Ey ez furûg-ı rûyet rûşen çerâg-ı dîde
Manend-i çeşm-i mestet çeşm-i cihân ne dîde
Hemçün tu nâzenînî ser tâ be-pâ letâfet
Gîtî nişân ne-dâde Îzed neyâferîde
Ber-kasd-ı hûn-ı uşşâk ebrû vü çeşm-i mestet
Gâh în kemîn-küşâde gâh ân kemân-keşîde
Ez sûz-ı sîne her dem dûdem be-ser ber-âyed
Çun ûd çend bâşem der-âteş âramîde
Ger ber-lebem nihî leb yâbem hayât-ı bâkî
Ân dem ki cân-ı şîrîn yâ hedîleb resîde
* * ** * * ** * *
(Görmüyor musun ki gözlerim, ferih ve sürûr ve inbisât-ı mevfûr ile
parıl parıl parlamaktadır. Ama bunun sebebini başka bir şeye haml etme.
Çerâğ-ı dîdenin bu kadar rûşen olmaklığı ancak senin rûy-ı rahşânın
fürûğundan mün’akis bir rûşendir. Hiç aynayı eline alıp da kendi hüsnünü
kendin temâşâ ettin ve bâ-husûs gözlerinin letâfetine dikkat eylediğin var
mıdır? (Senin mestâne gözlerin gibi gözleri cihanın gözleri görmemiştir)
Kendi gözlerinin kendinde olan letâfeti görmekten aciz ise sana ben haber
vereyim. (Senin gibi baştan ayağa kadar lâtif bir nazenini dünyanın hiçbir
tarafında haber veremediler. Zira Allah dahi öyle bir vücut daha yaratma-
dı) Bizim seni temâşâdan ettiğimiz tesîrâtımızı sormuyor musun? Biz senin
kaşların ve gözlerin karşısında tir tir titremekteyiz. Zira (Uşşâkın kanına
ve canına kastla gâh senin çeşm-i mestin kemin kurmuş ve kâh ebrû-yı
gaddârın dahi keman çekmiştir) Vâkıâ sen bizim böyle mahzun mahzun
ah edişlerimizden ve ağlayarak niyâzlarda bulunmamızdan mütelezziz olu-
yorsun. Ancak (Cayır cayır yanan sîne-i sûzânımızın dumanı her dem ba-
şımızı bürümekte olup bu dûd-ı müşkînin
râyiha-i tayyîbesi için bir öd ağacı gibi nice bir ateşler üzerinde yanıp kala-
lım) Senin derd-i aşkınla marîz oldum. Döşeklere döşendim. İşte bekâ-yı
hayatımdan da ümit kalmadı. (Eğer tatlı canımın dudaklarıma kadar gel-
miş olduğu şu anda, sen dudaklarını dudaklarım üzerine koyar isen hayât-ı
bâkî bulurum) Yoksa böyle kıvrana kıvrana can verir giderim.......