Gönderi

BABAMIN ODASI...
-Ne işimiz var anne bu mahallede? Neden cevap vermiyorsun?Neden bu binada durdun? -Hiçbir şey sorma,sadece gel. (Anne kız bir binadan içeri girerler ve bir dairenin önünde dururlar, anne anahtarla dairenin kapısını açar ve içeri girerler) -Anne bu evde kimin, neden anahtarı var sende? -Satın aldım, bize ait artık bu ev. -Seni anlamıyorum anne. Neden X gibi bir yerde ev aldın, burada ev almak sence mantıklı mı?Görmedin mi insanları,binaya girerken nasılda bize bakıyorlardı. Burada istesek bile oturamayız. -Anlatıcam kızım, her şeyi anlatıcam. (Evin bütün odalarının kapıları açıktır, ama sadece bir odanın kapısı kapalıdır ve bu kapı diğer kapılardan farklıdır.Anne çantasından bir anahtar çıkarır.) -Hadi anne neler oluyor anlat, daha fazla meraklandırma beni. -Kızım, yıllardır sana anlatmak istediğim bir sır var, bu sır için için yiyor beni. Hiçbir zaman sana bu sırrı anlatacak gücü bulamadım kendimde. Önümüzdeki hafta evlenip bizden ayrılıyorsun artık. Daha fazla erteleyemem, bizden ayrılmadan bunu öğrenmelisin, bu senin hakkın. Bu evi sana ancak bu sırrı burda söylebileceğim için aldım. -Anne bilmece gibi konuşuyorsun, ne sırrın olabilir senin? Varsa bile ne alakası var bu evle? -Sana hiç ailemle, geçmişimle ilgili bir şey anlatmadım, bütün ailemin öldüğünü söyledim sana, bugün için evet hepsi öldü, kimse kalmadı ama bunu sana ilk söylediğim zamanlarda bu doğru değildi, hepsi yaşıyordu. Bu binada doğdum ben kızım, bu çevrede geçti çocukluğum. -Ciddi olamazsın anne. Sen ha, burada. (Anne kapalı olan odanın anahtarını kilide sokup açar ve içeri girmeden önce...) -Sana her şeyi ancak bu odada anlatabilirim, bu odada yalana yer yoktur, gerçeklerden başka hiçbir şey konuşulmaz burda. Bu oda bizden dürüst olmamızı talep eder.. Girelim kızım içeri... (İçeri girerler..) Bugün eğer annensem, sende benim kızımsan ve beni şuanki kimliğimle tanıyabiliyorsan bütün bunları bu oda sağladı veya başlattı. Lütfen sonuna kadar dinle beni... (Annenin sesini kısalım ve olayları annenin anlatışına sadakat göstererek tarafsızca, sahiplenmeden, biraz daha ayrıntıya girerek üçüncü bir kişi olarak biz anlatmaya çalışalım..) -Girsene içeri Nisa... -Nasılsın Fatma, ne var ne yok? -Şimdi ikindi namazını kıldım, sen geldin. -Bende şimdi kıldım, size bi uğrayayım dedim. -İyi yapmışsın.. -Ee, kimse yok mu evde? -Annemle babam amcamlara gitti, abimde üniversiteden arkadaşlarının yanına, bugün gelmez büyük ihtimalle. -Üniversiteseki arkadaşlarını tanıyor musunuz? -Tanımayız hiçbirini, işin doğrusu tanımakta istemeyiz. -Neden öyle dedin? -Ne bileyim hepsi serseri serseri tipler, kız erkek hep beraber evlerde toplanıyorlar galiba. Kim bilir neler oluyordur o evlerde? Ayrıca hepside solcu.. Allah yok, kitap yok. Abimide kendilerine çevirdiler, yoldan çıkardılar. Halbuki abim küçüklüğünde beş vakit namaz kılardı. Önce okuduğu kitaplar bozdu abimi, sonrada gittiği üniversite. -Abin inanmıyor mu Fatma Allah'a kitaba? -Tam olarak neye inanıp neye inanmadığını bilmiyorum ama onun inandığı bizim inandığımıza hiç benzemiyor. Çok üzülüyorum Nisa abim adına. Hem öbür dünyasını hem bu dünyasını