Gönderi

3 MAYIS 1944'Ü HAZIRLAYAN ORTAM Yakın dönem Türk siyasi hayatının önemli sıra taşlarından biri de 3 Mayıs 1944'te cereyan eden olaylar ve akabinde sahnelenen Türkçülük Davası'dır. 3 Mayıs 1944'te Türkçülüğe karşı Haçlı Seferine girişilmiştir. İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı sırasında CHP, devletin bütün imkânlarını kullanarak cemiyette sistemli bir Türkçülük düşmanlığı yapmış, bu fikir zihinlerden silinmeye çalışılmıştır. Haksız yere hapse atılarak topluma suçlu olarak takdim edilenler, yargılamalar sonunda beraat ederek çektikleri acılarla beraber cemiyete döndükten sonra verdikleri eserler, siyasi faaliyetleri ile günümüzde isimlerini şerefle yaşatmaya devam etmektedirler. Türkçülük sonraki yıllarda da günah keçisi olmuştur. Bu fikriyatla alakası olmayan şahıslar bazı hadiseler karşısında gösterdikleri tepkiden dolayı Türkçülükle suçlanmıştır. Sıkça dilinden taşan komünizm düşmanlığı! Stalin'e 'Cahil Gürcü' demesinden, Kürtleri eşit yurttaş sayıp saymama hususundaki tereddütler sebebiyle İlber Ortaylı'nın ayağının riskli bir yere bastığı, ırkçılığa yakın Türkçülük eğilimi içinde olduğu belirtilmiştir. Mustafa Kemal'in ölümünden sonra Reha Oğuz Türkkan’ın Başkanlığında 11 Ekim 1939'da Ankara'da kurulan Türkçü, Kitap Sevenler Kurumu'nun ikinci başkanlığını Azerbaycanlı Mehmet Sadık Aran yapıyordu. Kurumun fahrî başkanı o tarihte Adliye Bakanı olan Fethi Okyar idi. Gençlik kesimi başkanlığını Hikmet Tanyu yürütüyordu. Kurumun millî, edebî, tarihi eserler neşrederek Türk kültürüne hizmet etmesi amaçlanmıştı. Henüz yeni harflerle basımı yapılmayan Türkçülüğün Esasları ile Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun Çağlayanlar adlı eserleri yayınlandı. 27 Nisan 1940'da Anadolu Ajansı'nın duyurduğu bir haberle Kurum'un Halkevleri'ne katıldığı açıklanarak faaliyetine son verildi. 1917'de Rusya'da çarlık idaresinin yıkılması, kısa bir süre sonra Bolşeviklerin iktidara gelmesinden sonra Türk urugları bağımsızlıklarını kazanmak üzere giriştikleri, şartların ve imkânların eşit olmadığı, mücadelede tedrici olarak başarısız oldular. Bağımsızlık mücadelesine önderlik eden Türk aydınları memleketlerini terk ederek ekseriyeti Türkiye'de toplandılar. Hayatlarını düzene koyma ve yerleşme gailelerini çözdükten sonra Sovyetlere karşı dergi ve gazeteler neşrederek siyasi mücadeleye giriştiler. Türkiye bu faaliyetleri yürütmelerinde başlangıçta zorluk çıkarmadı. Ülkenin ihtiyaç duyduğu sınai yatırımları gerçekleştirmede kısa süre önce kendilerine ve maşaları olan Yunanistan'a karşı istiklalini kazanmak üzere silahlı mücadeleye giriştiği Avrupa'nın büyük devletlerinden mali destek sağlamak mümkün olmadığı için geriye açık kalan tek kapıyı değerlendirip Sovyetlerle iyi ilişkiler sürdürdü. Siyasi muhacirlerin faaliyetlerinden rahatsız olan Sovyetlerin talebi üzerine, önce gerekli uyarılarda bulunduktan sonra dergi ve gazete neşriyatına engel oldu. Memleketlerinden uzakta yaşayan siyasi muhacirler, Sovyetlerle geniş bir hududa sahip olan Türkiye üzerinden Gürcistan ve Azerbaycan'a giriş yaparak yeraltında faaliyet gösteren muhalefet örgütleriyle ilişki sağlıyorlardı. Siyasi faaliyette bulunacak muhacirlerin ülke dışına çıkmaları talep edilerek bunların önüne geçilmesi amaçlanıyordu. Bir Gürcü istihbarat elemanı bu tavrı şöyle yorumlamıştır: "Kafkasya örgütlerine yönelik bu önlemler, Ankara tarafından kesinlikle Bolşevikleri rahatlatmak için alınmıştır. Her şeyden önce, Türkiye'nin Kafkasya ile ilgilenmediğini ve gelecekte de Bolşeviklerin Türkiye'den korkmamaları gerektiğini ortaya koymak durumundaydılar." 