atmadan gitmek bilmiyor. Zamanlı zamansız havlıyor, müezzinin sesini beğenmiyor, en çok sabah ezanında havlıyor. Memet askere gidecek yarın. Evlerinin önü kalabalıktan eksik olmuyor. Geleni gideni çok olur onların; dedesi eski buğday tüccarı, köyde dönüm dönüm tarlaları, çarşının en işlek yerinde de manifatura dükkânları var. Bu hafta evin önünden geçmedi Memet, yarın askere gidecek. Kapışmışlar galiba kahvenin önünde, Yücel’le beraber kıstırmışlar. “Bir daha o iti buralarda görürsem geberteceğim” dedi. “Elimden zor aldılar.” Aslı var mı ki ? Fatma da gelmiyor kaç gündür. Pislik n’olacak. Ne zaman lâzım olsa ayağını keser, bir iş buyursan kendini kasar. Memet’te onun da gözü var biliyorum. Hısımmışlar, Memet söylemişti. Ağzını aradım ama, mırın kırın. Yine bir araba durdu Memet’lerin evin önünde. Üç kişi indiler arabadan. Yok, Memet değil karşılayan, abisi. Annesi muhacir teyzelere gitti oturmaya. “Ben sabah söyledim” dedi, “İzin aldım, hadi beraber gidelim,” gitmedi. Evde kalmayı yeğledi. Başı ağrıyordu, hem evde yapılacak işler vardı. Dışarı sayılmaz ki muhacir teyzeler. Bu kadın Memet’in nesi oluyor ki? Daha önce hiç görmedim, uzaktan da seçilmiyor. İkindi okunalı epey oluyor, babam eve gelir birazdan. Çamaşırlar öylece asılacak duruyor. Annem de gelir. Kırlentlerin yüzü geçirilecek, sümsüğün odayı pislik götürüyor. Memet askere gidecek yarın yüzünü bile göremedim. Fotoğrafını verecekti. Niye bu olay tam Memet askere gidecekken oldu ki? Benim fotoğrafım yok dedim; ona mı kızdı, sümsükten mi korktu? Evin önünden de geçmiyor. Kupürlü tüllerin aralığından, çatal gibi elma ağacının yaprakları arasından hizalanarak arıyor gözler dışarıyı. İçinde bir ateş, makineden çıkardığı çamaşırları yutkunarak dolduruyor selenin içine. Kendini tutuyor. Dişleri kenetlenircesine gözlerini sıkıyor. Yaş akmıyor. Bir at arabası tıkırdatarak geçiyor kaldırım taşlarını. Yol sapa kalıyor, bu yolun geleni geçeni fazla olmaz. Başı ağrıyor, ateşi de var, hastayım dese hastalık gibi değil, yatsa uyuyamaz. Evde ağrı kesici de kalmamış. Dışarıya çıkması yasak. Bu dışarı tahta çitten itibaren başlıyor. Ekrem bakkala ekmek almaya gitmesi bile yasak. Yanan ellerini çamaşırların nemi serinletiyor. İçinden dışarı gibi bir serinlik geçiyor; hem hasta eden, hem iyileştiren, bir an esip geçen bahar esintisi gibi. Memet geçmiyor. “Bir daha o iti buralarda görürsem geberteceğim” dedi. Nuriye’nin babası yanında birisiyle geçiyor. Dışarısı değil. Gız Hatça salya sümük oğlunu çekiştirerek eve götürüyor. Dışarısı değil. Yolun başında bir karartı görünüyor, yaprakların arasından zor seçiliyor. Adımları yaklaştıkça dikkat kesiliyor. Çatalda hizalanmış gözlere güneş vuruyor. Kirpikleri kırpışıyor, birikip duran yaşlar kendiliğinden boşalıyor. Elleri ıslanmış tülbendinin ucuyla siliyor yaşları. Dışarısı değil. Memet hiç değil. Nurten Abla’nın günahı yok ki, Memet’i görünce ben kendim çıktım kapının önüne. “Kimse görmez” dedi Memet, yolun başına kadar yürüyüp geri döndük. Askere gidecekmiş onu