mahvediyor, elimizden hiçbir şey gelmiyor. Hiç karıştırmaz işlerine, nerdeyse hiç konuşmaz bizimle. Çalışma odasına kapanır ve bizimle bütün iletişimini koparır. Kapıya vursak, içeriye seslensek cevap bile vermez bize. Sana bir sır vereyim, o odaya daha hiçbirimiz girmedik, o oda ona verildiğinden beri. Kapısını bile değiştirdi, anahtarı onda var sadece, hiç kimseye vermez. Odada bir masa, iki sandalye ve kitaplardan başka bir şey olmadığını biliyoruz ama içerde ne yapıyor, nasıl zaman geçiriyor hiçbirimiz bilmiyoruz. Sanki ona düşmanmışız gibi davranıyor bize, saklanıyor bizden, saklıyor bir şeylerini, adeta onun için kutsal bir yer o oda ve biz sanki kutsiyetini bozuyoruz odanın. Ne annemi ne babamı ne beni yaklaştırıyor yanına. Ona ne yaptıysak adeta kendini bizden koruyor. Annem belli etmemeye çalışıyor ama çok üzülüyor, babamda öyle, bende Nisa bende çok üzülüyorum bu olanlara. Aramızda kalsın annem kaç tane hocaya gitti abim düzelsin diye. Ama sana bir şey söyleyeyim mi ben abimin bize neden cephe aldığını, ne zaman bizden uzaklaştığını biliyorum galiba. Hani 4 numaraya dul bir kadın taşınmıştı, özürlü bir çocuğu vardı. Açık açık giyinirdi, hiç sakınmazdı kendini, erkeklerle hiç çekinmeden utanmadan konuşurdu hatırlıyorsun dimi, annem kadının ev sahibini aramıştı bu kadını binada istemiyoruz diyerek evden attırdığında başladı her şey. -Neden böyle düşünüyorsun, neden o kadın yüzünden uzaklaşsın sizden? Hem sadece annen değildiki o kadını bu binada istemeyen, bütün bina istemiyordu, annen sadece elçiydi. -Evet öyleydi ama abim duyunca çıldırdı, neler neler söyledi anneme babama. Ona göre kadının hiçbir anormal davranışı yokmuş, anormal olan bizlermişiz. O olaydan sonra abim bizle iletişimini kopardı, dikkat ettiysen abim binada kimseyle konuşmuyor, ne selam veriyor kimseye nede selamını alıyor kimsenin. Bu bile o günden sonra başladı. O günden sonra abim için ne bizim nede binadikelerin bir farkı var artık. Bir yabancıyız onun için. -Çok üzgünüm Fatma gerçekten bende. Allah hepimizin yardımcısı olsun, Kerim'i doğru yola soksun İnşaallah. -Birde Nisa çok korkuyorum abim için, bilirsin lafını hiç esirgemez,kimseden korkmaz. Hiç kimse sevmiyor abimi buralarda, kaç defa kavga etti. Ona bir şeyler yapacaklar diye çok korkuyoruz, hiç arkadaşı yok, burda herkes grup, abim biriyle kavga etse karşısında asla tek kişiyi bulmaz. O eve girmeden hiçbirimiz huzurlu olamıyoruz. Gelene kadar pencereden ayıramıyorum gözümü.(Bir zaman sessizlikten sonra) Kızmazsan Nisa sana bir şey sorabilir miyim? -Sor tabiki Fatma. -Bazen seninde abimi gözlediğini düşünüyorum pencereden, neden böyle düşünüyorum diye sorma, sadece böyle hissediyorum, bana öyle geliyorki sen abimi seviyorsun. -... Saçmalama Fatma.Yok öyle bir şey. -Ne bileyim öyle hissediyorum bazen. Ne yalan söyleyeyim keşke sen onu oda seni sevseydi diye düşünüyorum. Eğer bu dünyada abim biriyle olacaksa bunun senle olmasını isterdim. Onu doğru yola sokabilecek biri varsa dünyada buda sensin Nisa. Keşke abimi sevseydin Nisa, abimde seni sevseydi. -Neyse ben kalkayım artık, annem merak eder. Görüşürüz Fatma iyi akşamlar... (Birkaç gün