1939'da II. Dünya Savaşı'nın başlaması 22 Haziran 1941'de Almanların Rusya'ya saldırması ve iki-üç haftada hızla ilerleyerek Avrupa'nın büyük kısmını yönetimi altına alması üzerine siyasi muhacirlerde Sovyetlerin dağılacağı ve Asya'daki Türk illerine bağımsızlık yolunun açılacağı beklentisi arttı. Mustafa Kemal'in vefatından sonra Türkiye'ye dönerek İstanbul Üniversitesi'ndeki görevine başlayan Zeki Velidî Togan, Türkiye'nin bu fırsattan istifade ederek Sovyetlere karşı taarruza geçmesini düşünüyordu. 1941 yılı Ağustos ayında Almanya incelemeler yapmak üzere Türk siyasi muhacirlerinde iştirak ettikleri heyetleri Kızılordu'dan alınan esirlerin bulundukları kamplara gönderdi. Togan da esir kamplarını ziyaret etmek üzere teşebbüse geçmesine rağmen gerekli izni alamadı. İznin verilmemesinde Togan’ın muarızlarının şikayetleri ile esirlere karşı Almanya'nın yürüteceği politikaya karşı tutumunun belirsizliği etkili olmalıdır. Irkçı Hitler ve bakanı Rosenberg, Türkleri dördüncü derecede çoban bir millet olarak tanıyorlar; aynen Sovyetlerin takip ettikleri yoldan giderek Tatar, Özbek, Azeri, Oset, İnguş, Kazak gibi küçük uruglara ayırıp, başlarına getirdikleri, kendilerinin hizmetinde bulunan ve halkların mesuliyetsiz şahıslarını Gestapo'ya bağlayarak, esirleri açlıkla tehdit ederek, ayrı ayrı lejyonlar teşkil etmeğe başlamışlardı; ve bu harekete rıza göstermeyen milliyetçilerin onlarla münasebetini menetmişlerdi. Altan Deliorman, sağlığında tamamlamasına rağmen bastırma imkânı bulamadığı eserinde, Togan'ın Temmuz 1941'de Büyük Türk Birliği isimli bir örgüt kurduğunu belirtmekle birlikte, kuruluşun legal veya illegal olduğu hususunda açıklama yapmamıştır. Örgüte İran Türkmenlerinden Tıp Fakültesi öğrencisi Ahmet Karadağlı ve eşi Doğu Türkistanlı Nuriman Karadağlı, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş, Nurullah Barıman, Hibetullah İdil katılmıştır. Örgüte üyeler yemin ederek kabul edildiklerine göre illegal bir kuruluş olduğu akla geliyor. Deliorman, Togan'ın kurduğunu belirttiği örgüt konusunda kaynak göstermemiştir. Bu husustaki bilgileri 1944 yargılamaları sırasında alınan ifadelere göre sıkıyönetim savcısının hazırladığı iddianameden almış olmalıdır. Togan'ın kendi ifade ve savunması ile tanık ifadeleri, az sayıda öğrenci ve bazı Türk muhacirlerin bir araya geldikleri, yemine dayalı bir oluşum nüvesi teşkil ettikleri söylenebilir. İlim ve siyaset adamlığını birlikte götüren Togan'ın yürürlükteki kanunlar, siyasi ortam ve çevresi, tarih bilgisi, Türk siyasi muhacirlerinin şahsına karşı tutumlarını dikkate almadan böyle bir nüve teşkiline yönelmesi mümkün görünmüyor. Savunmasında siyasi muhacirlerle