Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ahlaki Çürüme; Marksizmin tarihsel haklılığı...
Bilimsel Sosyalizmin ölümsüz iki kurucusundan biri olan Karl Marks, Friedrich Engels’le birlikte kaleme aldıkları, “Alman İdeolojisi” adlı eserde şu dahiyane tespiti yapar: “Her çağın hâkim fikirleri, o çağın hâkim sınıfının fikirleridir. Yani toplumun hâkim (yönetici) maddi kuvveti olan sınıf, aynı zamanda, onun hâkim manevi (fikri) kuvvetidir. Maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf, aynı zamanda, zihni üretim araçları üzerinde kontrol sahibidir. Ve bundan ötürü, genel olarak, fikri üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri ve fikirleri, bu hâkim sınıfın etkisi altındadır. Hâkim fikirler, hâkim olan maddi ilişkilerin fikri bir şekilde dile gelişinden başka bir şey değildir.” (Karl Marks-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Çev: Selahattin Hilav, Sol Yayınları, 1976, s. 84) Marks Usta’nın da altını çizdiği gibi bir toplumdaki egemen ideoloji, o toplumun bireyleri bu gerçekliğin farkında olmasalar dahi, genel anlamda o toplumda egemen olan sınıfın ideolojisidir. Bunun doğal bir sonucu olarak da bir toplumdaki egemen ideoloji, o toplumun üretim temelinden, sınıf ilişki ve çelişkilerinden bağımsız değildir. Yine Marks-Engels Usta’ların dahiyane bir şekilde formüle ettikleri gibi siyaset, din, hukuk, ahlâk, felsefe, kültür, sanat gibi kavramlar toplumların çatısını yani “üstyapısını” oluşturur. Bu üstyapının asıl belirleyicisi ise ekonomik altyapıdır, tabandır, temeldir. Tarih Bilimine tek doğru yaklaşım olan ve yine Bilimsel Sosyalizmin iki kurucusu tarafından geliştirilen “Tarihsel Materyalizm”e göre toplumun üretim temelinde yaşanan altüstlükler, doğal olarak toplumun çatısında yani üstyapısında da zaman içinde değişikliklere yol açar. İşte bu nedenle Köleci Toplumun çatısı farklı, Feodal Toplumunki farklı, günümüzün Kapitalist Toplumununki farklıdır. Daha doğarken kendi mezar kazıcılarını yaratmış olan Kapitalist Toplumun sosyal devrim yoluyla ortadan kaldırılmasının ardından insanlığın ufkunda bir güneş gibi doğacak olan Sosyalist Toplumun çatısı, üstyapı kurumları da doğal olarak farklı şekillenecektir. Devrim Ustalarının tüm bu tespitlerinden yola çıkarsak; bir üstyapı bileşeni olan ahlâk kavramının da donuk, değişmez, durağan bir kavram olmadığı gerçekliğiyle karşı karşıya geliriz. Bu gerçekliği Engels Usta son derece didaktik bir anlatımla ortaya koymuştur: “Bu nedenle, ahlâk dünyasının da, tarihin ve ulusal farklılıkların üstünde bulunan sürekli ilkeleri olduğu bahanesiyle, herhangi bir ahlâk dogmatizmini, bize ölümsüz, kesin, bundan böyle değişmez bir ahlâk yasası olarak kabul ettirme yolundaki her savı yadsıyoruz. Tersine, geçmişin her ahlâk teorisinin, son çözümlemede, o zamanki toplumun iktisadi durumunun bir ürünü olduğunu ileri sürüyoruz. Ve nasıl toplum şimdiye kadar sınıf karşıtlıkları içinde gelişmiş bulunuyorsa, ahlâk da aynı biçimde her zaman bir sınıf ahlâkı olmuştur; bu ahlâk ya egemen sınıfın egemenliğini ve çıkarlarını doğruluyor, ya da ezilen sınıf yeteri kadar güçlü bir duruma geldiği andan başlayarak, bu egemenliğe karşı başkaldırmayı ve ezilenlerin gelecekteki çıkarlarını temsil ediyordu. Gene de insan bilgisinin bütün öbür dalları için olduğu gibi, ahlâk bakımından da esas olarak bir ilerleme olduğundan kuşku yok.” (Friedrich Engels, Anti-Dühring, Çev: Kenan Somer, Sol Yayınları, s. 176-177) İşte bugün Türkiye’de ahlâk alanında yaşanan muazzam çöküş, Devrim Ustalarının yukarıda kısaca değindiğimiz tespitlerini