sonra) -Buyur Nisa. -Fatma evde yok mu Kerim? -Bir yere gitti, gelir birazdan, istersen içeri gir, içerde bekle. -Tamam gireyim o halde, içerde bekleyeyim. (Kerim Nisa'yı misafir odasına alır ve yanından ayrılır. Gerçekten susadığı için mi, yoksa etrafa bakıp merakını gidermek için bahane olduğundan mı bilinmez Nisa mutfağa gider ve bir bardak su aldıktan sonra Kerim'in kimseyi sokmadığı odanın kapısının önünde durur, anahtarı üzerindedir, merakına yenilip tam anahtarı çevirip kapıyı açacekken...) -O odada bulunanların ödemesi gereken bir bedel var Nisa. Bu bedeli ödemeyeceksen girme içeri. -Neymiş bedeli? -Bu odada gerçeklerden başka bir şey konuşulmaz,düşünülemez, ancak gerçeklere yer vardır bu odada. Dürüstlüktür talebi bu odanın, hem kendimize hem karşımizdakine borçlu olduğumuz dürüstlük. Gerçeklerle yüzleşmekten korkanların girmemesi gereken bir yer bu oda, eğer buna hazır değilsen girme, uzaklaş o kapıdan. (Nisa hiçbir şey söylemez ve çıkar gider evden..) (Birkaç gün sonra..) -Fatma yok Nisa. Geç gelir. -Biliyorum. Buraya o bedeli ödemeye hazır olduğumu söylemek için geldim. -Hoş geldin. (Eve girer Nisa. Kerim odasının kapısını açar ve ) -Buyur Nisa, gir içeri. (Kerim Nisa'yı daha önce kimsenin girmediği odasına alır. Odada Nisa'nında beklediği gibi bir masa, iki sandalye ve kitapların olduğu birkaç raf vardır, çok sade bir odadır ama Nisa'ya göre odanın bir ruhu vardır, yaşayan, yaşatan bir iklimi vardır sanki.. Neyse ikiside masada karşılıklı duran sandelyelerine otururlar. Bir zaman bir sessizlikten sonra..) -Madem bu cesareti gösterip bedelini ödemeye, buraya gelmeye karar verdin, ilk bedeli ben ödemeliyim Nisa cesaretine karşılık olarak. Bugün ben konuşayım sadece, sen dinle..Bu odada asla yalan söyleyemem ben Nisa, söylemeyi bırak düşünemem bile bunu. Bu odadayken öğrendim kimseden korkmamayı, kimseden çekinmemeyi,gerçeğe olan sadakati. Benim kalem burası,ben burdayken bana kimse zarar veremez gibi, bana kimse ulaşamaz gibi geliyor, öyle hissediyorum, Tanrı'nın bile. İhtiyacım olanı bana veren, beni yaşatan adeta bana can veren yer burası. Ancak burdayken katlanabiliyorum bu eve, bu çevreye, buralarda olanlara... İhtiyacım olan her şeyi bu oda veriyor bana, mesela şuan diyeceklerimi diyebilmemi sağlayan cesareti.. Seni çok seviyorum Nisa, kendimi bildim bilelide hep sevdim. Bunu söylemenin bana ne kadar zor geldiğini bilemezsin, bunu söyleyebiliyorsam bunu ancak burada yapabildiğim için ve sen burada olduğun için yapabiliyorum. Buraya geldiysen ve beni dinlemeyi göze alabildiysen eğer sende beni seviyorsun demektir, yoksa senin gibi biri buraya asla gelmezdi. Yanılıyor muyum Nisa? (Nisa kızarır ve başını eğer utanarak) Utanma Nisa,utanmana gerek yok. Burda konuştuklarımızın sonuçlarını, sorumluluğunu dışarı taşımak zorunda değiliz, konuştuğumuz her şey istersek burada kalır, istersek burada konuştuğumuz şeyleri yok sayabilir, olmamış kabul edebiliriz dışarı çıktığımızda. Burada olan burada kalır. Seni seviyorum demek benim için o kadar zorki Nisa, hiç hoşnut değilim duygularımdan. Muhtemelen sende değilsindir. O kadar farklıyızki birbirimizden, o kadar başka bakıyoruzki