ilişkilerini, hasımlarını isimlendirerek açık olarak anlatmıştır. Birkaç öğrenci, bir ev hanımı, esnaf ile illegal örgüt kurulup başarılı olunamayacağını bilecek kadar tecrübelidir. Başkurdistan'da yürüttüğü siyasi ve askeri mücadelede, Türkistan Milli Birliği'nde birlikte olduğu Abdülkadir İnan'ın bu işlere bulaşmamış olması manidardır. Arşivimizdeki bazı mektuplarda İnan'ın Togan'ı siyasi faaliyetlerinden neşet eden dedikodular hususunda uyardığına dair kayıtlar var. İnan, Togan'ın aksine idare ile iyi ilişkiler kurmuş, Türk Dil Kurumu'nda görev almış DTCF kurulduğunda profesör olarak istihdam edilmiştir. Sofrasından eksik olmadığı Mustafa Kemal'in vefatından sonra himayesiz kalınca bütün ilmine rağmen akademiyadan tasfiye edilmeye çalışılmış, müktesep hakları elinden alınmış ve yaşlılığında ekonomik açıdan sıkıntıya düşmüştür. Togan, kuruluş döneminde ilişkili olduğu Promete teşkilatında siyasi muarızlarının etkili konumlara gelmeleri üzerine zamanla uzaklaşmıştır. A. İnan ile birlikte TMB ile ilişkilerini 1929'da kesmişti. Dernekler kanunu çerçevesinde kurmayı tasarladığı Tutsak Türk Elleri Birliği ile Doğu Türk Yardım Cemiyeti adlarındaki cemiyetlerin illegal yorumlanarak suçlanmasına karşı yaptığı savunmada makul açıklamalar yapmıştır. 1939 Cumhuriyet Bayramı günü Ankara'da hemşehrileri ile yaptığı görüşmede TMB’nin yeniden canlandırılması düşünülmüş, Ahmet Can Okay cemiyete geçici katip tayin edilmiştir. Yaptığı toplantılara katılan İstanbul Kapalıçarşı'da ticaretle uğraşan Türk vatandaşı Özbek Hacı İşan'ın, devlet tarafından angaje edildiği, mahkemede kamu tanığı olarak ifade verdiği ortaya çıkmıştır. 1941 sonlarında TMB'de kabilecilik anlayışına dayanan liderlik mücadelesini kabul etmeyerek birlikle ilişkisini kesmiştir. Bu gerekçelere göre Deliorman'ın açıkladığı manada Togan'ın örgüt kurması düşünülemez. Togan, dünya siyasetini iyi bilen, doğru analiz yapabilecek yetenekleri olan, düşündüklerini hasbi olarak yazılı hale getirip üst makamlara ulaştıracak medeni cesarete sahip bir şahsiyettir. 1943 Sonbaharında Ankara'da bulunduğu sırada bazı müzakerelere tanık olmuş, sorumluluk duygusuyla sessiz kalmayıp hazırladığı 61 daktilo sayfasından ibaret "Ikinci Cihan Harbi ve Türklük” başlıklı bir raporu devletin önemli kurumlarına ve şahıslarına göndermiştir. Rapor, Almanların Stalingrad'da mağlup olduğu ve savaşın mukadderatının aleyhlerine döndüğü bir sırada kaleme alınmıştır. Bu raporu hazırlayan, devletle ilişkilerinde açık davranan bir bilim adamı illegal bir oluşuma tevessül edemez. 1931'de Türk Ocağı'nın kendini feshetmesiyle Türk Yurdu dergisi de yayın hayatını sonlandırdı. 3 Mayıs 1944'ün öncü ismi Nihal Atsız, 1930 yılında Edebiyat Fakültesi'ni bitirmiştir. 15.5.1931 ile 25.9.1932 tarihleri arasında Atsız Mecmua'yı 17 sayı neşretmiştir. Derginin yazarları arasında Türk düşünce hayatının mühim isimleri bulunuyor. Bunlardan Sabahattin Ali ve Pertev Naili Boratav gibi bazı isimler sonradan yollarını ayırmışlardır. Dergideki müstear imzaların kimlere ait olduğu tam olarak tespit edilememiştir. 