kesinkes doğrulamaktadır. ABD, İngiltere ve Siyonist İsrail tarafından projelendirilerek iktidar koltuğuna oturtulan, emperyalist uşaklığının karşılığı olarak 20 yıldır iktidarda tutulan AKP’giller’in zulüm düzeninde, sadece ekonomik anlamda değil aynı zamanda ahlâki anlamda da büyük bir çürüme, kokuşma yaşanmaktadır. İnsanlarımızı etkisi altına alan ahlâki yozlaşmışlık; AKP’giller’in sınıfsal temeli olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin ahlâk, daha doğrusu ahlâksızlık anlayışının kanser hücreleri gibi toplumun bütününe sirayet etmesinden, metastaz yapmasından kaynaklanmaktadır. Yakın tarihimizi baz aldığımızda, toplumumuzdaki bu ahlâki çürüme tabiî ki AKP’giller’le başlamamıştır. ABD Emperyalistlerinin iktidara taşıdığı burjuva partileri, özellikle 1950’li yıllarla birlikte bu kokuşmuşluğun önünü açmışlardır. Ancak Tarihin en eski, en sömürücü, en asalak sınıfı olan Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının 20 yıllık kayıtsız şartsız iktidarında ahlâksızlık adeta bir norm haline dönüşmüştür. Bu asalak, üretimle hiçbir ilişkisi bulunmayan, ahlâken Burjuvaziden bile geri durumda olan Antika sermaye sınıfının siyasi temsilcilerinde, “tüm insanların iyiliğini” hedefleyen ahlâki davranışlar aramak zaten beyhudedir. Ama işin acı tarafı şudur ki; bu halk düşmanlarının davranış biçimleri sıradan insanlarımız tarafından bile artık normal kabul edilmekte, hatta benimsenmektedir. İnsanlarımız, içine düşürüldükleri işsizlik, pahalılık, zam, zulüm cehenneminde, insanlığın ortak değerlerine her geçen gün daha fazla sırt çevirmekte, ahlâksızlığı rasyonalize etmektedir. Her gün basına yansıyan ve insanı hayretler içinde bırakan haberler, bu çürümüşlüğün korkunç boyutlarını gözler önüne sermektedir. İşte çoğumuzun hayretler içinde izlediği, okuduğu çarpıcı bir örnek… Bir semt pazarında sokak röportajı yapılıyor. Röportajı yapan kişi, mikrofonu pazarcılık yapan sıradan bir vatandaşa uzatıyor. “Şu elimi kessem [oyumu] Tayyip Erdoğan’dan başkasına vermem kardeşim. Açık ve net konuşuyorum”, diye söze başlayan vatandaş, devamında aynen şunları söylüyor: “(…) Çalıyorlarmış, benim sorunum değil, Allah’la onun arasında. Neymiş çaldığı ya, Allah aşkına. Biz de çalıyoruz, biz de vergi kaçırıyoruz burada. Öyle kardeşim, 100 tane mal satıyoruz, 20 tane fiş kesiyoruz. Yalan mı kardeşim, çalmayan var mı Allah aşkına. Marketçisi de çalıyor, BİM’i de çalıyor, ŞOK’u da çalıyor, A101’i de çalıyor. Dürüst olmak lazım kardeşim, Allah bu adamı başımızdan eksik etmesin. Ben bu kadar söylüyorum, 50 tane de oyum olsun Recep Tayyip Erdoğan’a, başka da yok. Şükür, çok şükür…” (medyafaresi.com/haber/akpli-paz...) Düşünebiliyor musunuz; pazarcı vatandaş, AKP’giller’in Reisi’nin çaldığını kabul etmekle, bunu normalleştirmekle, rasyonalize etmekle kalmıyor; aynı zamanda kendisinin de çaldığını, vergi kaçırdığını hiçbir rahatsızlık, utanma belirtisi göstermeden itiraf ediyor. “Çalmayan mı var Allah aşkına”, diyerek çalma işini ahlâki bir norm olarak kabul ettiğini itiraf ediyor. Peki, bu nereden kaynaklanıyor? Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’de şu anda iktidarı kayıtsız şartsız elinde bulunduran Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcilerinin toplumumuza kerte kerte enjekte ettiği çarpık ahlâk anlayışından, daha doğrusu ahlâksızlıktan kaynaklanıyor. Bildiğimiz gibi zaten bu asalak sınıf, dünya sahnesine ilk kez Sümer’de kamu mallarını aşırarak çıkmıştır. Dolayısıyla bu sınıfın temsilcilerinin kamu malı aşırmayı, hırsızlığı, dolandırıcılığı bir ahlâki standart haline getirmesinde şaşılacak bir durum yoktur. Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının tek özelliği hırsızlığı mıdır? Tabiî ki değildir. Bu sermaye sınıfının temsilcileri, başta AKP’giller’in Reisi olmak üzere her gün ekranlarda, meydanlarda onlarca örneğine şahit olduğumuz gibi yemek yer su içer gibi yalan söylerler. Bilmedikleri konularda dahi “cahilliğin feraseti”ne sığınarak akla hayale gelmeyecek demagojilere başvururlar. İftira atmaktan en ufak bir hicap duymazlar. Ne yazık ki bu durum da toplumumuzda kaçınılmazca karşılığını bulmaktadır. Yine bir sokak röportajına gidelim. Bursa’da genç bir muhabirin mikrofon uzattığı vatandaş, Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın Önderi Mustafa Kemal hakkında bakın ne sözler sarf ediyor: “Filistin Cephesinde 8. Ordu Komutanıyken, Gaziantep’e kadar 250 km kaçıp 75 bin tane Mehmetçiği esir veren kimdi? Ben miydim? Gaziantep’te gelip de İngiliz komutanına kılıcını teslim eden de oydu.” Sanırız gerçekle hiçbir bağlantısı bulunmayan bu bilgileri düzeltmek için çaba harcamak bile beyhude olacaktır… Her zaman ifade ettiğimiz gibi Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının dayattığı ahlâk anlayışında kadın da yok hükmündedir. Bu Ortaçağcı Antika sınıfın temsilcileri azgın birer kadın düşmanıdır. İster istemez bu durum da insanlarımızın kadına yönelik yaklaşımlarında kendini göstermektedir. Son bir sokak röportajına daha gidelim. “Kadın-erkek her anlamda sizce eşit mi?” sorusunu yönelten muhabirin mikrofonu uzattığı gencin ağzından aynen şu cümleler dökülüyor: “Hayır abi, olur mu… Dinde, kitapta bile yeri yok abi. Erkek üstün kadından abi. Niye? Biz çalışacağız, kadınlara bakacağız abi, dinde böyle yazıyor. Kadınların hepsi, abi, oturacaklar, erkekler onlara bakacak. Abi, bak biz erkeğiz değil mi abi? Kadından üstünüz biz, üstünüz. Bilek olarak da üstünüz, güç olarak da üstünüz, her türlü kadından üstünüz.” (youtube.com/watch?v=E4t3iCC...) Yukarıdaki örnekler, ülkemizdeki ahlâki yozlaşmaya ilişkin son derece acı örneklerdir. Ancak bir yanlış anlaşılmadan kaçınmak için şunu da belirtelim: Amacımız, yukarıda ahlâken kabul edilemez sözlerini alıntıladığımız sıradan insanlarımızı aşağılamak, küçümsemek, değersizleştirmek, hor görmek değildir. Yazımızın girişinde Marks-Engels Usta’lardan yaptığımız alıntılarda, egemen fikirler-ideoloji bağlamında netçe ortaya konulduğu gibi her toplumdaki egemen kültür, egemen ahlâk, egemen sınıfların kültürüdür, o sınıfların ahlâkıdır. Yine belirttiğimiz gibi bugün Türkiye’deki egemen sınıf, Modern Finans-Kapitalistler zümresiyle birlikte Tarihin en eski sömürücü sınıfı olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfıdır. İnsanlarımız işte bu çağdışı sosyal sınıfın kültürel ve ahlâki prangalarına mahkûm edilmektedir. Ne yazık ki insanlarımız, bugünün verili şartlarında bu prangalardan isteseler de kurtulamamaktadır. Neden kurtulamamaktadırlar? Çünkü Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının en önemli silahı, ideolojisi olan dindir… İşte tam da bu noktada Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut’un din ve ahlâk bağlamındaki son derece özgün, Marksist-Leninist Literatüre katkı niteliğindeki tespitleri devreye girer: “Din üzerine ahlâk inşa edilemez.” İsterseniz, HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un bu konudaki özgün açılımlarına kısaca bir göz atalım. Aşağıdaki satırlar; miadını çoktan doldurması gerekirken ülkemizde varlığını sürdüren, üstelik de egemen sınıf olarak sürdüren, ideolojisi din olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının ve siyasi plandaki temsilcileri olan AKP’giller’in tahakkümündeki çilekeş halkımızın ve diğer Şark Toplumlarının, içine düşürüldükleri ahlâki yozlaşmadan neden kolay kolay kurtulamadığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır: “(…) din üzerine sistematik değerlere sahip bir ahlâk inşa edilemez. Çünkü din, varoluşsal benlik değerinin oluşmasına izin vermez. Daha çevrende olup bitenleri algılamaya başladığın andan itibaren yani aşağı yukarı üç yaşından itibaren senin kendi başına hiçbir değer ifade etmediğini, senin yalnızca seni yaratmış olan yüce varlığa ibadet etmek ve onun emir ve yasaklarını uygulamakla yükümlü olduğunu sana yüklemeye başlar. “Böylece, artık varoluşunun sorumluluğunu taşıyan bir canlı ya da birey olmaktan çıkarsın. Senin varoluşuna karar veren ve sana ne yapıp ne yapmayacağını söyleyen-emreden bir ulu yaratanın aciz bir kulusun artık… “Yani ahlâk sistemin özgün değerlerden oluşmaz. Tanrının emir ve yasaklarından oluşur. Yaşamanın anlamı, ona durup dinlenmeden yakarmandan, ibadet etmenden ve onun buyruklarını yerine getirmekten, yasaklarına uymaktan ibaret olur. Yani neyin erdemli, neyin erdemsiz olduğuna dair senin kendine has hiçbir düşüncen, kanaatin oluşmaz. Eğer iyi bir kul olur ve onun tüm buyruklarına uyarsan; öbür dünyada Cennet’e gidersin ve sonsuz bir mutluluk içinde geçen bir yaşama kavuşursun. Ama uymazsan; Tanrının Cehennem’ine gidersin, orada akla hayale gelmeyecek işkencelerden geçirilirsin. Ve bazen de bu sonsuza kadar sürer… “Böyle bir zihin yapısına sahip insan, artık varoluşunun bilinç ve sorumluluğunu taşıyan özgür bir birey değildir. Kendini, inandığı yüce varlığına adamış ve sadece öbür dünyaya hazırlanmakla görevli kılmış bir kuldur. Dolayısıyla, gerçek anlamda insan olmak bakımından bir hiçtir. “İşte durum böyle olunca, onun bir ahlâk sisteminin olması da olası değildir asla…” (hkp.org.tr/siyasal-islamci...) Konuya ilişkin özgün ve çarpıcı açılımlarına devam eden Nurullah Ankut, aynı zamanda din üzerine ahlâk inşa etme çabasının bireyi kendisine yabancılaştırdığını, hatta varoluşunun sorumluluğunu taşımak bakımından bireyi manevi olarak yok oluşa sürüklediğini belirtir. Meseleyi Ortadoğu Kitaplı Dinleri yani Semit Dinleri bağlamında derinleştirerek çözümlemelerine devam eden Ankut şunları ortaya koyar: “Özellikle Ortadoğu Kitaplı Dinleri üzerine yani Semit Dinleri üzerine ahlâk hiç inşa edilemez. Çünkü bu dinlerin Tanrıları kan, ateş ve cehennem Tanrılarıdır. Bu dinlerin önerdiği ahlâk, o Tanrıların emir ve yasaklarından oluşur. Onlara uyarsanız size altından ırmaklar akan hurilerle dolu bir cennet vaat eder. Ama uymazsanız da yanan korkunç ateşlerin yakıcı alevi içinde yanıp kavrulacağınız ve orada ceza çekmeye mahkûm olacağınız Cehennem’le tehdit eder sizi. Yani bu dinlerin ahlâkı, ödüle ve cezaya endekslidir. “Bu sebeple sizin dışınızda oluşturulan bir ahlâktır bu. Sizin varoluşunuzun bilincinde olarak özgürce yarattığınız, oluşturduğunuz ve benimsediğiniz kendinize ait değerler-erdemler sisteminden oluşmaz bu ahlâk. Yani varoluşunuzun bilinç ve sorumluluğunu taşıyan, bütün söz ve eylemlerini o sorumluluk kapsamı içinde gerçekleştiren bir insan değilsiniz siz. Başka türlü söylersek; varoluşunuzun sorumluluğunu taşıyan bir insan olarak yoksunuz siz. Sadece sizi yaratan sonsuz güç sahibi Tanrıya kulluk etmek, onun emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak için yaşayan bir canlısınız. Dolayısıyla da kendinize ait bir varlığınız yok sizin. Kendi varoluşunuza yabancısınız. Sadece