Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

110 syf.
9/10 puan verdi
·
26 saatte okudu
Sembollere hükmeden yazarlar vardır. Doğrudan anlatmak istemedikleri sözlere boyutlar kazandırıp; sözü, her okunuşta bu boyutlardan çok daha öteye taşır. Zengin katmanlı sözleriyle bizlerin her seferinde farklı anlamlar silsilesinde kaybolabileceğimiz bir gizli dünya kuran Cengiz Aytmatov da bu yazarlardan biridir. “Gecenin karanlığında, denizin gürleyen dalgaları saldırıya geçiyor, kayalara çarparak çatlıyor, kaya kadar sağlam olan toprak ise, inim inim inleyerek denizin bu saldırılarını püskürtüyordu. Gündüzler gündüz, geceler gece olalı beri, bu iki doğa gücü savaş halindeydiler. Denizle kara var oldukça, bu savaş, gündüzler boyu, geceler boy, sonsuza kadar sürüp gidecekti.” İşte bu savaşın sürmeye devam ettiği gecelerin birinin ardından Kirisk, hayatında ilk kez denize açılacaktı. Gözlerine bir türlü uğramayan uykuyu beklerken bu ilk macerasını düşünüyor, bir parça korkuyordu. “Deniz hayatı o gün başlıyordu ve bir gün yine denizde bitecekti: Avcıların kaderi budur.” Orada, nesilden nesile geçen bir meslek olan avcılığı daha ağzı süt kokan çocuklardan başlarlardı öğretmeye. Kirisk de bu çocuklardan biriydi. Aytmayov’un, kitaplarında genelde karayı ele alırken bu kitabında deniz unsurunu kullanmasının sebebi ona ilham olan arkadaşı Vlandimir Sangi’dir. Yazar bu konu hakkında şöyle der: “Bu hikâyede yaşanmış bir öyküyü anlattım. Hikâyenin kahramanı küçük Kirisk halen yaşamaktadır ve yazardır, adı da Vladimir… Ben ne yaptım? Vladimir’in yaşadığı, herkesin başına gelebilecek bir olayı aldım, kendi felsefemin içine oturttum. İnsanın evrensel özünü yakaladım o hikâyede, beşeri olanı yakaladım. Her usta yazar, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, bütün insanlar arasında müşterek olan noktayı yakalar ve o noktayı hedef alarak eserlerini kaleme alır.” Yazar deniz unsurunu ele alırken, aslında bireyin, daha doğrusu çocuğun yani Kirisk’in yolculuğuna dikkat çeker. Bu yolculuk temelinde erkek olma, erkekliğe geçiş, anneden uzaklaşıp babaya dönme olan; karadan uzaklaşıp denize açılma şeklinde ele alınan yolculuktur. “Onu yalnız annesi uğurladı. Ama o da denize açılmaktan hiç söz etmedi. Daha koya gelmeden birbirlerine veda ederek ayrıldılar.”… “Ana ile oğlun vedalaşması işte böyle oldu. Ana, bir süre olduğu yerde sessizce kaldı. Bu sessizlik içinde korkusunu gizlemeye, dua ederek umudunu arttırmaya çalışıyordu.”…”Öyle korkuyordu ki oğlu için!” Burada aslında karanın temsil ettiği unsur anne, denizin temsil ettiği unsur ise babadır; ve av, bu yolculukta erkekliğe geçişin ritüelidir: içten, yani anneden ayrılıp, güvenli alanın dışına, yani babaya yaklaşılmasıdır. Dünyası annesinden ibaret, avcılık yapan babasından uzak olan Kirisk birden bulunduğu o ortamdan uzaklaşıp denizi keşfine başlamanın şaşkınlığı içindeydi. Artık dünyası denizden ibaret olacaktı. “Büyük deniz buydu demek. Böyle görkemli bir manzara ile karşılaşacağını hiç düşünmemişti Kirisk. Her yer su idi. Kımıldayan, ağır mı ağır bir su. Ansızın doğan ve hemen ölen dalgalar, sonra karanlık, dipsiz, kaygı verici bir derinlik, gökyüzünde ise erişilmez yükseklikte uçuşan bulutlar… Başka hiçbir şey yok. Bütün dünya tek bir deniz olmuştu: Ne kışı ne de yazı var, ne bir tepesi ne de vadisi… Bütün dünyayı, bütün evreni kaplamıştı deniz.” Sembolik anlatımların bolca yer aldığı bu kitapta bir başka unsur da Orhun Ata için kayığının “umut”u temsil etmesidir. Öyle ki Orhun Ata, kendi kendine kayığıyla konuşacak kadar bağlı olup; güven duyuyordur ona. “Seni anlıyor, sana güveniyorum kayık kardeşim. Sen denizin dilini anlıyor, dalgaların huyunu