Gönderi

64 syf.
6/10 puan verdi
·
Read in 4 hours
Kitabın Kızıl Panda Yayınları’ndan çıkan bu sürümü iki öyküden oluşuyor. Bunların ilki kitaba da ismini veren Ay Işığı Sokağı, bir diğeri ise Leporella. İkisi de 30’ar sayfalık iki öyküden ibaret. Ay Işığı Sokağı, kitaba da ismini hakkıyla vermiş. Öykü, trenini kaçırmış bir Alman’ın, Fransa’da, köhne bir sokakta Almanca şarkı söyleyen bir kadının sesini takip ederek bir bara ulaşmasıyla başlar. Bir hayat kadını olduğunu anladığımız bu kadın ile bir masaya oturduklarında, her halinden sünepeliği ve ezikliği belli olan bir adam da kahramanın arkasından bara girer. Kadın tarafından adama zalimce davranılınca, bu sahneye daha fazla katlanmak istemeyen kahraman, adamdan özür dileyerek barı terk eder. Adamın kendisini takip edip kendisine yakınlaşmasıyla bu ikilinin geçmişini öğrenir. Kadın ve adam eskiden evlidir ve evlendiklerinde çok fakir olan bu kadının durumunun tersine, adam zengindir. Zaman içinde adam, bu farklarını karısının yüzüne vurmaya, karısı kendisinden her para istediğinde onu yalvartmaya, bu eziyetten de zevk almaya başlar. “Çok iyiydi... Bana karşı da öyleydi, onu yoksulluktan kurtardığım için çok minnettardı. Minnettar olduğunu biliyordum da... Fakat... Sürekli... Bu minneti duymak bana iyi geliyordu. Bayım, bu çok, sonsuz derecede güzeldi, hissetmek, birinden daha iyi olduğunu hissetmek. Eğer... Eğer daha kötü olduğunu biliyorsan... Sürekli bunu duymak için bütün paramı verirdim. Çok gururluydu, teşekkür etmesini istediğimin farkına vardığında o bunu gittikçe daha az istedi. Bu yüzden...Yalnızca bu yüzden, Bayım, onu hep yalvarttım. Asla gönüllü vermedim. Her elbise için, her kurdele için gelip yalvarmak zorunda olması bana iyi geliyordu... Ona üç yıl böyle eziyet ettim, gittikçe daha fazla... Bayım, Onu aşağılayabilmek için bulduğum her fırsatta mutlu oluyordum, çünkü, onu nasıl sevdiğimi hiç bilmiyordum... Bunu ancak o gün anlamıştım. O lanetli günde... Annesi için istediği oldukça, oldukça az bir parayı vermeyi reddetmiştim. Yani, aslında parayı çoktan hazırlamıştım ama bir kez daha gelmesini istiyordum. Bir kez daha rica etmesini... Evet, ne diyordum? Hah, o gün eve geldiğimde anlamıştım, gitmişti ve masanın üzerinde bir kâğıt parçası vardı yalnızca. "Lanet paran sende kalsın, artık senden hiçbir şey istemiyorum." Karısı kendisini terk edince yaptıklarıyla yüzleşen adam pişman olsa da, karısıyla barışma çabaları sonuç vermez. Kadın, şimdi tek isteği kendisine geri dönmesi olan bu adama istediğini vermeyerek onu cezalandırır. Artık dayanacak hali kalmayan adam ise bu yabancıdan karısının kendisini affetmesini sağlamasını rica eder, yoksa kadını öldürecektir. Bu işe karışmak istemeyen ana karakter ise bu isteği reddeder. Ertesi gün, Fransa’yı terk etmek üzereyken gözleri bir önceki gece bulduğu o sokağı arar. Barın sokağını bulduğunda, sanki dün kendisiyle konuşan adamı uzaktan bara girerken görür. Elinde tuttuğu şeyin para mı, yoksa bıçak mı olduğunu anlayamaz. İkinci