Gönderi

İster istemez Nihal’i hatırlayıverdi. Kendi küflü soğukluğuna karşın Nihal ışıltılı bir sertliğe sahipti. Kız yurdunda karşı taraftan kızların suratına jilet atmakla perçinlenen şöhreti sonucunda edindiği lakabı da hatırladı: Astra Nihal! Düşmanın taktığı lakap, kısa zamanda beğeni toplayarak yaygınlaşıvermişti. Hem okuldaki hem de ocaktaki bütün erkekler ona hayrandı. Bir oğlan çocuk dünyasında oğlanlarla top ya da askercilik oynayan kız çocuğa hayranlıktan farksız her şey. Hem cinsiyetsizdir hem de cinsiyetsizliğin ardında gizlenen esrarlı bir kadınsılık kokusu yayar. Tarihteki kadınlar bile erkeksi özelliklere sahip olmalarıyla bir hayranlık arabasına bindirilirdi. Ata binmek, kılıç kullanabilmek, ok atabilmek ve fazlaca duygusal olmamak. Nihal’de bunların hepsi vardı. Nihal’in kadınsılığının tek işareti arada gözlerin kaydığı göğüsleriydi ki, kız onları ya bir kazağın ya da parkanın ardına gizleme çabasındaydı. Belki göğüslerinden utanıyordu. Bir fazlalıktı onlar. İlan-ı aşk ettiği günü utançla hatırlamaktan başka çaresi kalmadı Osman’ın. İşgal ettikleri fakültenin duvarlarında kızılların duvar gazetelerini sökerken kızdan gelen buğuyla sarhoş oluverdiğini, yukarı kadar gerilen vücudunun açık bıraktığı kazağının altından görünen göbeğinin aklını aldığını hatırlayıverdi. Kızın böyle güzel bir göbeği olduğunu daha önce düşünemezdi ve hâlâ da bu göbeği hiç unutabilmiş değil. Duvar gazetelerini de hatırladı elbet. Kimsenin okumayacağı, bu upuzun yazıları yazmak için verilen emeği anlamak mümkün değildi. Rapido ve şablonla saatler süren bir çalışma sonucunda ortaya çıkan bu eserleri kimse okuyor muydu acaba? Kızı öptüğünde Nihal önce ne olduğunu idrak edememiş, şaşkın gözlerle kendisine bakmış, dava bağının arasından sızıveren cinsel karşıtlığın böylesine aniden kendisini göstermesini anlayamamıştı. Ama bir tepki vermedi. Osman’ın tepkisizlikten anladığı aralarında sessiz bir ilişkinin başladığıydı. O günden sonra Osman’daki aşk gerilimi hızla yükselirken, Nihal’in tavrında hiçbir değişiklik olmadığı görülüyordu. Sessizlik tahmin edebileceğiniz gibi çıldırtıcıydı. Üç ay sonra nihayet yeni bir girişimde bulunmaya karar verdi Osman. Kız yurdunun kapısına gidip Nihal’i istetti. Eşofmanı ve parkasıyla kapıya inen Nihal daha da çekici görünmüştü gözlerine. “Ne var!” İnsan böyle bir merhabadan sonra ne diyebilir ki! Ama sudan bir gerekçe uydurarak bu durumdan kurtulması mümkün değildi Osman’ın, bir bahane uydurabilecek durumda da değildi doğrusu. “Seni seviyorum!” İçinde bulunulan şartlar düşünüldüğünde bir Barbara Cartland kitabına hiç de yakışmayacak bu sahnede bir pembelik zaten mümkün olamazdı. Karşı kaldırımda kız arkadaşlarının kontrolündeki yurdu bir de dışarıdan korumaya almış en yakın ocaktan elemanlar, sokağın başındaki açık mavi renkteki plakasız Ford polis minibüsü, duvarlarda Türkçüler Bayramı afişleri, bahara girildiği halde havanın kapalı serinliği, son 1 Mayıs olaylarından sonra havadaki elektrikli bekleyiş ve elbette ki Nihal’in kahverengi parkasının cebini iyice şişiren çeliğin ağırlığı. “Saçmalama Osman, bunlarla uğraşacak durumda değilim.” İşte orada, kız hışımla yurda girerken hayatının aşkının sonsuz bir kesintiye uğrayacağını fark etti birden Osman. Onu toplu davada gördüğü ânı da açık seçik hatırlıyor. En önde partinin önde gelenlerinin sıralandığı kalabalık, başlarına bu felaketin neden gelmiş olabileceğini sessizce düşünmeye devam ederlerken görmüştü onu. Parti önde gelenlerinin saçları yerinde olmasına karşın arka sıralardaki erkeklerin kabak kafalarından oluşan ürkütücü orman her yanı kaplamıştı. Saçları sıfıra vurulmuş olan birisi bir melek bile olsa katilden farksız görünebilir ki, buradakiler hiç de melek sayılmazdı. Herkesin görünümü ürkütücüydü. İğreti takım elbiselerin içinde bir kabak kafalılar ordusu. Sınırlı sayıdaki kadının arasında Nihal lacivert döpiyesi içinde genelleşmiş sersemlikten ayırt edilebilir durumda değildi doğal olarak. Bir an bakıştıklarına emin, geriye dönüp kendisine öylesine baktığı an zihnine sonsuzcasına kazınıverdi. Ne vardı o bakışta? Aşk değil! Utancın ve kırgınlığın paylaşılması. Koruyup kolladıklarına inandıkları devletin korunmak için kendilerine hiç de ihtiyacı olmadığını anlamış olmanın yarattığı hayret.
Sayfa 150 - Altıncı Gün 19 AralıkKitabı okudu
·
91 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.