1932 Temmuz ayında Ankara'da toplanan I. Türk Tarih Kongresi'nde Zeki Velidî Togan'a Dr. Reşit Galip'in “iyi ki kürsüsü önünde talebe değilmişim" biçiminde mesnetsiz hücumu üzerine Atsız, sekiz arkadaşı ile birlikte "Biz aksine Zeki Velidî'nin talebesi olmakla iftihar ederiz" sözlerini ihtiva eden bir telgrafı Dr. Reşit Galip'e göndermiştir. Mart 1933'te tayin edildiği Malatya Ortaokulu'nda 8.4.1933 ile 31.7.1933 tarihleri arasında çalıştıktan sonra Edirne Lisesi Edebiyat öğretmenliğine nakledilmiştir. Edirne'de bulunduğu 11.9.1933-28.12.1933 tarihleri arasında Orhun dergisini neşretmiştir. Başlığının altında “Aylık Türkçü Dergi” ibaresi bulunan Orhun 5.11.1933-16.7.1934 tarihleri arasında 9 sayı çıkmıştır. Türk Tarih Kurumu tarafından liselerde ders kitabı olarak okutulmak üzere bir heyete hazırlatılan dört ciltlik tarih kitabını, ihtiva ettiği ilmi yanlışlardan dolayı ağır biçimde eleştirmesi üzerine, 28.12.1933'te Bakanlık emrine alınmış, dergisi Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştır. Atsız'ın tarih ders kitapları hakkındaki yazısı üzerine soruşturma açılmış, savunması talep edilmiştir. Bakanlık Disiplin Kurulu üyeleri arasında bulunan Hasan Âli Yücel'le aralarının açılmasına sebep olabilecek ilk soğukluk bu hadise ile başlamış olmalıdır. Orhun'un kapanmasından sonra matbuat hayatında uzun süre Türkçü bir yayın organı görülmemiştir. 1938'de Matbuat Kanunu'nun bazı maddeleri değiştirildi. Önceden gazete ve dergi çıkaracakların sadece bildirimde bulunmaları yerine valiliklerden izin alma mecburiyeti getirildi. Bu kişiler ayrıca neşriyatta bulunacakları yerin nüfusuna göre milli bir bankadan alacakları 500-5.000 liralık teminat mektubu vereceklerdi. Kıstaslar açık olarak belirtilmediği için izin almak çok güçtü. Mevkutede çıkan çizgi ve yazılardan aynı zamanda sahibi ve sorumlu kişiler mesul olacaklardı. Bu dönemde gazete ve dergi ruhsatı ticaretiyle uğraşanlar ortaya çıkmıştı.1939'da II. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine ilan edilmeyen sıkıyönetim uygulaması Kasım 1940'da getirilecek ve savaşın bitmesine rağmen bir süre daha devam edecekti. Savaş süresince çok sayıda gazete kapatıldı, bunların basıldıkları matbaalara da aynı işlem uygulandı. Bazı gazeteciler, TKP eğilimli yazarlar sıkıyönetim bölgesi dışına sürgün edildiler. Matbuat Kanunu'ndaki zorluklara rağmen 1939 yılından itibaren Türkçü dergiler neşriyat hayatında görünmüştür. Reha Oğuz Türkkan'ın Bozkurt, Ergenekon ve Gök-Börü; Orhan Seyfi Orhon'un Çınaraltı; Dr. Rıza Nur'un Tanrıdağ; Dr. Hasan Ferit Cansever'in Türk Yurdu; Atsız'ın Orhun; Dr. Fethi Tevetoğlu'nun Feridun Ankara'nın sorumluluğunda, eşi Gülcan Tevetoğlu'nun sahibi olarak çıkardığı Kopuz mecmuaları belli başlılarıdır. Matbuat tarihini bilenler, araştırmacılar bu dergilerin yayınlanma safhasını, mali kaynaklarının nasıl sağlandığına vakıftırlar. Çınaraltı'nın sahiplerinin kitap ve dergi neşriyatı konusunda yazdıkları mektupların bir kısmı neşredilmiştir. Mektupların muhtevaları, naşirlerin bilinen istek, teklif ve ödeme planlarından farklı değildir. Buna rağmen kaynak, vesika gösterilmeden hükümetten de destek bulan "Irkçı-Turancı” içerikli dergilerin ortalığı kapladığı yazılıyor. Reha Oğuz