öykü ise gayrimeşru bir çocuk olarak doğan Crescentia adındaki bir kadının hikayesini anlatıyor. Doğduğu kasabadaki insanlar tarafından büyütülen Crescentia, doğal güzellikten de mahrum, çocuk yaşta hizmetçiliğe başlamış ve o andan itibaren de tüm hayatı işi olmuş bir kadındır. Her gün erken kalkar ve pazar günleri kiliseye gidişleri de sayılmazsa tüm yaşamını çalışarak geçirir. Kimseyle konuşmaz, kimseye selam vermez. Bu çalışma azmi fark edilince kendisine Viyana’da bir hizmetçilik işi bulunur. Hayatı boyunca nasıl olduysa aynı şekilde başladığı Viyana’daki hayatı, evin efendisinin kendisine kibar bir yakınlık göstermesiyle değişmeye başlar. Hayatı boyunca hiçbir insanla bir bağ kurmamış Crescentia, birden bir yakınlık kurduğunu hissettiği bu barona tüm kalbiyle bağlanır. Tüm hayatı onun gibi görmeye, her şeyi onun için yapmaya, onun gibi düşünmeye ve onun için yaşamaya başlar. Bugüne kadar yaşamadığı insan ilişkisinin yokluğunu kurduğu ilk ilişkide karşısındaki ilahlaştırarak sağlıksız bir forma dönüştürüverir. Öyle ki mutsuz bir evliliği olan baronun karısından dahi tiksinmeye başlar. Baronun eşi birkaç aylığına sanatoryuma yatırıldığında baronla baş başa kalır. Baronun başka kadınlarla olan çapkınlıklarına ortak olur. Onun için her şeyi göze almıştır. Onun için çöpçatanlık dahi yapar. Kendisine o sıralarda Leporella ismi konur. Ancak baronun eşinin geri geliyor olduğu haberi eve varınca, evin havası birden tekrar değişir. Sanatoryumdan daha da sağlıksız ve dengesiz olarak dönen kadın, evde sürekli ve eskisinden daha fazla sorunlar çıkarmaya başlar. Bu kavga gürültüye dayanamayan baron, Crescentia’ya ava gideceğini ve bir hafta dönmeyeceğini, artık bu kadına dayanamadığını söyler. Crescentia baronun bavulunu hazırlamaya giderken barona bir söz verir: “Beyefendi haklı, bu işe bir son vermek lazım!” Baron aldığı haber üzerine alelacele evine döndüğünde, karısının öldüğünü öğrenir. Hiçbir zaman kanıtlayamasa da bunu Crescentia’nın yaptığını düşünür. Araları günden güne soğur, baron, bir katil olduğunu düşündüğü Crescentia’dan tiksinir. Eve yeni bir uşak getirir ve tüm emirlerini onun aracılığıyla vermeye başlar. Bir gün uşak, Crescentia’nın kendisine çok garip ve korkutucu şekilde baktığını, bu kadından korktuğunu, cinayet işleyebilecek kadar çıldırmış olduğunu düşündüğünü söyler. Baron, uşağı aracılığıyla Crescentia’yı kovar. Haberi alan Crescentia baronun odasına girerek, eski ürkek ve zavallı haliyle onu kendisinin kovup kovmadığını öğrenmek ister. Baron, durumu kabul edince de perişan bir halde efendisi ne isterse onu yapacağını söyleyerek evi terk eder. Ertesi gün, baron masasında bir kutu bulur. Bugüne kadar Crescentia’ya verdiği her hediye, ona aldığı her şey o kutuda saklanmış haldedir. Aynı gün bir kadının Tuna nehri köprüsünden atlayarak hayatını kaybettiği haberi gelir.
Ay Işığı Sokağı
Ay Işığı SokağıStefan Zweig · Kızıl Panda Yayınları · 202268k okunma
·
290 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.