Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

BAŞLATMA ŞİMDİ SAATİNDEN..
-Buyrun baş komserim, beni çağırtmışsınız. -Evet. Az önce bir ihbar geldi, anarşistler bir eylem yapmayı düşünüyorlarmış yakın bir zamanda. Önlemleri arttırmak için çağırdım sizi. İzinler iptal edildi ve devriyeler iki katına çıkarıldı. Devriyelerin kordinasyonuyla sizin ilgilenmenizi istiyorum. -Baş üstüne komserim. Ne gerekiyorsa yapılacak. İzninizle ben gideyim,almam gereken bir ifade var. -Buyrun,gidin. (Komser ifade almak için sorgu odasına girer.) -Saat kaç komserim? -Sandığından geç. Şimdi söyle bakalım neden öldürdün, ne alıp veremediğin vardı bu adamla? -Bir alacağım vereceğim yoktu, canım öldürmek istedi öldürdüm, kişisel hiçbir sorunum yoktu. -Tanıyor muydun adamı?. -Hayır tanımıyordum,tanımamda gerekmezdi zaten. -Canın sıkılıyordu öldürdün ve tanımıyordun adamı demek.Tanımadığın birini sırf canın sıkıldı diye öldürmek bu nasıl bir psikopatlık böyle. Nasıl bir vicdansızlık bu? - Bir yanlışı düzeltmeme izin verin komserim, adamı kişisel olarak tanımıyordum evet ama bu onu tanımadığım anlamına gelmez. Hatta onu tanımadığım halde bile çok iyi tanıdığımı söyleyebilirim. -Dur, doğru mu anladım, onu hiç tanımadığın halde onu çok iyi tanıdığını mı söylüyorsun, adamı daha önce hiç görmediğini ilk defa gördüğünü söylememiş miydin daha önce? -Evet doğru ama bu onu tanımamam ve öldürmemem için bir gerekçe değil. -Bu nasıl bir paradoks böyle. Nasıl iddaa edebilirsin hiç tanımadığın bir adamı tanıdığını ve neden öldürebilirsin hiç görmediğin tanımadığın birini? Nasıl bir gerekçen olabilir? Bu düpedüz psikopatlık. Sen bir psikopatsın, bana kalırsa hiçbir gerekçen yoktu,sadece nedeni olmayan bir öfkenin ve kinin neden olduğu bir ruh halindeki huzursuzluğu yatıştırmak için tanımadığın insanları hedef alıp yok etmekti senin tek yaptığın. -Hayır komserim ben bir psikopat değilim. Sizin ölçülerinize göre değilim en azından, nedensiz bir öfkem, nedensiz bir kinim, yatıştırmaya ihtiyaç duyduğum bir huzursuzluğumda yok. Hatta hiçbir şey hissetmiyordum o adama karşı. Bu arada saat kaç komserim, söyleyebilir misiniz? -Başlatma şimdi saatinden, neden öldürdün hiç tanımadığın bir adamı, sen onu söyle.Deli numarası mı yapıyorsun yoksa, böyle yaparak yırtacağını mı sanıyorsun? -Hayır komserim. Hiç öyle bir niyetim yok, hatta diyebilirimki akıl sağlığım gayet yerinde, tamamen sağlıklıyım.İşlediğim cinayetin nedeni ne öfkem ne kinim nede huzursuzluğumu yatıştırmaktı. Duyarsızlığımın neden olduğu bir durum diyebiliriz. Yakalanmamda, bu duyarsızlığım yüzünden, duyarsızlığımın eylemimin sonuçları üzerinde düşünmemi engellemesi yüzündendi sadece. Eğer izin verirseniz bu durumu size açıklamak istiyorum. -Anlatacağın şeylerin sana fayda sağlayacağını düşünüyorsan durma açıkla. -Açıklamadan önce komserim, saatin kaç olduğunu sorabilir miyim? -Boş ver saati şimdi, sana fayda vermesi için ne açıklamak istiyorsan onu açıkla. -Bir fayda beklemiyorum komserim sadece anlaşılmak istiyorum, devlet anlasın beni, düzen anlayış göstersin diye değil bu anlaşılmak isteğim. Devlet beni anlayamaz, anlamakta istemez, onlar sadece beni kendi varlığı için bir tehdit olarak algılayabilir sadece. Ben devletin varlığını sürdürebilmesi için ortadan kaldırması gereken biriyim. Ben sadece sizin tarafınızdan anlaşılmak istiyorum bana hiçbir fayda vermeyeceğinizi bile bile. -Doğrusu merakımı cezbettin. Olmaması gerekir belki ama nedense sana karşı içimde gereksiz yere bir iyi niyetli davranma isteği var. Neyse anlatacaklarını ancak uygun görürsem ifadene