dünyaya. Biraraya gelmemesi gereken elementler gibiyiz. Halbuki ben farklılıkların zenginlik olduğunu düşünen, onlarla hayatın güzelleştiğini düşünen biriyim. Her farklılıkla uzlaşabilirim ama tutucu, bağnaz ve bütün farklılıkları yok etmek isteyen biriyle nasıl yapabilirim bunu?Bana acı veren senin tutumunun, inancının uzlaşmaz olduğunu bilmek. Sana göre benim ve benim gibiler,bu dünyada yeri olmaması, cehennemin dibinde olması gereken her türlü cezaya müstahak yaratıklar. Böyle düşündüğün için bana karşı olan duyguların sanada acı veriyor aynı benimkiler gibi. Ne yapacağız Nisa senle ben bilemiyorum. Neden düşman olarak görmen gerekiyor beni, neden yok olmam gerekiyor. Belki duyguların böyle olsun istemiyor ama iradenle bunu istiyorsun. İradenle yenemediğin için duygularını,acı çekiyorsun. Neden duygularını inkar etmen, katlanman gereken bir ceza olarak görmen gerekiyor. Duygular lanetimiz mi? Evet her zaman iyi şeylere sebep olmuyor duygularımız ama işin güzelliğide bir tarafa bu. Kötü olmasaydı iyinin ne olduğunu nasıl bileblirdik, acıyı bilmeseydik, acı veren şeyleri yaşamasaydık mutluluğu nasıl tanıyabilirdik. Neden utanalım neden inkar edelim duygularımızı, öğretmenimiz onlar bizim. Neden yükmüş gibi taşıyalım duygularımızı. Görmüyor musun, hissetmiyor musun kendin ve çevrendekilerin üzerindeki ağırlığını bu yükün, bu yük yüzünden ne kendilerine ne başkalarına yaşanır kılıyorlar hayatı. Neden inkar ederek duygularımızın yani öğretmenimizin bize katacağı her zenginlikten mahrum bırakalım kendimizi. Neden doğamızla savaşalım.Nasılki bir araba benzinle hareket ediyorsa, hareketini benzine borçluysa bizde canlılığımızı duygularımıza borçluyuz. Duyguları inkar etmek benzinin ona sağladığı faydayı inkar eden, bu yüzdendende yol alamayan bir arabanın durumuna benziyor. Tanrı bizi böyle yaratmış, kuralı bu yaradılışın. Duygularımız üzerinden yaşayabiliyoruz hayatı, duyguları inkar etmek hayatı, yaşamı inkar etmek demek aynı zamanda. Sen, ailem ve sizin gibi olanlar hayatı yaşamayarak hayatta bıraktığınız boşluğu öfkenizle dolduruyorsunuz. Hayatını sizden farklı yaşamaya çalışanlara adeta azap oluyorsunuz. Hayattan feragat edişinize erdem, ahlak veya namus diyorsunuz ve yaptığınız şeyi yüceltiyorsunuz. Mahellemizdeki kadınların nasıl bir yıkıcılıkla dedikodu ettiklerini bilirsin. Aslında o dedikoduların sebebi, dedikoduya konu olan onlar gibi olmayan kişilere karşı duydukları gizli kıskançlıktır. Yaşayamadıkları, içinde olamadıkları hayatın acısını çekiyorlar, yaşanmayan, gelişmeyen duyguların yükünü taşıyorlar içlerinde. Gizli olan bir özlemin duyulmayan çığlıkları var dedikodularında. Yaşamaya asla cesaret edemeyecekleri, yapmak isteyipte yaşayamadıkları bir hayata dair duydukları özlem ve bu özlemin neden olduğu öfke. Bu hayatı yaşayamama yetersizliklerini erdemli, ahlaklı ve namuslu bir hayat olarak göstermelerine dayanamıyorum Nisa. Nisa sana asla bu odanın dışında söyleyemeyeceğim bir şey daha söylemek istiyorum, hakkımda düşünebileceğin şeyleride göze alarak. Eğer bir seçim yapsaydım sizin inancınıza tabi olmak ile şeytana tabi olmak arasında şeytana tabi olmayı