Gönderi

120 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
"Yitirecek hiçbir şeyi kalmamış olanlara mahsus baş eğişle baş eğdim. Acıyan yerlerimin daha az acıyacağına dair ümidimi tümden yitirdim. Kaçmadım artık yaralarımdan. Yanarak var olmayı kabullenmekle sönerek yok olmak arasında yapılacak seçimden ibaret bütün hikâye. Yitirdim zannedip de bulanlarla buldum zannedip yitirenler arasında nerede durduğumu artık merak etmedim. Beni suyun üzerinde tutan ellerden kesildi elim. Öylece gömüldüm derin karanlıklara. İndirdim savunağım olan tüm perdeleri. Sessizce yenilgiye evet dedim." İsimle Ateş Arasında, Nazan Bekiroğlu Sayfa 289 - Timaş Yayınları Biliyorum, önce Marina Tsvetayeva hakkında birkaç cümle kurmalıyım. Meselâ, yazmak uğruna çocuklarını ihmal eden bir anneydi. Meselâ, kaçak olan kocasına döndüğünde dahi sadık olamayan bir eşti. Meselâ, ülkesinin devrim şerbetinde olduğu bir zamanda kendisi bir hükümet destekçisiydi. Kötü bir kadındı, nihayetinde kendini astı. Ben görünen köyün bu denli korkutucu olmasını hâlâ aşamamış biriyim. Buradan duyulan müziğin ise bir baştan çıkarma ânına eşlik ettiğini düşünmeden geçemedim. İlk olarak, bir intihar dilimi düşüyor kitaptan payımıza. Ölümle aralıyoruz kapıyı. Yürüyeceğimiz yolun tekinsizliği, bizi ilk cümleden vuruyor. Burada Fransız şair ve yazar olan, aynı zamanda kitabın mimarı Vénus Khoury-Ghata için bir söz düşüyor satırlara. Bir şairin yitimini, onu kırk dokuz yaşında bir tabureye çıkaran o patikalı yolu en iyi başka bir şair anlatabilirdi zannediyorum. Keza görünen tüm buzlu camları kırıyor. Bir “kadını” anlatıyor bize. Ya da ona. Şairden şaire. Bir lahza bükümü içinde. Marina Tsvetayeva, aristokrat bir ailenin müzisyen olması beklenen dört çocuğundan biri. Güzel Sanatlar Fakültesi kurucusu profesör babası, piyanist annesi, parlak eğitimleri…Hayatın ışığını satırlara yansıtmak yerine notalarda yaşasaydı farklı bir sonu olabilir miydi Marina’nın? Peki biz, mutlak sona yalın ayak koşarken -ve yaralarımız bu denli fazlayken- bitimleri birbirinden ayırabilir miyiz? Kelimenin kaderi yazılmak. Kelimenin kaderi yaşanmak. Çünkü, dünyanın başlangıcı bile “eylem mi yoksa kelime mi” sorusundan başlıyor ve sözün büyü olduğu bir hayata bizi savunmasızca bırakıyor. Öyle olmasaydı, Marina’nın karnını doyuran, onu işlerden ve çocuklarına ilgi vermekten alıkoyan, sevgilerinden ve sevgililerinden ayrı yaşamasını sağlayan kelimeler onu buraya getirebilir miydi? Alya. Işıl ışıl ve evin bütün sorumluluğunu yüklenmiş büyük kızı. Annesinin yeteceğini almış. Casuslukla suçlanmasaydı. Annesinin en büyük dayanağı ve düşmanıydı. Marina, Irina yerine onu seçmişti. Zihinsel engelli küçük kızı bir yetimhanede ölürken, sadece Alya için mücadele edebilirdi. Sergey. Ailesinin istemediği eşi. Eski bir subay olarak, bu devrimden kaçmasaydı kurşuna dizilecekti. Ve kaçmak, kocasının gözlerindeki kaderi değiştiremedi. Marina, onu seviyordu. Kocası yanındayken, kaçtığında, başka sevgilileri olduğunda. Aklında üst üste binen bir karmaşa yoktu keza kalbindeki tüm sevgiler yapbozun başka bir parçasını tamamlıyordu. Aşk, birden fazla kişide karşısına çıkıyordu ve o son; hepsi de hiç yokmuşçasına gidiyordu. Içinde bulunduğu zamana ait olmadığını, karşılıklı bir sevgisizliğin hükümranlığını dile getiriyor Marina. Haklı. Savaş, ilkel olan topluluğun peşinden giderken kişiselleştirilmiş bütün kavramları yerle bir ediyor; devrim can alıyor ve Marina sevecek hiçbir şey bulamıyor. Üç aşkın çocuğu olduğuna inandığı, oğlu Mur bile kalmıyor ona. Hayatta kalma gayesi daha ağır bastığı için geride kalmış bir duygu mücadelesi; ghosting. Pasternak , Rilke, Gorki ve diğerleri. Hâlbuki kendisi tarladan çaldığı patatesin kabuklarını yiyerek hayatta kalmaya çalışıyor ve bir masası olmamasına rağmen sattığı eşyalarla kağıt alabiliyor. Yaşamsa işte o da burada, her yere dağılmış durumda, peki düş kırıkları neden yalnızca Marina’nın boğazında bir sicim gibi parlamakta? Khoury-Ghata, bir şairin hayatını olabildiğince şiirsel bir biçimde damıtmış. Bir biyografi okuduğumu çok sonra fark ettim; hayattan ve aşktan ve savaştan ve boşluklardan geriye kalanın “biz” olduğunu hissettiğim zaman. Can acıtan cümleler her zaman kuşların kanadığında taşıdığı rüyalar kadar karmaşık şekilde gelir önümüze. Hepsi birbirinden farklı, zamansız ve bir ân taşımında. Ben hikâyesini bir ırmağa bırakıp büyüyü su bozar diyen kâhin değilim fakat şu kadarcık sayfada yalnız kalmış bir kadının savaşını ve kaybedişini izledim. Sansürlenişini, yazı için vazgeçtiğini, yazı için yaşadığını, kelimesiz kaldığını, kendini bulamayışını. “Sizi avutmuyorum, kendi yüreğimi yakıyorum. Burada yaşamayı ve sevmeyi bilmiyorum.” diyor bir mektubunda. Zaman geçmiş zaman olurken, gözlerimi kapatıyorum. Marina, diyorum. Bavulunu bağlamak için sana verilen o ip değil kendini astığın. Avuçlarındaki kelimeler. Çünkü ölüm yalnızca sevilmemiş soğuk bedenlerde gezmez. Çünkü yüreğinde yeşerttiğin kelimelerin ihaneti, bütün sevgisizlikleri siler.
Marina Tsvetayeva ya da Alabuga’da Ölmek
Marina Tsvetayeva ya da Alabuga’da ÖlmekVenus Khoury-Ghata · Yapı Kredi Yayınları · 2022115 okunma
·
285 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.