-Halk orada yiyecek ekmek bulamıyorsa, kahroluncaya kadar çalıştığı halde insanca bir hayat süremiyorsa, bunlar benim içime sinmez. Bağazımda dizili kalır. İnan ki mutlu değilim.
-Ah bütün aydınlar böyle söyliyebilseler, dedi. Bir bilseniz doktor, halkımız nasıl yaşıyor, ne yiyor ne içiyor.. Korkunç vallahi. Bu kadar ilkel koşullar içinde yaşayan insanlara hiçbir şey öğretmenin imkanı yok.
-Biliyorum dostum, yabancı değilim. Bazı hastalar gelir bana, yürekler acısı. Çalışa çalışa bitmiş tükenmiş. Üstelik yoksul, gıdasız.. Ne diyeyim, bu halkın yüzde sekseni hasta. Ya ruhsal, ya bedensel, mutlaka bir yeri arızalı. Neden bu? Yoksulluktan, ağır yaşama koşullarından.
- Çok doğru. İnsan uykularını yitiriyor vallahi. Düşünüyorum, ne yapabiliriz, elimizden ne gelir?
- Bence her şey ekonomik güce dayanıyor. Şu ekmekten başlıyor her şey. Senin dershanen okulun, benim hastanem muayenehanem, bununla yakından ilgili. Ekmek olmadan hiçbir şey yapılamaz. Her
şey havada kalır.
- Doğru ama ne yapabiliriz? Bu konuda halka nasıl yardım edebiliriz?
- Valla dostum, bence aydınlara düşen iş halka içinde bulunduğu durumu anlatmaktır. Yoksulluğunun nedenlerini kavratmaktır. Nasıl eziliyor, nasıl sömürülüyor, nasıl aldatılıp yoksul düşürülüyor...
- Ben anlatıyorum bunları. Hiçbir etki yapmıyor. Adam günlük ekmeğinin peşinde. Onun için yakın çıkarları daha önemli. Biri on lira verdi mi reyi onun. Birisi yüz liralık bir çıkar sağladı mı onun kulu kölesi.
- Evet. Açmazımız burada. Ekonomik gücü elinde bulunduranlar halkı diledikleri yere sürebiliyorlar. Nedeni bu. Şu anlatılamaz mı acaba? «Sen böyle gözü kapalı gittiğİn için sömürülüyorsun. Onun için fakirsin. Senin hakkın aslında bu değil. Bak o seni aldatıyor...» dense?
- Valla benim gördüğüm, fazla bir etkisi olmuyor bunların. Çünkü adam yeni duyuyor, ilk söyleniyor. Ama tersi sözleri yüz kere, bin kere duymuş. İyice şartlanmış. Ona inanıyor.