seçerdim. Çünkü sizin inancınız her türlü farklılığı yok ediyor, farklılıkları yok ederek hayatı yaşanmaz kılmaya çalışıyor. Düşünemiyorum dünyada her yerin bizim mahallemiz gibi olduğunu, resmen kabus gibi bir şey olurdu bu. Oysa şeytan sonuçları kötüde olsa bizim farklı olmamızı, farklı yollara girmemizi teşfik ediyor. Bu farklılık yanlış şeylere neden olsa bile bu yanlıştan ders aldığımız takdirde bu tecrübe hayatımıza zenginlik katabiliyor. İşin aslını söylemek gerekirse ben şeytanın varlığınada inanmıyorum. İnkar edilen, yaşanmayan, gelişmeyen duyguların vermiş olduğu tecrübesizliğin, tecrübenin bize verebileceği bilgiden mahrum kaldığımızdaki cehaletin etkileri olarak görüyorum şeytanın varlığını. Duyguların bize katacağı zenginliği kendi çıkarlarına ters gören bir düzenin bir kurgusu bu inandığınız şeyler. Kontrol edilmeyi kolaylaştıran, kendi çıkarları için sizi savaşmaya kolayca teşfik eden bir düzenin. İçinize yaşamak ile ilgili korkular yerleştiren, yaşayamayasınız diye duygularınızı, isteklerinizi şeytanlaştıran bir düzenin kurbanlarıyız hepimiz. Hepimiz diyorum çünkü ben ve benim gibi insanlar farklı olmaya dair ne zaman bir şeyler talep etsek ve bunu yaymaya çalışsak bu kurguya hakim insanlar kendi kurgularına tabi olan insanları üzerimize sürerek bizi boğduruyorlar. Daha doğmadan ölüyor birçok şey. Bana göre sizin sorununuzun sebebi inandığınız Tanrı'yı çok aşırı şekilde var etme, şeytanıda yok etme çabanızdır. İnancımız dediğiniz şeyin sonuçlarını nasıl görmezden gelebiliyorsunuz. Dünyaya bir bakar mısın, inancını paylaştığımız ülkelere ve kendi ülkemize. Neresindeyiz dünyanın Nisa? Ne söz hakkımız var dünyada bir şeyleri degistirmek için, değiştirmek için bir gücümüz var mı bir şeyleri? Hayatın dışında olmanın, yaşama katılamamanın sonuçları olduğu gibi yansıyor hiyaraşiye, hiyarişide neredeyse yerimiz yok . Bizim(bizim diyorum çünkü etkisini ne kadar istemesemde hissediyorum, çünkü bu ülkede yaşıyorum) inancımıza göre en iyi, en mükemmel zamanlar geçmişte kaldı, yaşadığımız ve yaşayacağımız her gün daha kötüye gidecek, çünkü yaşadığımız zamanı ahir zaman olarak görüyoruz. Yani her anı,geçen zamanı cezaya müstahak olduğumuz, lanetlenmemizin gerekli olduğu bir şey olarak algılıyoruz. Sürekli geçmişi övüyor, yüceltiyor, efsaneleştiriyoruz. Melankoliyi ve nostaljiyi hastalık derecesinde yaşayan insanlar topluluğuna dönüşüyoruz. Geçenlerde bir yerde okudum, melankolinin bir hastalık olduğunu ve bu hastalığın sebebininde hastalık derecesinde kişinin kendisiyle arasının bozuk olmasından kaynaklandığını yazıyordu. Yine başka bir yerde geçmişe özlem duyan insanların bugünün hakkını veremeyen insanlar olduğu yazıyordu. Peki daha ileri medeniyetler, güçlü olan devletler nasıl algılıyor zamanı? Onlar geçmişin kusurlu olduğu, kusursuzluğun ve mükemmelliğin gelecekte olduğu anlayışıyla algılıyorlar zamanı ve bu anlayışla yaşıyorlar hayatı. Kusurlarından, hatalarından dersler,tecrübeler çıkararak mükemmele doğru bir hareket halinde yaşıyorlar, bunu yapamıyorlarsada her zaman en azından niyetleri bu. Tecrübelerinden fayda sağlıyorlar. Bak dünyaya her yerde onların yasaları nerdeyse