anlattı; komando yazmışlar, Manisa’ya gidecekmiş. Uzun boylu sırım gibi delikanlı Memet; dimdik duruyor, daha yürürken seçiliyor, saçlarını geriye doğru tarıyor, toprağı ezer gibi yürüyor, bir bakan bir daha bakıyor. Dükkândan alışık olsa gerek, konuşması da güzel. Tane tane kelimeleri önceden seçmiş sıralıyor gibi. Hacer ise konuşmayı fazla sevmiyor. Erkeklerle hiç konuşmuyor. Memet’le konuşurken bile o bir şey sormadan ağzını açmıyor. Memet’in yüzüne de bakmıyor konuşurken. Sanki Memet konuşurken dudakları arasında kaybolmaktan korkuyor, yitip gitmekten, Memet’in söylediklerini anlayamamaktan. Memet yol bitmesin diye adımlarını yavaşlatıyor. Yolun ortasında öylece dursalar, saatlerce orda çakılsalar yeri var. Mecburen konuşurken eğilmek zorunda kalıyor. Yüz yüze geliyorlar Hacer’le. “Bir fotoğrafını versen” diyor, “ Askerde özlerim seni.” “Benim fotoğrafım yok ki.” Yalan söylüyor Hacer, fotoğrafı var. İki sene önce nüfus cüzdanını yenilemek için çektirmişlerdi. Annesi, abisiyle beraber gitmişlerdi fotoğrafçıya. Şimdi o fotoğrafı beğenmiyor Hacer. Gülecek gibi çıkmış o fotoğrafta, kıkırdayan delilere benziyor. Heykel gibi, aynı şu kitabın arkasındaki kadına benziyor. Hem daha çocuktu o zamanlar. “ Beraber fotoğraf çektirelim” diyor Memet, “ Ayrı ayrı gideriz, kimse görmez.” Kabul etmiyor Hacer, zorla dökülüyor kelimeler ağzından, yüzü kızarıyor: “Sen versene bana fotoğrafını, ben de seni özlerim.” Annesinin eski yazmalarından birinin arasına sardı Hacer dışarıyı. Dolabın içinde saklamayı düşündü. Vazgeçti. Düşünmediği yer kalmadı; sandığın içini, çantanın gizli gözünü, yatağın altını, duvarda asılı duran çerçevenin arkasını, pirinç çuvalının içini, vitrinin arkasını, masanın altına yapıştırmayı, yeşil takımının astarının içine dikmeyi, kapının önünde kullanılmayan gaz ocağını, küçük dolabın çekmecesinin arkasına yapıştırmayı, çizmelerinin içini, kırlentlerin arasını, hiçbirini beğenmedi. Annesinin elini değmediği yer yok ki! Sümsük! Memet askere gidecek ya bugün, iş yerinden hastayım diye izin almış. Akşama kadar gözü televizyonda zıbarıp yattı. Anneme şunu getir, bunu götür, tıkınıp durdu. Kalk kendin al. Geçti kanepeye yattı bir de, madem hastasın kendi yatağına niye yatmıyorsun? Memet’lerin evi başka odadan görünmüyor ya, bekçi köpeği gibi beni gözetliyor. Sabah kahvaltıdan sonra bulaşıkları yıkadı Hacer. Sümsüğün yüzüne bile bakmadan ortalığı süpürdü. Sonra geçti odasına yattı. Kim bilir kimler tarafından belirlenmiş taptaze düşleri var Hacer’in. Akşama kadar kapısını açmadı, perdeyi dahi aralamadı. Şimdilik sardı sarmaladı annesinin yazmasına koynunda taşıyor Hacer dışarıyı. Dar akşam Fatma uğradı dün. Annesinden gizlice verdi mektubu Hacer’e. Bir şeyi yokmuş Memet’in, itişip kakışmışlar hepsi o. İki tane de fotoğraf koymuş içine; biri boydan, biri vesikalık. Yeni çektirmiş, üzerinde mavi çizgili gömleği var. Yanında Hacer yok. Zarfın kapağı da hırpalanmış, açılmışa benziyor. 2013
··
696 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.