Gönderi

270 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 638 days
“BEYAZ BANT” YA DA “ÇOCUKLUĞUMUN ORMANLARINI BİR DAHA HİÇ GÖRMEDİM.”*
Kendi adıma öncelikle şunu söylemek isterim. Bir dönemi salt bir tarih kitabından okumaktansa, birinci ağızdan o dönemin tanıklarının ağzından okumak her zaman daha çekici ve öğretici gelmiştir. Goethe’nin “Almanya hiçbir şey ifade etmez, ama münferit her Alman çok şey ifade eder.” alıntısı ile açılan kitapta Sebastian Haffner, çocukluğundan başlayarak kelimelere döktüğü hatıraları ile bize o dönemin panoramasını çizmekle kalmıyor, bir ulusun sıradan insanlarının, nasıl oluyor da insanlıktan çıkmışçasına davranarak adeta “kötülüğün sıradanlığını” hakim kılmak üzere fikir birliği etmişçesine davranabileceğinin ilk nüvelerinin nerelerde filizlendiğini incelikle anlatıyor. Kitabı okumaya başlayıp, sayfalar ilerledikçe aklımda Michael Haneke’nin Altın Palmiye ödüllü filmi “BEYAZ BANT (THE WHITE RIBBON)” canlandı. Kitaba ara verip bir kez daha bu filmi izledim ve neden bu filmin aklıma geldiğini de paylaşmak üzere hazırlık yaparak notlar almaya başladım. Filmde mekan, I. Dünya Savaşı arifesinde tuhaf şeylerin yaşandığı küçük bir Alman kasabasıdır. Filme göre, Alman çocukların ahlaki olarak Nazizm’e yatkın oluşunun nedeni, 20’nci yüz yılın erken yıllarında verilen aile eğitimi ve öğretimdir. Haffner de kitabına; ilkokul sıralarındayken başlayan 1. Dünya Savaşı ortamının, onların düşünce dünyasını nasıl erozyona uğrattığını, gazetelerde savaşla ilgili verilen haberlerin kendisinde ve çevresindeki yansımasını anlatarak başlar. Yıl 1914’dür ve Haffner 7 yaşındadır. Şöyle anlatır; “..göz açıp kapayıncaya kadar savaşın sadece ne, nasıl ve neredesini değil niçinini bile iyice kavramıştım: Savaştan Fransa’nın rövanş arzusu, İngiltere’nin ticaret kıskançlığı ve Rusya’nın barbarlığı sorumluydu. Çok kısa bir süre içerisinde bunları sıradan, günlük kelimelermişçesine söyleyebilir hale gelmiştim.” (sayfa:19) “Nazizm’in gerçek nesli, savaşı gerçekliğinden hiç rahatsız olmadan, fiilen hiçbir zorlukla karşılaşmadan büyük bir oyun olarak yaşamış, 1900 ile 1910 arasındaki on yılda doğanlardır.” (sayfa:24) *“ÇOCUKLUĞUMUN ORMANLARINI BİR DAHA HİÇ GÖRMEDİM.” (Sayfa:18) Filmde, çocukların koluna masumiyet adına takılan her beyaz bant, çocukların cezalandırılışı değil, ebeveynlerin masumiyetlerini kaybedişidir. Çocuklarından sevgilerini esirgeyen, ödüllendirme yerine cezalandırmayı tercih eden ebeveynlerin yetiştirdiği çocuklar büyüyeceklerdir. 20 sene sonra Hitler’i iktidara getirecekleri gibi onun ordusunda ve partisinde yer alacaklardır. Çocukken kendilerine takılan beyaz bant gibi Yahudilere zorla kolluk takacak, masumiyetleriyle beraber insani erdemlerini de yitireceklerdir. Filmin ana arterlerinden biri, şüphesiz Nazi dönemi öncesi Almanya’sına ayna tutmasıdır. Filme göre, aile yapısı, çocuk yetiştirmede baskı gibi konular, çocukların ileriki yıllarda bu tür bir baskıyı meşru görmelerinin ana nedenidir. Film aslında bir nevi, Haffner’in kitabının başladığı 1914 yılının bir fotoğrafını sunuyor. Kitap ise filmi bu noktadan alarak, kollarına beyaz bant takılan çocukların büyürken nasıl yavaş yavaş Hitler’i de büyüttüklerini, açıkça destek vermeyenlerin susarak da bu kötülüğe ve utanç fırınına odun taşıdıklarını anlatıyor. Kitapta bizlere, 1914 ile 1933 yılları arasında ki bu 20 yıllık süreçte Hitler Faşizmine giden yolda döşenen taşları ve toplumda, dünyada ve siyasi ortamda bunlara gerek iyi niyetle gerekse de aymazlıkla nasıl ön açıldığını anlatıyor. Yazar, kitabını 1933’te noktalıyor. 