Gönderi

202 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 23 hours
Kısaca özetlemek gerekirse yazar kitabında, İnsan türünün evrimsel biyolojik bir canlı olduğunu, dualizm denilen ruh-beden ayrımını gerektirecek hiçbir neden olmadığını söyler. Dünya ve insan dahil her şey maddi fiziksel bir gerçeklik içinde bulunur. Bu fiziksel gerçeklik içinde materyalizmden farklı olarak insan bilincinin çok özel biyolojik bir yapısı vardır. Bu bilinç çok özel bir şekilde birinci tekil şahıs kipine sahiptir ki bu materyalizmde söz konusu değildir. Bu zaviyeden yazarımız kendisinin bir realizm inancına sahip olduğunu söyler. Eskiden kabul görmüş olan anti-realist düşünme biçimleri olan idealizmin ve çağdaşı perspektivizmin hatalı düşünme biçimlerine sahip olduğu, öyle ki bu düşünme biçimlerinin özünde, insanın çok temel bir eksikliği olan güç istenci ve kendini aldatma ihtiyaçlarının bir sonucu olduğunu belirtir. Bilincin bir çok özelliğini serimlemeye çalışan yazarın vardığı sonuç bilincin çok özel bir biyolojik aktivite olduğu, evrimsel faydalar içerdiği ve bu süreçte geliştiği yönündedir. Öyle ki bilinç, dil ve toplumsal gerçekliğin özündeki yegane şeydir. Onları hem oluşturur, hem onlardan beslenir. Toplumsal ve dilsel ögelerin bilinçle ilişkisi kitapta detaylı olarak anlatılır. Önemli gördüğüm alıntıları sırayla ekliyorum; Bırakın zihinsel, fiziksel, ve kültürel gibi üç dünyada, zihinsel ve fiziksel gibi iki dünyada yaşadığımıza bile değil, tek bir dünyada yaşadığımıza inanıyorum. İnsanlardan, onların ne düşündüklerinden ya da onun hakkında söylediklerinden tamamıyla bağımsız gerçek bir dünya mevcuttur ve bu dünyadaki nesneler hakkındaki ya da şeylerin durumları hakkındaki ifadeler, dünyadaki şeylerin gerçekten bulunduğunu söylediğimiz durumda olup olmadıklarına bağlı olarak doğru ya da yanlıştırlar. İdealizmin temel ilkesi gerçekliğin nihai anlamda algılarımızdan ve temsillerimizden bağımsız olarak mevcut maddi bir şey olmadığı, fakat bunun yerine gerçekliğin algılarımız ve diğer temsil türlerimizce oluşturulduğu şeklindeki görüştür. Ancak itiraf etmeliyim ki, anti-realizmin her biçiminin insana her zaman çekici gelmesinin çok derin bir sebebi vardır ve yirminci yüzyılda bu daha da belirgin hale gelmiştir ki o da şudur: Temel bir güç dürtüsünü karşılar. Gerçek dünyanın insafına kalmak zorunda olmamız bir şekilde insana oldukça itici gelir. Toplumun eğitimli üyeleri olan bizlere göre, dünya gizemli olmaktan çıkmış bir yer haline gelmiştir. Daha doğrusu, konuyu daha kesin bir biçimde ortaya koymak gerekirse, artık dünyada gördüğümüz gizemli şeyleri doğaüstü bir anlamın dışavurumları olarak düşünmüyoruz. Tuhaf olaylar sadece anlamadığımız olaylardır. Bu gizemden arındırma işleminin sonucu şu olmuştur: Biz artık ateizmin de ötesine geçip, konunun artık önceki nesiller için taşıdığı şekilde bizim için önem taşımadığı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Tanrı’nın var olduğu ortaya çıksa bile, bize göre herhangi bir olgu gibi doğal bir olgu olmak zorunda kalırdı. Evrendeki dört temel kuvvete yani yer çekimi, elektromanyetik, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetlere, bir