Gönderi

238 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Özgürlük
“İnsanın gerçeği araması ve bu gerçeği düşündüğü gibi dile getirmesi suç olamaz. Hiç kimse bir düşünceyi kabul etmeye zorlanamaz. Düşünceler özgürdür.” Sebastian Castellio, 1551 Tamı tamına 471 sene önce söylenmiş bu sözü okurken aylar sonra karayı görmüş bir denizci gibi şaşırıyor, seviniyor ve coşkuyla doluyorum ancak aslında defalarca izlemiş olduğum bir filme televizyonda denk gelmişçesine sükunetle ve biraz da sıkılganlıkla karşılamış olmam gerekirdi. Günümüzde oylarımızla seçilen, bize daha iyi yaşam koşulları sağlamakla yükümlü olan siyasetçiler hala ellerine geçen her fırsatta iktidarlarına en büyük tehdit olarak gördükleri özgürlüklerimizi kısıtlamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Eğer ufukta fırsat doğmamışsa emellerine ulaşmak için kendilerine oy veren seçmenlerden taraf olmak üzere halkı kutuplaştırırlar ve bu sayede kendilerine oy verenleri birer holigana, partizana ve müride dönüştürdükleri için bu insanların da aleyhine sonuçlara verecek yasaları meclisten hızla geçirirler, meclisten geçiremedikleri anayasa değişikliklerini ise referanduma götürerek komşusunu bile seçim atmosferinde düşman, en iyi ihtimalle dış güçlerin oyununa gelmiş zavallılar olarak gören seçmenlerin oylarıyla onay alırlar. Özgürlüğü dilinden düşürmeyen siyasetçiler kadar özgürlükten hazzetmeyen insan az bulunur. Kırmızı kurdeleyi yeni taktığı için ödül olarak babasıyla çarşıya pamuk şeker yemeye - ya da tablet almaya - giden ve bu esnada sokakta karşısına çıkan her tabelayı babasının pantolonundan çekiştirerek yüksek sesle ve coşkuyla okuyan birinci sınıf öğrencisinin babasını daraltması gibi bu tarz siyasetçiler de halkı daraltır, bunaltır. Ardına hoşgörüsüzlüklerini, tahammülsüzlüklerini gizledikleri özgürlük temalı nutuklarının samimiyetsizliğinin gün yüzüne çıkmasıysa çok çabuk olur, örneğin teşbihte hata olmaz deyimini yok sayarak kendilerinin birinci sınıf öğrencisine benzetildiğine odaklanır ve geri kalan cümleleri çıkardıkları yaygarada hayata bakışlarına hakim olan karanlığa gömerler. Milletvekili olduklarını ayın on beşinde, milletin vekili olduklarını ise ancak bu tür anlarda hatırlayan bu tarz siyasetçiler, milletin düşünce ve ifade özgürlüğünü hiçe sayarak millete parmak sallayıp milleti fırçalarlar. Eğer bunun yeterli gelmediğine kani gelirlerse bir yasa bile çıkarırlar. "Sansür her zaman bütün diktatörlüklerin öz kardeşi olmuştur." (s.88) Oluşturulma amacı düzeni sağlamak ve kaosu engellemek olan devlet denilen hayalet, siyasetçilerin görünmezlik pelerini olurken halkın ise defalarca meyledip bırakamadığı uyuşturucusu olur ve zihin, malikini utançtan ve öz değer yitiminden korumak için hep vaziyeti tepe taklak eder: devlet, hayattaki en doğal olgudur hatta mahallenizin bakkalından, berberinden daha sahi bir insandır zira onun nezdinde tüm halk temsil edilir ve tam da bundan dolayı - eskiden Tanrıdan dolayıydı - "kutsal"dır. Kutsallık özgürlükten ödün vermektir. Bir insanın ne kadar kutsalı varsa hareket kabiliyeti o ölçüde azalır, hiç kimse tek başına yaşamayıp bir topluma dahil olduğu için ve toplumların temelinde bolca kutsal bulunduğundan dolayı aslında her insan, hayatını görünmez