Gönderi

96 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 5 hours
Zaman buldukça okumaya çalıştığım bu kalite kokan dergimize yine hız kesmeden devam ediyoruz. Son sayısını -şimdilik- ele geçiremesem de uzun zaman beklemenin meyvesini yiyorum diyebilirim. O kadar hayranlıkla okuyorum ve hatta seyrediyorum ki dergiyi, keşke daha sık okuyabilsem diyorum. Savaş tarihi okurlarının adeta sevgilisi haline gelen dergimizde neler var hep beraber inceleyelim istiyorum. Ağırlıklı olarak İkinci Dünya Savaşı özelinde devam eden derginin bu sayısında bizleri neler bekliyor? İlk dergi için özetle Batı Cephesi anlatırken önceki sayıda Doğu Cephesi (Stallingrad) aktarılıyordu. Bu sayıda ise karşımıza Pasifik Cephesi çıkacak. Evvela Kore Savaşı ile giriş yapıyoruz. 1948’de ülkenin ikiye bölünmesi, Kuzey ve Güney’in sürekli bir çatışma içinde olması, oldukça renkli (siyah-beyaz) görsellerle desteklenerek bizlere aktarılıyor. Günümüzde dahi barış gözükse bile hukuken iki ülkenin hala savaş halinde olduğunu belirtelim. Gerek kullanılan silahlar gerek silah tutanlar yani savaşanlar ve onların mensup olduğu ülkeler göz önüne alındığında Pasifik sınırları içerisinde yaşanan mini bir dünya savaşı da denilebilir bu yaşananlara. Aynı zamanda Kuzey Kore için ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bazı toplumlar vardır, kendi meselelerine karışan başkalarını gördüğünde yapmayı düşünmediği pek çok olayın çok daha fazlasını yapabilir. Mesela Rusya, ABD üssünü sınırları yakınında istemez, bunu bir tehdit olarak görür. ABD bunu bildiği için Rusya’yı tehdit eder, geçmişten gelen bir mücadelenin de etkisiyle. Rusya’da Ukrayna sınırlarını işgal eder. Bakın, işgal eder diyorum çünkü başka bir ülkenin toprağına girer. Bunun açıklaması olamaz. Ülkemizde bile kardeş kardeşi mahkemeye veriyor benim arsamı kullanmış diye. Adamın ülkesini işgal ediyorlar. Sonra bu ne oluyor? Savaşa dönüşüyor. Olmamalı. Kuzey Kore’de kendisinin sürekli acımasızca ve vahşice bombalanması, halkının öldürülmesi ve sürekli tutulduğu bombardımanlarda atom bombalarının dahi kullanılması (Truman, basın toplantısında söylemiştir bu tehdidi) seviyesine geldiğini görünce ne yaptı? O kadar kısıtlı imkanlarına rağmen atom bombası geliştirdi ve günümüzde bütün dünyayı benzer şekilde tehdit ediyor. Bu yüzden savaşlar son bulmalı ve kısacık ömrümüzü huzur içinde geçirmenin yollarını aramalıyız diye ısrarla söylüyorum. Tabi o dönem insanlarının bazıları diğerlerine göre daha önemli ve öne çıkıyor. Sevilen ve başarılı kişiler arasında seçilen bu insanların ardından mehmetçik yani Türk askerimizin de Kore’de olduğunun anlatıldığı satırları da çok dikkatle okudum. Çünkü derginin niyeti burada karşıma çıkacaktı. Gittik savaştık benzeri kelimelerle geçiştirilmiş sıradan bir dergi mi olacaktı yoksa duygulara mı hitap edecekti bunu bilmiyordum. Sayfa 22’de bu noktada karşımıza çıkan ise Kore’ye giden eşini uğurlamaya gelen kadın ve onun çocuğu idi. Bu kısım aslında önemliydi. Birincisi bu kadın kimin eşi, kadınıydı. İkincisi ise adam geri dönebildi mi yok dönemediyse bu kadın kim bilir neler çekti. Benim dikkatimi çeken kısım bunlar oldu açıkçası. Dünyada çok az örneği olan durumlar vardır. Bunlardan biri de Pearl Harbor’dur. Tabi savaş siyasetçileri dediğimiz teoriciler ABD’nin buna bilerek izin verdiğini ve tüm gücüyle savaşa girmek için yem olduğunu söyleseler de ben buna inanmam. Haklılık payı olduğuna inanırım ama tek sebep bu diyemem. Kimin öleceğini bilemediklerinden o da. Ama bir durum var ki o da savaşın bir türlü bitmediği ve bitmediği için de bir şeyler yapılması gerektiğiydi. İşte ABD’de de burada savaşa dahil oldu. Uçakların üzerinden dahi (nasıl olduğunu bir türlü anlayamıyorum hâlâ) çekilen pek çok fotoğrafa baktığımda o günlerin ne kadar sorunlu geçtiğini anlamaya çalışıyorum. Kudüs üzerinden anlatılan Yahudi Ayaklanması da dikkat çeken konulardan birisi olarak karşımıza çıkıyor. Roma’nın ilginç bir şekilde geri çekilmesi ve Yahudilerin oldukça ilkel silahlarla böyle bir galibiyet almaları beni oldukça şaşırttı. Tabi yaşananları okuduğumuzda ve kalıntıların çekilen