evrensel değerler gibi görünüyor, eğer bunlar değişecekse yine onlar yapacak bunu, mutlaka her tecrübe yeni zenginlikler katacak onlara. Var mı dünyaya kattığımız bir zenginlik bugün, bir katkımız var mı? Nasıl olsunki, tecrübe ettiğimiz, denediğimiz ne yenilik varki tecrübemiz olsun. İşte Batıyla aramızda farkı yaratanda bu. Zamanı bizden farklı algılamaları ve farklılığa, yeniliğe açık olmaları. Bizim bıraktığımız boşluğu onlar dolduruyorlar, elbette bunun faydalarındanda onlar yararlanacak. Bilirsin bizim toplumumuzda Batıya dair bir söylem, onlarla bizim aramızda yapılan bir kıyas vardır. Batı, dünyanın zenginliklerini kendi almış ve dünyayı sömürmüştür diye. Evet bunu yapmış Batı ve halada kısmen yapmakta. Bu sık sık söylenir ve bizim sömürmediğimiz ve böyle şeyler yapmadığımız üzerinden Batıyla aramızda ahlaki farklılığı ortaya koyan ve üstün olduğumuzu kanıtlayarak kendimizi övdüğümüz siyasi söylemler. Ben bu söylemleri tıpkı mahallede kadınların yaptığı şeye benzetiyorum.Yapamayışlarının, yetersizliklerinin açmış olduğu boşluğu namuslu ve ahlaklı olmak adına böyle davrandıklarını söyleyerek, kendilerini böyle avutan kadınlara. Bu Batıya dair siyasi söylemlerde dünya sahnesinde açmış olduğumuz boşluğun acısına katlanmak, kendimizi avutmak için bulduğumuz aynı namuslu ve ahlaklı olmak adına böyle olduğunu söyleyen kadınların söylemleri gibi bir söylem, bir kılıf sadece. Dünya farklılıklar ve zıtlıklar üzerine kurulmuş. Düşünce bile karşıtlıklar arasındaki gerilimden doğuyor. Şimdi bir insan düşün Nisa, her istediğini yapabiliyor ve onu durduracak güçte kimse yok onun karşısında. Sence bu insan neye dönüşür. Her istediğini yapma gücü olan birinin neler yapabileceğini hayal edebiliyor musun, böyle bir tekellikteki gücü? Bir canavara dönüşürdü muhtemelen böyle bir gücü elinde bulunduran. Bu dünyada birbirimizi canavara dönüştürmeden yaşamanın tek yolu farklılıklara izin vermek, farklılıkların varlığına katlanmaktır. Hiçbir şeye o yok edecek gücü veren tekellik hakkını tanımamalıyız, farklılıklar aynı zamanda hayatımızı yaşama güvencesi vermesi bakımındanda çok önemli. Batıyı eleştiren, bizi yücelten siyasi söylemlerdeki yanlış bulduğum şeyler bile bu durumla ilgili. Batı dünya sahnesinde gücü tek başına elinde bulundurduğundan, kendisini engelleyecek hiçbir gücü karşısında bulamadığından yapmıştır canavarlıklarını. Hangi millet olsa yapardı bu canavarlıkları. Bu duruma en az onlar,hatta onlardan bile fazla bizim yol açtığımızı düşünüyorum. Dünya sahnesine çıkmayarak, hayatın dışında kalarak, hayatı yaşamayarak, olanlara seyirci gibi kalan bizler. Dünyada şikayet ettiğimiz ne varsa Batıya dair, bu olanlara sebep onların varlığı değil,bizim var olmamızın gerekli olduğu yerde yarattığımız boşluk yani yokluğumuzdur. Haddini aşan her şey zıddına dönüşür, aşırılıklar hayatı yaşanmaz kılar. Her türlü aşırılığı ve aşırılıkların verdiği zulmü ancak karşıtlıkları yok eder ve karşıtlıklarla dengelenerek yaşanabilir hayat. Asıl lanetimizi, farklı olma çabamızda değil benzer olma çabamızda aramak gerekir. Konu nerden nereye geldi, özür dilerim Nisa eğer seni sıktıysam. Niyetim aslında