prangalarla yaşar. Prangalarının ağırlığını insan, duyarlılığı ve diğerkamlılığı azsa düşüncesinden dolayı ünlüler hapse girerken veya davalık olurken hissetmez, çok azsa komşusu aynı durumu yaşadığında yine hissetmez - aramızda kalsın, içten içe sevinenler bile olur - ve ancak kendisi cendereye sokulduğunda hisseder ki feryadı, İsa'nın tanrı değil peygamber olduğunu söylediği için Calvin tarafından canlı canlı yaktırılan Servet'in feryadını bile duyulmaz kılar. "Bütün zorbalar zulümlerini daha ulvi, kişisel olmayan çıkarlarla mazur gösterirler." (s.184) Zorbalıkla kutsallık, aralarında herhangi bir sorun olmamasına karşın sık sık görüşmeyip bir araya geldiklerinde can ciğer kuzu sarması olan ve birinin başı derde girince diğerinin hemen imdadına yetiştiği kardeşler gibidir. Bu kardeşlerin en sevdiği kavram ise şehitliktir. Şehit, kutsal bir ülkü ve inanç, özellikle yurt için savaşırken ölen kimsedir. Örneğin Kurtuluş Savaşı'nda hayatını kaybeden atalarımız. Hepsinin toprağı bol olsun. Ancak zorbalar veya bazı tarz siyasetçiler için şehitlik; beceriksizliklerinin kılıfı, halkın tepkisini azaltma ve dikkatleri başka yöne çekme aracı, çözümsüzlükten beslenmek için köklü sorunların devamını sağlamanın yoludur. Öyle ki toplumda en çok infial yaratacak, tepkileri artıracak ve belki de devrim ateşini yakacak her olayın ardından "şehit"lik payesi verilir. Çünkü bu sayede ölüm tolere edilebilir hale getirilir: zira ölenler büyük bir ülkü uğruna hayatlarını kaybetmiş ve hatta onlar en yüksek makama ulaşmışlardır, hal böyleyken neden isyan edilsin, tam tersine şükredilmelidir veya en azından sessizce sabredilmelidir. Şehitliğin işlevi işte bu şekilde halkı pasifleştirerek sistemin devamını sağlamaktır. Kendi ölünü şehit bilmezsen karşındakinin ölümünü vicdanın zedelenmeden kabul edemezsin, çoğu zaman bunun için karşı tarafın da "düşman, terörist, cani vs." gibi isimlendirmen ve kavramlaştırman gerekir; böylelikle artık karşında empati kurabileceğin bir insan bulunmaz, şimdi öldürmeye hazırsındır. Kardeşler gayet mutlu... "Partizan insanlar için söz konusu olan her zaman adalet değil zaferdir. Bunlar hak vermek istemezler, istedikleri tek şey haklı olmaktır." (s.204) İbreyi halka çevirelim. Gayet şık giyimli bir kadın elinde belediye amblemli poşetlerle dönerciye girer, cebinden son model telefonunu çıkarıp masaya koyar ve et servis ister. Peşinden dönerciye utana sıkıla üstü başı yamalı, eski püskü yaşlı bir kadın gelir ve sessizce yarım ekmek ister, hemen başını yere gömdüğü için dönercinin bakışlarına denk gelmez ama reddedilişin utancı kulaklarından gözlerine ulaşır ve hızla çıkıp gider. Bu elem verici manzarayı seyreden, az önce belediyeden sosyal yardım almış kadın, yaşlı kadının ne kadar utanmaz olduğundan bahseder, hatta hızını alamayıp ülkenin geri kalmasını bile - yardım alabilmek için torpile gittiği yerde tam aksini söylemiştir - bu tarz insanlara bağlar, bunlar yüce devletimin sırtında büyük birer yüktürler. Oyun videolarıyla meşhur olan, henüz eleştirel düşünme yetileri deneyimle kökleşmemiş ergenlik çağındaki kitlesinin etkileşiminin kendisine sağladığı sanal güçle, hoşuna gitmeyen herkesi linçlettiren, anlamasa bile her konuda otorite gibi nutuklar verip kendisini her