147a Gower Caddesi sakini, Royal Society üyesi,
Mr. John Vansittart Smith, hedefe kilitlenen enerjisi ve
berrak zihniyle birinci sınıf bilimsel gözlemciler arasında
yer alabilecek tıynette bir adamdı. Ancak evrensel
bir hırsın kurbanı olmuş, tek bir konuda seçkin bir konuma
gelmek yerine, pek çok alanda paye almayı hedeflemişti.
Başlarda zooloji ve botaniğe yatkınlık göstermiş,
bu da arkadaşlarının ona ikinci Darwin gözüyle bakmasına
sebep olmuştu. Ne var ki, profesörlüğe çok yaklaşmışken,
çalışmalarını yarıda bırakıp bütün ilgisini kimyaya yöneltti.
Metaller üzerine araştırmaları sayesinde Royal Society üyeliğine seçildi;
fakat bu konuyla da bir müddet flört ettikten sonra neredeyse
bir yıl boyunca laboratuvara hiç adım atmadı.
Sonra Oriental Society’ye katıldı, el Kab hiyeroglif yazıtı üzerine
bir bildiri sundu; yeteneklerinin ne denli uçsuz bucaksız ve
heveslerinin ne denli çeşitli olduğunu gözler önüne sermiş oldu böylece.
Âşıkların en ayran gönüllüsü bile gün gelir paçayı kaptırır,
John Vansittart Smith’e de böyle oldu. Mısır biliminin derinliklerine
indikçe, önüne serilen bu engin alana ilgisi arttı, insan uygarlığının
ilk tohumları ile sanat ve bilimin kökenlerine uzanmayı vaat eden
önemli bir konu çok ilgisini çekti. Mr. Smith bu konuya öyle
kapılmıştı ki hemen Mısır bilimcisi genç bir hanımla evlendi.
Bu genç hanım altıncı hanedan üzerine bir kitap yazmıştı.
Mr. Smith böylece kendisine sağlam bir faaliyet zemini oluşturarak
meşhur Mısır bilimcisi Lepsius’un araştırmaları ile hiyeroglif uzmanı
Champollion’un maharetini bir araya getirecek bir magnum opus
için kolları sıvadı ve malzeme toplamaya başladı.
Böyle bir başyapıtın hazırlıkları Louvre’daki muhteşem Mısır koleksiyonu
bölümüne pek çok telaşlı ziyareti zaruri kıldı. Geçen ekim ayının
ortalarında yaptığı son ziyaretinde, kendisini tuhaf ama
bir o kadar da kayda değer bir maceranın içinde buldu.