bir kuldan ibaretsiniz. Ve yaşamınız, sizi var eden Tanrının sizi sınavdan geçirme sürecinden ibarettir. Yani her şey sizin dışınızdadır, size ait değildir, size yabancıdır. “O bakımdan size ait olmayan o ahlâkı hiçbir zaman benimseyip içselleştiremezsiniz. Çünkü o hep sizin dışınızdadır. Onun varlık alanı sizin varlık alanınızın dışındadır. “Dinsel Ahlâk tıpkı hukuk normları gibi sizin dışınızda oluşturulmuş, sizin dışınızda toplumda egemen güç olan sosyal sınıf tarafından oluşturulmuş hukuk kurallarının bir benzeridir. Nasıl ki o hukuk kuralları o egemen gücün, o egemen güç olan sosyal sömürücü sınıfın çıkarlarına hizmet ediyorsa ve size ait olmayan bir sistemi oluşturuyorsa, Dinsel Ahlâkı oluşturan kurallar da aynen bunun gibidir. Her şeye gücü yeten Tanrı adına oluşturulmuş, sizin dışınızda, size ait olmayan, emir ve yasaklardan mürekkep bir sistemdir. Ve o Tanrı da bütün Semit Dinlerinde ilk egemen sömürücü sosyal sınıf olan Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının kültürünü, gelenek ve göreneklerini, örfünü, mitolojilerini kurallaştırır, emirleştirir, sistemleştirir, size sunar.” (hkp.org.tr/ahlaka-vicdana-...) İşte bu şekilde boyunduruk altına alınan, Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının tahakkümündeki genelde Şark Toplumları, özelde ise kendi toplumumuz; ahlâki yönden tam anlamıyla çöküşe gitmektedir. Tam da bu sebepten cinayet, gasp, adam yaralama, taciz, tecavüz, hırsızlık, hayvan düşmanlığı, doğa düşmanlığı gibi artık evrenselleşmiş olan gayriahlaki eylemler; Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının kökünün tamamen kazınıp atıldığı Batı Toplumlarında çok daha az görülmektedir… Ancak egemen sınıfların dayattığı ahlâki çürüme insanlarımızın kaderi değildir, olamaz. Bu rezil çemberi kırıp atmanın yolu; çalışan, üreten, değer yaratan ve artıdeğer sömürüsüne maruz kalan emekçi halkımızın sınıf bilincine, İşçi Sınıfının kolektif bilincine erişmesidir. Çünkü yine Nurullah Ankut’un belirttiği gibi; “Proletarya hiç kimseyi sömürmediği, aldatmadığı, kandırmadığı; onlara oyun, hile, dümen yapmadığı için ahlâksızlık yapmasına da gerek yoktur. Yalan söylemesi gerekmez. Hile, düzen yapması gerekmez. Tam tersine; yaptığı işin, savunduğu sistemin ne olduğunu en açık şekliyle anlatması onun sınıf çıkarının gereğidir. Herkesin de bunu görüp, anlayıp, kavramasını ister. Böyle bir ekonomik temele sahip olunca da o ahlâk sistemini dürüstlükler, mertlikler, yiğitlikler, adillikler, fedakârlıklar, sevgiler ve saygılar oluşturur. Her insanın birbirine eşit ve aynı değerde olduğunu savunur. Her canlının yaşama hakkına sahip olduğunu savunur. Doğanın özenle savunulmasının hem bugünün hem de yarının insanlarının çıkarına olduğunu savunur. Özetçe; tüm insanların bir anadan doğmuş kardeşler gibi sevgi ve saygı içinde, eşit haklara sahip, eşit hayat standartlarına sahip bir toplum oluşturmasını ister ve onun için mücadele eder.” (agy) İşte bu sebeple İşçi Sınıfının yani Proletaryanın ahlâk sistemi, modern toplumun en değerli ahlâk sistemidir. Dolayısıyla insanlarımızı ahlâken iyiye, doğruya götürecek yol da Proletaryanın iktidarı ele geçirmesi, Sosyalist Toplum düzenini inşa etmesidir. Halkımıza sınıf bilinci aşılamak, İşçi Sınıfı İktidarına giden yoldaki tüm engelleri ortadan kaldırmak, Sosyalizmin bayrağını göndere çekerek ekonomik temeldeki eşitsizlikleri ve onların üstyapıdaki yansımalarını yok etmek de biz Gerçek Devrimcilerin görevidir. kurtulusyolu.org/ahlaki-curume-m...
··
548 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.