beşincisini yani ilahi kuvveti, ekleyecektik. Ya da muhtemeldir ki, diğer kuvvetleri ilahi kuvvetin bir formları olarak görecektik. Bütün fizik artık ilahi fizik olsa da, yine olacaktı. Doğaüstü bir şey mevcut olsa bile, o da doğal olmak zorunda kalacaktı. Üstelik bizim bilinçli kendiliklerimizin bedenlerimizle ilişkisi hakkında düşündüğümüzde, bedenlerimiz hariç kendiliklerimizin bir hiç olduğunu düşünmek insan çok korkunç görünür. Bedenim yok olduğunda, artık var olmayacağımı düşünmek çok dehşet verici bir şeymiş gibi gelir. ... Kısaca, dualizm sadece deneyimlerimizin en açık yorumlarıyla bağdaşmakla kalmaz, aynı zamanda hayatta kalmak için sahip olduğumuz çok derin bir dürtüyü de tatmin eder. Fakat bilincin öznel deneyimini bir kenara bırakamayız; çünkü bilinç kavramına sahip olmanın esas noktası, bilincin öznel bir birinci şahıs görüngüsü tanınmış olmasıdır. Tıpkı diğerleri gibi bir biyolojik görüngü olmasına rağmen, bilincin öznel birinci şahıs ontolojisine sahip olması, bilincin katılık ya da sindirim gibi üçüncü şahıs görüngüsüne indirgenmesini imkansız kılar. Gerçekten de düşünme ile duygu arasında bir fark vardır; fakat bilinç konusunda takdire şayan olan şey, hem düşüncenin hem de duygunun bilincin aynı alanında aynı zamanda cereyan etmesidir. Bana öyle geliyor ki, bilincin bütünlüğü iki biçimde ortaya çıkar. İlki, ‘dikey’ bütünlük adını verebileceğimiz şeydir: Bizim bütün bilinç durumlarımız herhangi verili bir anda tek ve birleşik bir bilinç alanı halinde bütünleşir. Fakat zaman geçince, deneyimlerimizin birliği en azından asgari düzeyde kısa süreli bir hafıza gerektirir. Düşüncenin başı ve sonu hafızanın birleştiği tek ve birleşik bilinç alanının parçası olmadıkça, tutarlı bir düşüncenin bilincine sahip olamazdım. Açıkça söylemek gerekirse, hafıza olmadan, organize edilmiş bir bilinç söz konusu değildir. Bu özelliğe dikey bütünlüğe zıt ‘yatay’ bütünlük diyeceğiz. Bilinç bir anlamda gerçekliğin en önemli olan özelliğidir. Çünkü diğer bütün şeyler bilinçle ilişkileri oranında değer, önem, meziyet ya da liyakat taşırlar. Şimdiye kadar zihin hakkındaki tartışmamızın büyük kısmı bilinç üzerine yoğunlaşmış oldu. Bu yoğunlaşma, zihnin esas itibarıyla kendi içine kapalı bir öznellik alanı olduğu izlenimi vermiş olabilir. Ancak, bunun tersine, zihnin evrimsel gelişimdeki asıl rolü bizim belli şekillerde çevreyle, özellikle de diğer insanlarla ilişki kurmamızı sağlamak olmuştur. Benim öznel durumlarım beni dünyanın geri kalanıyla ilişkilendirir ve bu ilişkinin genel adı 'niyetlilik'tir. Bu öznel durumlar inanç ve arzuları, niyet ve algıları, aynı zamanda aşkları ve nefretleri, korkuları ve umutları içerir. Tekrar etmek gerekirse; 'niyetlilik', zihnin nesneler ve dünyadaki şey durumlarına yönelmesini ve onlara dair olmasını sağlayan çeşitli biçimlerin hepsinin genel terimidir. Daha genel bir biçimde ifade edecek olursak, statü işlevleri yüklenmesi yüzünden insanlar hapishaneye atılmakta, idam edilmekte ya da savaşa gitmektedir. Bu yüzden kaba olgularla kurumsal olguların ayrı ve yalıtılmış sınıflarının söz konusu olduğunu