eleştireni engelleyen hatta bu insanların annelerine küfreden sosyal medya fenomenimiz, özgürlükler konulu bir yayına katılır; hakkında açılan dava sayısını üstüne basa basa ifade ederken yüzüne istemsizce bir sevinç yerleşir, gözleri ise yeşillenir; bir muhalefet partisi liderinin de kendisini dava ettiğini Küçük Emrah'a taş çıkartacak bir ses tonuyla dile getirirken bu lidere hakaret ettiğini tabii ki belirtmez; nihayetinde kendisine oluşturduğu yankı balonunda gözleri yeşillenmesinin devamı için ülke gündeminde kaos aramak, eğer yoksa yaratmak için pür dikkat yaşamaya devam eder. Yaptığı transferlerle taraftarının gönlünde taht kuran Galatasaray yöneticisi Erden Timur, son hafta kaybettikleri Kayserispor maçının hakemi üzerinden çıktığı hak arayışında, kayrılmak arzusunu adalet temasının arkasına gizler. Attığı tweet nedeniyle ifadeye çağrılan komşusunun çocuğu için "zaten belliydi onun anarşik olduğu" yorumu yapan masumiyet karinesinden bihaber Murtaza Efendi'nin oğlu da bu sabah attığı bir tweet nedeniyle ifadeye çağrılınca Murtaza Efendi feryat figan bir yandan oğluna kızarken öte yandan ise insanların sessizliğine hatta kötü konuşmasından yakınır. Bu liste uzar gider. - 15 yaşından küçük kızların ipek elbise, 15 yaşından büyüklerin ise kadife elbise giymeleri yasaktır; - Altın ve gümüş işlemeli elbiseler, altın şeritler, düğmeler, tokalar ve her türlü altın ve süs eşyası yasaktır; - Erkeklerde ortadan ayrılmış uzun saç, kadınlarda ise her türlü yapılmış saç yasaktır, sivri başlıklar, eldiven, dantel ve açık ayakkabı yasaktır. - Tahtırevan ve kullanmak yasaktır. - Aile şölenlerinin yirmi kişiden fazla insanla kutlanması, vaftiz ve nişan törenlerinde belirli miktarın dışında yemek ve hatta reçel, marmelat gibi tatlılar sunmak yasaktır. - Burada üretilen şarap dışında şarap içmek, şerefe kadeh kaldırmak, av eti, tavuk eti, hamur işi yemek yasaktır. - Eşlerin düğünlerinde ve düğünlerinden altı ay sonra birbirlerine armağan vermeleri yasaktır. (s.69) Bunlar ve daha fazlası, günümüzde özgürlükler ülkesi olarak bilinen İsviçre'nin Cenevre kentinde 16. yüzyılda dinsel bir diktatörlük kuran Protestan din adamı Calvin tarafından uygulanmıştır. Hümanizmi gönülden benimsemiş
Stefan Zweig
Stefan Zweig
bu diktatörün karşısına kimsenin korkudan sesini çıkaramadığı anda Calvin yargılanmalıdır diyerek özgürlük mücadelesi veren Castello'yu çıkarır. Usta yazarın anlattığı olaylar her ne kadar 16. yüzyılda geçse de - maalesef - her devirde yapılmak zorunda kalan zorlu mücadelenin bir örneğidir, bunun gayet farkında olan Zweig, olaylar içinde okuru boğmak yerine daha çok evrensel değerlere ağırlık vererek eserini kaleme almıştır. "En saf gerçek bile başkalarına zorla kabul ettirilmeye çalışıldığında, düşünceye karşı işlenmiş suça dönüşür." (s.23) Keyifli okumalar...
Calvin'e Karşı Castellio ya da Köleliğe Karşı Özgür Düşünce
Calvin'e Karşı Castellio ya da Köleliğe Karşı Özgür DüşünceStefan Zweig · Chiviyazıları Yayınevi · 19981,807 okunma
··
1.544 görüntüleme
lilith okurunun profil resmi
Harika inceleme! Eline emeğine sağlık. Kitabı tekrar okuyasım geldi desem abartı olmaz :)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, buna sevindim. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.