Gönderi

472 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 7 days
Ah Martin Eden ah…
Aşk, kitaplar, parasızlık, açlık, yazarlık, idealler, bireycilik, kitle psikolojisi… Her şey geçimini ara sıra denizcilik yaparak sağlayan Martin’in bir burjuvanın kızı olan Ruth’u görüp aşık olmasıyla başlıyor ama nasıl bir aşk. Öyle bir aşk tasviri var ki; Ruth’a “Seni o kadar çok seviyordum ki duyduğum aşk senin gibi bir canlıyı değil bir taşı bile insafa getirirdi.” ifadesinden nasıl bir aşk olduğunu anlıyoruz ki sırf bu aşk için bu kadın için hayatını, kendini değiştirmeye başlıyor, kütüphanelerden çıkmıyor, delirircesine kitap okuyor, yazı yazmaya, yazar olmaya ve yazarlık yaparak para kazanmaya çalışıyor, uykularını feda edip kendini tüketircesine Ruth’a layık olmaya çalışıyor. Bu süreç içinde tabi okudukça, kendini geliştirdikçe burjuvanın ne kadar cahil, okudukları okulların boş olduğunu, insanların kitle psikolojisiyle hareket ettiğini görerek şaşırıyor. Tabi bu aşamada yazmaya çok odaklandığı için çalışmıyor aç kalıyor, bir yerde çalışmadığı için herkes ona sırtını dönüyor, yalnızlık çekiyor. Ruth ona bir gün, madem yazarlık senin için bu kadar önemli neden muhabirlik yapmıyorsun, diye öneride bulunduğunda Martin, gazetecilik yazı üslubumu mahveder, diyerek reddeder. O kadar çektiği sıkıntıya rağmen sırf üslubunu kaybetmemek için başka bir iş yapmaz. Burada bana
Ayn Rand
Ayn Rand
ın
Hayatın Kaynağı
Hayatın Kaynağı
kitabındaki efsanevi karakteri Roark’ı hatırlattı. Aynı bireyciliği, aynı özgünlüğü savunmak, sırf sürü istiyor diye kendilerinden vazgeçmemeleri. Tabi ayrıldıkları noktalar var. Örneğin, Martin’e bir dergiden gönderdiği öyküsünün üçte birini kısaltmalarına izin verdiği takdirde yayınlayabilecekleri teklifi geldiğinde Martin, çektiği sıkıntılar neticesinde bunu hemen kabul ediyor. Roark eserin ruhunun öleceğini düşündüğü için asla ama asla bu teklifi kabul etmezdi. Roark’un, Martin’e göre daha keskin, daha net, kalın çizgileri vardı tabi. Ama savundukları şey aynı aslında, bireycilik. Martin tabi bir süre sonra haklı ününü kazanıyor, kendine biçtiği süre sonunda. Ne var ki biraz geç gelen bir ün. Herkesin, sevdiği kadının dahi asıl yüzünü görür ki herkes kurulu düzene tapar, kitle psikolojisiyle hareket eder. Herkesin sırt çevirdiği, yüzüne bakmadığı Martin bir anda sevilmeye başlanır, akşam yemeklere davet edilir, hatta onu terkeden sevgilisinin onu istemeyen babası bile onu yemeğe davet eder. ‘O zamanlar aç biilaçtım, paçavralar içinde dolaşıyordum, neden o zaman yemek vermediniz bana? Asıl o zaman vaktiydi. Neden ihtiyaç duyduğum zamanlarda beslemediniz? Siz şimdi herkes beni besliyor diye besliyorsunuz çünkü sürü halinde yaşayan hayvanlarsınız.’ Martin bu şekilde içinde sürekli bu durumu sorgular. Bu durum Martini sarsar, yaratma dürtüsünü yitirir keza hayat enerjisini kaybeder. Kitap su gibi ama içimizi dağlaya dağlaya bitti. Bu kitapla da Jack London’ın kelimeleri su gibi, nasıl berrak bir şekilde kullandığını, işlediğini görüyoruz. Özellikle ilk başlardaki aşk çok güzel anlatılmıştı. Çok severek, beğenerek okuduğum bir kitap oldu.
Martin Eden
Martin EdenJack London · Yabancı Yayınları · 202292.2k okunma
·
184 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.