fotoğraflarını incelediğimizde gerek isyanın gerekse de yaşananların boyutunun ne kadar acı verici olduğunu görmek mümkün. Tarihten ders çıkarmak için bir neden daha diyebiliriz bu konuda. Dünyada süper güç denilen ülkelerin geliştirdiği ve soğuk savaş denilen dönemlerde öne çıkan silahların incelendiği bölüm biraz teknik gibi dursa da oldukça ilgimi çekti. İnsanların her an eğilip siper almaya hazır olduğu şeklinde bir cümle de vardı ve beni etkiledi. Düşünün ki bir grup insan hiçbir suçu yokken evinde saklanacak yer ararken diğer yanda bu insanları rahatça öldürecek şekilde çalışan ve silahlar üreten insanlar var. Biraz üzücü bir durum tabi ama tarihsel olarak bu gelişimi inceliyor ve gelinen noktayı hayretle seyrediyoruz. Bilhassa 1961 yılında Sovyetlerin yaptığı ve en büyük nükleer silah olan Çar Bombası oldukça ilgi çekici ve bir o kadar da korkutucu. Bunun bir fotoğrafını eklemek istiyorum anlaşılması için. hizliresim.com/98a2e46 Anadolunun kapılarını biz Türklere sonsuza kadar açmış olan Büyük Malazgirt Zaferi de dergimizin konuları içerisinde yer alıyor. Romen Diyojen ve Sultan Alparslan o kadar detaylıca incelenmiş ve olaylar o kadar inanarak anlatılmış ki hani savaşı seyreden birkaç şahitten dinlemişler gibi. Etkileyici olduğunu tabii inkar etmiyoruz. Bu savaşta Diyojen’in kendi adamlar tarafından ihanete uğraması kadar Alp Arslan’ın da kendisine kişisel bir kin beslemediği için bir haftada serbest bıraktığını hatırlatalım. Aynı meydanda savaştıkları için neler olduğunu iki liderin de görüp anlayacak seviyede olduğunu düşünüyorum. Aslında biz Bizanslı olmasına rağmen Diyojen için olumlu bakan biri olduğumu söyleyebilirim. Bunun birkaç nedeni var tabi. Diyojen oldukça başarılıdır ve İmparator olmasını da Kraliçenin onunla sonradan evlenmesine borçludur. Tam bir askerdir aristokrat değildir ve kafası sadece bu işlere çalışır. Bu nedenle bir kurtarıcı olarak düşünülmüştür. Aynı zamanda kendisi, yanındaki koruyucuları bile öldürülürken Alp Arslan’ın huzuruna sağ salim çıkarılmış, sonra serbest bırakılmıştır. Savaşı kaybetmesine neden olan Mihail Dukas ise, Diyojen geri dönünce tahtı ondan talep etmiş, bu yetmeyince de kör edip bir manastıra göndermiştir. Yani ne imparatorluk ne de yönettiği ülke gerçekte onun değildir o kullanılmıştır. Başarılı insanların ihanete uğramaları ise beni oldukça üzer. Bu yüzden detaylıca bahsetmeye çabaladım. Derginin en ilgi çeken konularından bir tanesi de özel bölüm olarak tasarlanmış en kanlı 20 muarebenin anlatıldığı bölümdü. Yaklaşık 12 sayfalık bu bölüm hem kullanılan görseller hem anlatılan olaylarla çok şaşırtıcıydı. Açıkçası ilk başta 1842 yılında yaşanan Afgan - İngiliz çatışması ve İngilizlerin verdiği büyük kaybı görünce Amerikalıların neden burada başarısız olduğunu ve Afganların dağları adeta evi gibi kullanabilmesinin tarihçesine kadar inmiş olduk. Gece vakti tek tek bunları anlatmaktansa bu muharebelerin adlarını not etmeyi, biraz araştırmak isteyen olursa sevaba girmeyi tercih ediyorum: 1842 – Kabil, 1917 - Caporetto, 1879 - Isandlwana, 1914 - Sarıkamış, 1415 – Agincourt Muharebesi, M.Ö. 52 – Alesia Kuşatması, 1944 – Bagration Harekatı, 1521 – Tenochtitlan Kuşatması, 1942 – Singapur, 1066 – Hastings Muharebesi, 1896 – Adowa Muharebesi, 1916 – Verdun, 1258 - Bağdat Kuşatması, 1916 – Somme, 1944 – Market Garden Harekatı, 1588 – Gravelines Muharebesi, 1461 – Towton Muharebesi, 1862 – Fredericksburg Muharebesi, 1991 - Ölüm Otoyolu, 1915 – Gelibolu. Kurtuluş Savaşı Günlüğü kısmında ise bizleri bu sayıda Erzurum Kongresi karşılıyor. Harika bir kronoloji yapıldığını özellikle belirtmek isterim. Bunun akabinde geçen sayıda yarım bırakılan Stallingrad özelinde devam ediyoruz. Sonda bir de motorsiklet var ki hepimizin dikkatini çekeceğine inanıyorum. Yine hayranlıkla okuduğum bir sayı oldu. 5 saat gibi bir zaman diliminde sindirerek okudum diyebilirim. Hepimize iyi okumalar, mutlu geceler dilerim..
History of War - 3. Sayı
History of War - 3. SayıHistory of War Türkiye · Doğan Burda Dergi Yayıncılık · 202267 okunma
·
325 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.