1933 yılı ise zaten Hitler Faşizminin tam olarak ülkeyi esir aldığı yıl. Hitler’in iktidara yürürken sergilediği davranış ve politika, çıkarılan yasalar ve uygulamalar, ülkemizin içinde bulunduğu siyasal ve sosyal durumla o kadar benzeşiyor ki; ara ara kitaptan uzaklaşıp derin nefes alma ihtiyacı hissettiriyor. Haffner’in, Hitler’in faşizmi hakim kılmak için Almanya’nın zengin kültürel hayatını nasıl çölleştirdiği, kahramanlıklarla dolu eserlerin sayısının birden arttığı (bizdeki uyanış, diriliş kuruluş kelimeleriyle harmanlanan hamaset dolu tv dizileri gibi), medyayı kendi kontrolüne aldığı, kitapları toplatıp, muhalif radyo ve gazetecileri nasıl etkisiz hale getirdiğini anlattığı satırları okudukça, insanın “aynısı kayınımda da var” diyesi geliyor. Kitap otoriterlik ve faşizme giden yolu öylesine içten anlatıyor ki, adeta bize ısrarla “bir cisim yaklaşıyor” diye bağırıyor. Kitapla ilgili daha yazacak çok fazla detay olmasına rağmen, yazımı tadında bırakmak niyetindeyim. Adet olduğu üzere kitaptan bir alıntı ile yazıma son veriyorum. Yazar Haffner, kitabın sonlarına doğru başka ülkeye iltica etmek istediğini babasına söylüyor ve babası ile aşağıdaki diyalog yaşanıyor. Mültecilik konusunda ibret alınası efenim: “Orada da bizi bekliyor değiller. Mülteciler her ülke için yüktür, yük olduğunu hissetmekse hiçbir zaman hoş bir şey değildir. Bir ülkeye bir elçi gibi, yapacağı işler ve beraber getireceği değerler olan bir insan olarak gelmekle, barınacak yer arayan bir mağlup olarak gelmek arasında büyük bir fark vardır.” “Bizim getireceğimiz bir şeyler yok mu?” diye cevap verdim babama. “Gerçekten bütün Alman entelektüellerin, Alman bilim ve edebiyatının göç ettiğini düşünsene- böyle bir hediyeyi sevinçle kabul etmeyecek bir ülke düşünebiliyor musun?” Elini kaldırdı ve yorgun bir ifadeyle tekrar indirdi. “Batan geminin malları”dedi, “ülkenden kaçtıysan değerini kaybedersin. Bak Ruslara, onlar da kendi ülkelerinin elitleriydiler. Ancak bir zamanların komutanları, devlet konseyi üyeleri, yazarları şimdi burada ya da Paris’te, garsonluk ya da şoförlük yapmalarına izin verildiğinde mutlu oluyorlar.” “Belki de şu anda Paris’te garson olmayı, Moskova’da devlet konseyi üyesi olmaya tercih ediyorlardır.” “Belki de” dedi babam, “belki de öyle değildir. Böyle bir şeyi başına gelmeden söylemek, her zaman kolaydır. Sonra gerçek hayatta her şey sıkça bambaşka görünür. Açlık ve felaket, karnın tok olduğu müddetçe kulağa o kadar feci gelmez.” (sayfa: 203-204) Nihayetinde hukuk doktoralı yazar, 1938 yılında Londra’ya iltica ediyor. Kitabı da 1939 yılında sürgünde yaşadığı Londra ‘da kaleme alıyor. Bu yazıyı yazarken faydalandığımı linkleri aşağıya bırakıyorum. Hazine değerindeki bu kitabı ve filmi hararetle tavsiye ediyorum. İyi okumalar ve iyi seyirler. dergipark.org.tr/tr/download/art... gazetekarinca.com/yonetmen-michae... 1saniyede24kare.blogspot.com/p/erke-kesovada... imdb.com/title/tt1149362
Bir Alman'ın Hikayesi
Bir Alman'ın HikayesiSebastian Haffner · İletişim Yayınları · 2020221 okunma
··
1 plus 1
·
661 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.