Siz dokuz taş oynamayı bilir misiniz? Biraz anlatayım isterseniz. İki kişi arasında oynanan oyun bir levhaya iç içe çizilen üç karenin kenar ortalarından birbirine düz bağlanarak oluşturulan çizim üzerinde, dokuzar taşla oynanan bir zeka oyunudur. Geçen gün kızıma oyuncak alırken gördüm modern halini, dijital levha üzerinde renkler yaldır yaldır, taşlar mıknatıslı, vay anasını.. dedim bir tuhaf oldum.
Benim çocukluğumda bu oyunu oynamak için bir tahta üzerine şeklini çizerdik, tahta kaybolurdu onun için evde kullanılan bir eşya olan sekmen ( tahta bir tabure) üzerine çiviyle çizer sonra çizikler belli olsun diye kömürle cizgilerin üstünden geçerdik. Taş yerine büyük fasulye tanelerini ikiye ayırırdık her oyuncuya renklerine göre yeteri kadar “dane” verilir oyun başlardı. Elektrik yok, ev ahalisini televizyon esir etmemiş daha, biz altı kardeş köy işleri bitince akşam yemeğinden sonra gaz lambası altında ya da tasarruf olsun diye ocak başında toplanırdık ya, bir de komşu çocukları gelirdi, her akşam başka şenlik. Uyanık oyuncular fasulye tanesini koyarken serçe parmağıyla diğer taşı oynatır istediği yere getirirdi, biz saflar şaşardık bu işe. Taşın yerini yanlış hatırladığımızı düşünürdük, bazen de bu küçük hamleyi yemez itiraz ederdik. O zamanlar küsmeyi kim biliyor itirazlar gülüşmeler okkalı bir fırça yiyene kadar devam ederdi. Sonraları anne terliği meşhur oldu ya o zamanlar köy yerinde kimse bilmezdi terlik. Bizde “elulağı” denir, annenin elinde baston benzeri bir çubuk bazı işlerini onunla yapar elini kirletmez. Elulağı yakınında olduğundan biz de susmuyorsak savururdu üzerimize artık kime kısmetse sopasını yer gülüşmeler artardı.Sopa yiyen kendi çocuğu komşunun çocuğu diye kimse bakmaz ayrım yapmazdı. Büyükler kızıyor görünüyor ya onlar da bizim çoşkumuzdan bıyık altı söylenerek gülerlerdi aslında. Büyükler kendi sohbetinde küçükler kendi aleminde güzel günlermiş şimdi anlıyorum.
Köydeki hemen hemen her evde bir ocak olurdu, bu ocak mutfağın bir duvarını kaplar iki ya da üç metre büyüklüğünde olur. İçinde yanan odunların isinden kapkara olmuştur duvarları, ortada kalın dökme demirden sac ayağı üstünde de kara kazan hatırlarım hep. Az daha unutuyordum ocağın ön duvarının üstünde kabartmalarla iki hilal ortasında yıldız şekli bir de. İşte bu ocakta yanan odunların ışığında oyun oynarken, büyük bir yağ tenekesine şekil verilip uzunca bir sopa eklenerek yapılmış eğreti mısır patlatma gerecinden nefis kokular gelir bir de aklıma.