Türkkan, Tapu ve Kadastro Genel Müdürü olan babasının nüfuzu ile neşrettiği dergilere izin alabilmiştir. Atsız, kardeşi Nejdet Sançar'ın eşi Reşide Sançar’ın aldığı izinle 1943'te Türk Sazı isimli dergiyi ancak tek sayı yayımlayabilmiştir. Ankara'da yetkililerle yaptığı görüşmeler sonucunda Orhun'un neşriyat iznini alabilmiştir. Çınaraltı'nın sahiplerinden Ortaç, 1946-1950 arası Ordu; Orhon, 1946-50 arası Zonguldak CHP milletvekili olarak parlamentoda bulunmuşlardır. Ondan çok önce Nurettin Ardıçoğlu'nun bu konuda Çınaraltı'da yazdığı bir makaleye "O. Bozkurt" müsteari ile Türkkan cevap vermiş ve mukallitlik suçlamasını reddetmiştir. Türk Ocakları'nın kapalı olduğu dönemde Dr. Hasan Ferit Cansever çıkardığı derginin kapağında adının altında bir bant halinde Orhun harfleriyle Türk Yurdu yazıyordu. 4. sayıdan itibaren kuvvetle muhtemel idareden gelen uyarı üzerine bu ibare kaldırılmıştır. Milliyetçilik hakkında bir makaleler toplusunda derginin kapak resminin altına ‘Türk Ocakları'nın yayın organı Türk Yurdu 1942'de yeniden çıkarken, adını Orhun yazıtlarından esinlenen “alternatif bir milli alfabeyle yazıyor ve bu alfabenin kullanılmaya başlamasını öğütlüyordu.” yazılmıştır. Yayınevi kısa alt yazıda kasıtlı algılama yanında önemli bilgi hataları yapmıştır. Dergi 1942'de kapalı olan Ocağın organı olarak değil, Cansever'in sahipliğinde çıktığı gibi Orhun harflerinin kullanılması geçmişi hatırlatmaktan öte bir niyet taşımıyordu. Yayınevi, yanlı tutumuna, eserin hazırlanmasında savrukluğu da eklemiştir. s. 485'de bir grup resminin alt yazısında hemşerileriyle birlikte olduğu belirtilen Ayaz İshaki resimde bulunmamaktadır. Yine alt yazıda, 1939'da Almanların ve Sovyetlerin aynı anda saldırdıkları Polonya'dan arkadaşlarıyla Romanya üzerinden Türkiye'ye gelen İshaki'nin 1945'te Türkiye'ye döndüğü ifade edilmiştir. Türkçü dergiler arasında millet kavramının mahiyeti hakkında farklı görüşler ve yorumlar vardır. Ekseriyeti milleti dil, din, kültür ve vicdan birliği manasında anlıyorlar. Azınlıkta olanlar ise milleti ırkla izah ediyorlar. Türkkan'ın çıkardığı dergilerde yazan genç nesil Türkçüler millet tarifinde daha kucaklayıcı olanları eleştirmişler, aşağı yukarı aynı değerleri savunanlara tahammül edemeyip, karşılıklı olarak suçlayıcı risaleler neşredilmiştir. Milliyetçilik karşıtları, fikirlerini hep olumsuz örneklerle ifade etmektedir. Bu kendi diyalektikleri bakımından doğrudur, Marksizm’de tanımlar tümdengelimle olur. Çünkü başka türlü açıklama imkânı yoktur. Millî söylemlere inananların anakronizme başvuracakları ve mitoslardan yararlanacaklarını, bunların çoğunun ırkçı açıklamalar olduğunu belirtirler.Mustafa Kemal sonrası milliyetçilik fikrinin canlanmasının siyasi açıklamaları hep güdümlü yapılmıştır. Bu milliyetçi dalganın “Turan” hayalleriyle kabarmaya başladığı yorumlanır. Milliyetçiliği hep ırkçılık çizgisinde gören Türk aydınlarının ekseriyeti, geçmişte sosyalist olup, “devrimci” mücadelede karşılaştığı şiddet dolayısıyla derin travma geçirdikten sonra komünizmin yıkılmasıyla birlikte liberalliği seçenlerdir.
·
504 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.