geçecek, uygun görmediğim hiçbir şeyi kaydetmiyeceğim,saçma bulduğum hiçbir şeyi kayda geçirmek istemiyorum. Kabul ediyorsan anlatmaya başla. -Beslediğiniz iyi niyet için teşekkür ederim komserim, kayıtlara geçmek konusunda dediğiniz şeylerin bir değeri yok benim için ama şimdiden söyleyebilirimki hiçbir şeyi kayda geçiremeyeceksiniz, istemeyeceksiniz bunu, yapamayacak, yapmak istemeyeceksiniz. -Buna ben karar veririm, sen ne anlatmak istiyorsan anlat. Dinliyorum seni.. -Peki komserim. Bana neden onu öldürdüğümü sordunuz komserim, bence doğru soru bu değil. -Neymiş doğru soru? -Doğru soru, onu neden öldürmemem gerektiğidir, niçin öldürmemeliyim onu? Doğru soru bu bence. -Neden adamı görünüşünü sevmedim, adama gıcık oldum o yüzden öldürdüm demiyorsunda böyle lafı dolandırıp saçma sapan şeylerle yaptığın şeyi karmakarışık bir hale getirmeye çalışıyorsun? -Komserim ben sadece anlatmak istiyorum, sadece anlatmak, başka bir beklentim yok sizden. Bu arada saat kaç? -Boş ver artık şu saati, hem napacaksın saati. Anlatmaya devam et sen. -Sevmediğimi, gıcık olduğumu düşündüğünüz için o adamı öldürdüğümü düşünüyorsunuz ama sebep bu değil, sebep daha basit, farksızlık, onu diğerlerinden ayıran bir özelliğinin olmaması. Biraz sevgiden,sevmekten bahsetmek istiyorum. Komserim bir soru sormama izin verin, hiç aşık oldunuz mu hayatınızda? -Oldum. -Her hangi alalede sıradan biri miydi sizin için, yoksa diğerlerinden farklı gördüğünüz, diğerlerinde olmadığını varsaydığınız tüm özelliklerin onda vücut bulduğunu düşündüğünüz biri miydi? -Diğerlerinden farklı ve üstün tuttuğum biriydi. -Evet komserim, bende öyle olduğunu düşünmüştüm. Bende sizin düşündüğünüz gibi birine aşık olmuştum. Ama sizinkinden farklı olarak var olmayan birine, bu varolmayan kişiye duyduğum aşk yüzünden,bu var oluş eksikliği yüzünden birçok acı ve hayal kırıklığı yaşadım, halada yaşamaktayım. -Varolmayan birine ha :) Normal biri olmadığını biliyordum zaten. -Evet komserim dediğiniz gibi normal biri değilim. Neyse, ne diyordum, evet çok düşündüm komserim bu aşk konusunu. Neden aşık oluruz, neden illede onada bir başkasına değil? Hangi nedenler buna sebep oluyor,hangi nedenlerle sevgimiz bu kişiye veya benim gibi var olmayan birine karşı duyuluyor? Ne yaratıyor bu duyguları? -Ne yaratıyormuş? -Sevme duygumuzun, ihtiyacımızın ancak bazı koşullara, bir takım şartlara maruz kalarak geçirdiğimiz bir sürecin sonunda nesnesini bulabilmesi gibi ve bu şekilde nesnesiyle bütünleşebilerek kendini tatmin edilebilmesi gibi bir yapısı, mekanizması var. Yani herkese değilde herkesten farklı olduğunu düşündüğümüz birine aşık olmamızın nedeni,onu farklı görmemizi sağlayan, farklı olduğunu düşünmemize sebep olan ve o farklılığa duyulan özlemi yaratan şey; uzun süre içinde yaşayıp maruz kaldığımız bir süreç içinde bir şeylerin eksikliğini duymak, eksikliğini duyduğumuz şeyin olmayışı ve sürecin bu eksikliğiyle özlemlerimizi biçimlendirerek seveceğimiz nesneye biçim verip bize bunun tarifini vermesi ve bu tarif üzerinden tarife uyana duygularımızın yoğunlaşıp o kişi üzerinde vücut bulmasıdır. Gerçi benim duygularım hala var olan birinde vücut bulmuş değil ama neyse :) Daha anlaşılır olmak için şöyle diyeyim, sevmek ancak sevmediğimiz insanların ya da bende olduğu gibi duyarsızlaştığımız kişilerin varlığına maruz kaldığımız bir süreçte özlemlerimizle dolu bir çıkarsamalar yaparak biçimlendirdiğimiz bir tarif üzerine duygularımızın yöneliminden başka bir şey değildir. Yani sevmek için önce sevmediğimiz ya da duyarsız kalacağımız şeylerin varlığına ihtiyaç