zannetmek bir hatadır. Tersine, katıksız olgularla kurumsal olguların birbirleriyle iç içe geçmiş durumdaki karma hallerine sahibiz. Aslında, tipik bir biçimde kurumsal yapının amacı ve işlevi, kaba olguları oluşturmak ve kontrol etmektir. Kurumsal gerçeklik bir pozitif ve negatif güçler meselesidir, yani hem haklar, yetkiler, şeref ve otoriteyi hem de yükümlülükler, ödevler, utanç ve cezaları içerir. Bilinç ve niyetlilik, hayvanlara, gözlemciye bağlı görüngüler oluşturma yeteneği verirler. İşlevler, gözlemciye bağlı bu görüngülerin arasında yer alır. Birçok hayvan türü nesnelere işlevler yükleme yeteneğine sahiptir. Sadece insanlara özgü olduğu apaçık olan bir yetenek ise, statü işlevleri yükleme ve böylelikle de kurumsal olgular oluşturma yeteneğidir. Statü işlevleri de, dil ya da dile benzer bir sembolleştirme yeteneği gerektirir. Baştan bu yana sanki niyetlilik bir şey, dil başka bir şeymiş gibi söz etmiş oldum. Ancak elbette gerçek insan varlıklar için niyetliliğimizin olanakları bir dil edinmek suretiyle muazzam ölçülerde genişletilir. Hayvanlar ve dil öğrenmeden önceki durumda bulunan çocuklar, niyetliliğin ilkel biçimlerine sahip olabilmektedirler. İnançlara, arzulara, algılara ve niyetlere sahip olmaları mümkündür. Fakat çocuk bir kez dil yeteneği edinir edinmez, niyetliliğinin kapasitesi muazzam ölçülerde artış gösterir ve artan niyetlilik de bu durumun kendiliğinden doğurduğu bir etkiyle dilin anlaşılmasını artırır ve bu da niyetlilikte daha büyük artışlara yol açar. Çocuğun ruhsal ve dilsel gelişimi konusundaki her ders kitabında bu görüngü anlatılır. Aslında sahip olduğumuz şey, bir yanda zihin, diğer yanda dil değildir; yetişkin insanlar dikkate alındığında, zihin dilbilimsel açıdan yapılanmış hale gelene kadar birbirlerini giderek zenginleştiren dil ve zihindir. Konuşan kişilerin sırf düşüncelere sahip olduklarını ve daha sonra da bunları sözcüklere döktüklerini zannetmemeliyiz. Bu apaçık bir aşırı basitleştirme olur. En basit düşünceler için dahi, o düşünceyi düşünmek için insanın bir dil sahibi olması gerekir. Sözcükler olmadan yağmur yağdığına ya da aç olduğuma inanabilirim; fakat gelecek yıl bu yıl olduğundan daha sık yağmur yağacağına ya da açlığıma, vücudumdaki besin eksikliğinden çok şeker eksikliğinin sebep olduğuna sözcükler olmadan ya da bu düşünceleri düşüneceğim eş değer sembolik araçlar olmadan inanamam. Çocuk konuşma ve düşünme yetilerini aynı anda geliştirir. Nasıl mı? Çocuk önce dil öncesi basit niyetlilikle başlar. Daha sonra, daha zengin bir niyetliliğe sahip olmasına imkân veren basit bir söz dağarcığı öğrenir; bu niyetlilik daha zengin bir söz dağarcığına imkân verir; bu da daha zengin bir niyetliliğe imkân verir ve bu durum artık kendiliğinden gelişen bir sürece kadar böyle devam eder. Hemen hemen en basit düşünceler açısından bile, hatta en basit söz edimleri açısından bile, çocuk bir söz edimini gerçekleştirebilmek için uzlaşımsal cümle anlamlarına sahip cümleleri olan bir dile muhtaçtır.
Zihin Dil Toplum
Zihin Dil ToplumJohn R. Searle · Lietra Yayıncılık · 201650 okunma
·
179 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.