Sekiz ya da dokuz yaşlarımdı tam bilmiyorum, komşunun evine oyun oynamaya gittim. Arkadaşımın annesi Kıymet Yenge deriz, uzun boylu dünyalar güzeli bir kadın ya erkek gibi de yiğit. Evinin avlusuna koyduğu kocaman leğene iki oğlunu oturtmuş sabunluyor yıkıyor arada tası kafalarına vurarak. “Aha” dedi beni görünce “gel hele”. Ben daha ne olduğunu anlamadan soydu leğene oturttu başladı üçümüzü yıkamaya. Utandım, bacaklarımı sıkıştırıp biryerleri iyice kapattım. Sonra arkadaşların rahatlığıyla ben de açıldım ki öyle anadan doğma leğende rahatça yıkandık. Benim kafama da vurdu bakır tasla ya acıtacak kadar değil. Akşama annem uğraşmasın diye eli değmişken beni de aradan çıkardı yani. Öyle samimi ki anne yarısı gibiydi. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra köye gittim arabayla onların evinin önünden geçerken bir kocakarı gördüm, tanıyamadım, misafir olsa gerek diye düşünüp elimle selamlayıp durmadan geçtim gittim. Aslında Kıymet Yengemmiş. Yaşlanmış beli bükülmüş, hiç aklıma gelir miydi yaşlanacağı, böyle olacağı. Akşam bize geldiler ki tanıdım. Dedi ki “ Ulan şeherli garısı almaynan, götünüzü löküs arabalarda taşımaynan adam mı oldunuz la itin enükleri, vali gibi arabaynan yanımdan geçip eliyle selamlıyo bi de.” Ellerine sarıldım, öptüm kokladım, öyle bir koku ki anne kokusu gibi, değişmemiş halen. Sarıldım, yaşlı yanaklarından da öptüm, çok af diledim. Gözlerim bozuk tanıyamadım dedim, yaşlanmışsın çok değişmişsin diyemedim...
Çocukluğumda hatırladığım evdeki curcunadan eser yok şimdi. İki katlı kocaman ev ennem babam bir de. Hani bir köroğlu bir ayvaz derler ya, öyle. Evin olduğu arsa düzlük yerdedir. Her yeri meyve ağaçlarıyla dolu öyle yemyeşil. Bereketli ki sorma, yanlışlıkla tohum düşse yeşerir, çalı batsa toprağa bakmışsın ağaç olur. Hele baharları, şimdi yani Mayıs ayı som yeşil olur ki insanın aklını alır. Geçen sene (“bıldır” derler bizde) köye gittiğimde baktım ki evin yanlarını hep ısırgan otu, sarmaşık diken sarmış. Çocukluğumda ot bile bitemezdi çocukların, gelenin geçenin ayağının altında ezilmekten. İçim acıdı sabah olsun hele dedim. Sabah erkenden kalktım, örs ve çekici buldum tırpanın ağzını dövdüm, iyi kessin diye çeliğe çentik açılır bu dövme işinde. Bir de bileği taşı bulup başladım tırpan sallamaya, bilen bilir zor iştir ha. Ne kadar ot, diken, galdirik, güldürük, ısırgan varsa temizledim akşama kadar. “Ulan” dedim “biz öldük mü?”, “Ulan siz ata baba ocağını sarmaynan...”, “ Ulan sizin geçmişinizi...” böylece savaşarak akşamı ettim ki baktım iki elim su toplamış patlamış, bir de belimin ağrısı, yaşlanıyoruz demek. Bu işler ne derdi bana, yaparken terlemezdim bile, vay anasını...
Köyden ayrılmadan evvelki akşam babam ve annemle konuşuyoruz. Ben bunları anlattım biraz, “Ula olum” dedi babam “ Demek sen de düşünürsün bunları hemi, benim de çok aklıma gelir... öyle.... düşünürüm....” ağlarım diyemez ki koca adam öyle sözler de bilmez ki. Ama, artık gözünden sıra sıra akan yaşlar ele verir hislerini o farketmese de. Başını öne eğer, yavaş yavaş sallar bir de. “Biz çocukken” diyorum “ bir masal anlatırdın bize, üç bölümden oluşurdu. Bu üç bölümde ip uçları verilir ve masalın sonunda üç bilmece sorulurdu, bildin mi” gene başını eğer, yüzü kararır, düşünür düşünür çıkaramaz. Annem de “ he olum ben de hatırladım öle diyince ya tam çıkaramadım” dedi. Hatırlayamayınca üzülürler, gene “ ula olum nerden aklına düştü” hiç aklımdan çıkmaz diyemiyorum “öyle hatırlayıverdim boşverin” diyorum .
Siz o üç bölümlük hikayeyi biliyorsanız.... ya da bulursanız.... bana gönderin olur mu... hatırlayamasam da... o hikayede... çok güzel bir çocukluğun ... izleri var... yok ağlamıyorum ... erkek adam ağlar mı hiç...
...