bunları konuşmak değildi, ama aramızdaki uyuşmazlık konuyu buralara kadar getirdi. Aramızdaki engellerle bu anlattıklarım doğrudan değilsede dolaylı olarak ilgili. Sana bunları sadece inancının nasıl sonuçları olduğunu, aşırılıkların ve birbirimizden farkımızın olmadığı bir dünyanın nelere yol açtığını gösterebilmek, bunların nelerden kaynaklandığını göstermek için anlattım. Dedigim gibi seni seviyorum Nisa, seninde beni hiçbir pişmanlık ve suçluluk duymadan sevmeni istiyorum. Gel aramızdaki bu uçurumu yok edelim, farklı oluşumuzdan bir zenginlik yaratalım. İstersen bugün cevap vermeyebilirsin, dediğim gibi burdaki olanların sorumluluğunu taşımak zorunda değiliz ikimizde dışarı çıktığımızda.Farklılıklarımızla uzlaşmamızı sağlayacak engelleri kaldırmak istersen,pişmanlık ve suçluluk duymadan sevmek istersen beni, seni burada bekliyor olacağımı bilmeni istiyorum Nisa. (Her ikiside hiç konuşmadan odadan çıkarlar ve Nisa kendi evine gider) (Birkaç gün sonra) -Fatma yok Nisa. -Biliyorum Kerim. Girebilir miyim? -Tabi. -Odanda konuşabilir miyiz? -Ta..Tabi.. ...( Bir müddet bir konuşma olmadan birbirlerine sımsıkı sarılırlar) (Ve her fırsatta bu odada buluşurlar, aralarındaki bütün engelleri aşarlar. Bu odada adeta bütün dünyadan soyutlarlar kendilerini. Evlenme kararınıda bu odada alırlar. İster aileler izin versin ister vermesin. Ama bu kararı almalarını hızlandırabilecek bir şey olur, Nisa bunu söylemek için ailesinin evinde,pencerenin önünde Kerim'in eve dönmesini bekler.. Derken binadan bir feryat yükselir,sesin sahibi Fatma'dır.. Kerim'in öldüğünün haberinin telefonla iletilmesinin neden olduğu bir feryat. Kerim'in öldürüldüğü haberinin neden olduğu..) (Bu geçmişe yolculuktan şimdiki zamana dönerken sözü anne olan Nisa'ya vermemiz gerekiyor, çünkü söylemesi gereken şeyler var kızına. Söz Nisa'nın artık) -O senin babandı kızım, baban bildiğin kişide gerçek babanın yakın bir arkadaşıydı. Cenazede tanışmıştık. Her şeyi anlattım ona. O olmasaydı ne yapardım bilmem. Cenaze sonrası hiç dönmedim buralara,ailemin evine. Sonra evlendik Murat'la. Babanla yaşayamadığım hayatı onunla yaşadım. Babanın olmamı istediği ne varsa o olmaya çabaladım. Senide babanın kızı gibi yetiştirmeye çalıştım. Çok zor geliyor biliyorum sana anlattıklarımı kabullenmek. İstersen bu anlattığım şeylerin sonuçlarını taşımak zorunda değilsin dışarı çıktığımızda. Yokta sayabilirsin varda. Bana neden bunları daha önce anlatmadın diye tavır almanıda, kızmanıda anlarım. Vereceğin her cezaya katlanabilirim, hak ettim zaten gerçekleri senden saklayarak vereceğin her cezayı. -Bana bunları anlatman çok üzsede beni, kızmıyorum sana anne. Demek babam bildiğim kişi babam değilmiş, demek annemin bildiğim halinden bambaşka bir hali daha varmış bir zamanlar. Sanırım bunlarla yaşayabilirim, anlattıklarını sindirmem zaman alacaksada evet bunu yapabilirim. Bunu bu odada yapamayacaksam zaten başka nerde yapabilirimki.. Demek bu oda babamındı, hadi anne babamı anlat bana, ne hatırlıyorsan anlat onunla ilgili, hepsini bilmek istiyorum, tamda burada, babamın odasında...
·
1,009 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.