biliyorsun. Güçlü oluşun bundan. Çok değerli bir kayıksın sen. Yaptığım bütün kayıkların en iyisi…” Bir bakımdan da karada olanların müjdesidir kayık. Nasıl mı? “Yakaladığımız avların ağırlığı altında yorgun argın, üst kenarına kadar suya batarak kıyıya yanaştığın zaman seni hepimiz seviyoruz. Böyle gelişlerinde, seni kaşılamak için herkes kıyıya koşar. Ah benim kardeşim kayık!” İçinde Orhun Ata ve Kirisk’in yanında Kirisk’in babası ve Mılgın bu şanslı kayıkla birlikte denizlere açılmıştı. Avlarını yakalayıp eve dönmeyi ümit ediyordu. Ancak sis; kapkaranlık, inatçı bir sis bu planı bozacaktı. Korkunç bir fırtınanın izi olarak onlara günlerce eşlik edecek, karayı ardında saklayacaktı. Öyle ki bu sis, sularının bitmekte oluşu gerçeğini farkında olarak önce Orhun Ata’nın, sonra da Mılgın’ın; en son Kirisk’in babası Emrayin’in kendini feda etmesine sebep olacaktı… Kirisk için bu sis, annesinin izini kaybettiğini, artık ondan çok daha uzakta olduğunu temsil eder çünkü bu süreçte Kirisk babasına sığınır. Ancak yine de ona yol gösteren, umudunu korumasını sağlayan birkaç unsur vardır ki ara ara bunlardan güç bularak annesine dönmeyi başarır. Bunlar yıldızlar, Aguk kuşu ve Ala Köpek dağıdır. “Şaman, çılgın büyü dansında, onun avcılık kaderini gökteki yıldızlardan birine emanet edecek. Çünkü her avcının bir koruyucu yıldızı vardır. Kirisk’in yıldızının hangisi olduğunu şamandan ve o yıldızın kendisinden başka kimse bilmeyecek.” Tıpkı yıldız gibi Ala Köpek dağının böyle bir özelliği vardır, bu, kitapta şu şekilde ifade edilir: “Bu kayalık dağın bir özelliği vardır ki denize açılanlar bunu çok iyi bilir: Bu dağ, açık havalarda, uzaklaştıkça daha da büyüyormuş gibi görünür. Sanki o da peşinizden gelir ve arayı açmanıza izin vermez. Dönüp dönüp bakar ve onu hep görürsünüz. Ama, uzun süre yol aldıktan sonra bir dalganın vuruşuyla kayık yana dönerken, bir de bakarsınız, Ala Köpek Dağı yok olmuş. Sanırsınız ki Ala Köpek peşinizi bırakıp eve dönmüştür. Bunun anlamı, karadan çok çok uzağa açıldınız demektir” Yıldızların, Ala Köpek Dağının ve sislerde uçabilen tek kuş olan Aguk kuşundan bir parça umut parçası bulan Kirisk, küçükken annesinin ona hastayken fısıldamasını söylediği sözcükleri fısıldayacak gücü bulur. Başta “Mavi yarasa, su ver bana” nidaları olarak ağzından çıkan bu sözler, sonraları kayıkta yalnızca babası ve onun olmasının, ona sarılıp tümüyle babasına teslim olmasının üzerine “Mavi yarasa, su ver bize!” nidalarına dönüşmüştür. Nihayetinde annesini hatırlatan bu sözleri kayıkta tek başına fısıldamaya devam etmiştir… Sisin annesini temsil ettiği fikrinin doğduğu bir başka an, nihayet sis kaybolunca çocuğun zihnindeki annesinin hayalinin bulanıklığını yitirip, net bir şekilde gördüğü andır. Acaba Kirisk babasının hala varlığını sürdüreceği bilincine hiç ulaşabilmiş midir? Çünkü henüz hayattayken söylemek isteyip söyleyemediği bir takım sözleri vardı babasının: “Şimdi olsa, oğluna, dünyaya gelmeden önce kendi içinde yaşadığını, kanında, belinde olduğunu, sonra annesinin karnına geçtiğini, oradan çıkıp kendisini yenilediğini, baba olarak onda yaşadığını ve şimdi, yok olduktan sonra, varlığını onda sürdüreceğini, onda ve onun çocuklarında var olmaya devam edeceğini söylerdi.” Nihayetinde bizler de bu üç neslin trajedisini pekala “Talih vardır güldürür, talih vardır öldürür.” şeklinde bitirebiliriz. Sembollerin hükümdarı Aytmatov’u her okuyuşta bambaşka anlam dünyasına karışmak ümidiyle...
Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek
Deniz Kıyısında Koşan Ala KöpekCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 20183,901 okunma
··
487 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.