duyarız. Önce tarif gerektir bize ve tarifde bize ancak sevmediğimiz ya da duyarsız olduğumuz şeylerin varlığıyla bunalmamız gereken bir süreçle verilebilir. Sevmediğimiz, duyarsız kaldığımız şeylere uzun süre maruz kalmamız gereken bir süreçten bir antitez çıkarıp sevebileceğimiz şeylerin tarifinin yapımını sürecin bize dayatıp yaptırmasıyla sevgimizin nesnesinin yaratıldığı bir süreç. Sonrada bu tarife uyacak kişinin hayatımıza girmesi. Sürecin bize yaptırdığı tarif üzerinden bu tarife uyduğunu düşündüğümüz biri üzerinde duygularımızın yoğunlaşıp o kişi üzerinde vücut bulmasıdır aşk. Yani bizim için kişisel olacak bir aşk tanımını aşık olduğumuz kişi ve aşık olduğumuz an üzerinden değil, nerdeyse hayatımızın tamamını kapsayacak bir zamanı ve hayatımızda yer almış bir kalabalık üzerinden yola çıkarak yapmak gerekir. Önce bizi duyarsızlaştıracak bir insan kalabalığına maruz kalmamız gereklidir, sonra bu duyarsızlaşmayı duyarlılığa çevirecek bir insan tarifi. Sonrada bu tarife uyan kişinin karşımıza çıkması. İşte aşk.. Bu arada saat kaç komserim, söyler misiniz? -İfadeni aldıktan sonra söylerim. Şimdi bu anlattıkların tamam, güzelde bunların cinayetle ne ilgisi var, sen onu söyle? -Anlamadız mı? Peki anlatmaya devam edeyim o zaman. Komserim nasılki aşık olmayı duyarlılığın bir fark gözetip ona yönelimi olarak gerekçelendiriyorsam, işlediğim cinayetin gerekçesininde uzun süre farksızlığa maruz kalıp farksızlığa karşı duyarsızlaşmam olduğunu söyleyebilirim. -Boş konuşuyorsun. -Belki öyle. Neyse sevmek konusuna dönelim tekrar komserim. İnsan sevdiklerini bile sevmedikleri sayesinde ya da duyarsız kaldığı insanlar yüzünden duyarlılığa olan gereksinimi nedeniyle sevebilen bir varlık. Yani o adamı sizin dediğiniz gibi sevmemem onu öldürmem için bir gerekçe değil, öldürme nedenim için ilk aklınıza gelen neden,onu sevmediğimi düşünmenizdi, nedeni sevmemem değil duyarsızlığımdı. Ben öldürdüğüm adamı ne seviyordum ne sevmiyordum, ona karşı hiçbir duygu beslemiyordum. Bu bence bir insan için sevilmemekten bile daha kötü. O benim sevemiyceğim biriydi sadece, sevmediğim biri değil, sevmemem için bile duygu gerekir, hiçbir duygu beslemeye bile değmeyecek biriydi o adam benim için. Maruz kaldığım bir düzenin yol açtığı bir hissizleşmenin bir sonucuydu eylemim. -Ama sen adamı tanımadığını, ilk defa gördüğünü söyledin. Nasıl bilebilirsinki hiçbir duygu beslenip beslenemeyecek biri olduğunu? -Cevabı çok basit komserim sorunuzun. Cevabı matematik. -Matematik mi? -Evet. Bir olasılık hesabıydı sadece yaptığım. Yaygın olan her şeyin, her düşüncenin, her duygunun, her özelliğin o kişidede var olduğunu varsaymamdı. Bu varsayımımdada yanıldığımı hiç düşünmüyorum. Pişmanda değilim o adamı öldürdüğüm için, tek pişmanlığım o adama karşı olan duyarsızlığımın beni eylemimin sonuçlarını önemsememeye, eylemimi dikkatsiz ve plansız bir şekilde yaptırmaya sevketmesidir. Daha dikkatli,planlı olmalıydım. -Senin yaygın olanın o adamdada olduğunu varsaydığın bütün özellikler bu toplumu oluşturan tüm vatandaşlarında özellikleri aynı zamanda. Bizi devlet yapan en önemli unsurlardır senin duyarsız olduğun bu özellikler. Sen yoksa anarşist misin? -Anarşist misinin diyerek sorduğunuz bu soruyla eğer düzeni değiştirmek istediğimi, düzene karşı olduğumu kastediyorsanız, evet ben bu düzene karşıyım ve değiştirmek istiyorum. -Haah şöyle işte, bildiğimiz sulara gel. Bir anarşist düzene bağlı bir vatandaşı sırf bu düzene bağlı diye katletti, yaptığın şey işte bu. Yaptığın şeyi garip garip sözlerle karmakarışık hale sokmaya boşuna çabalıyorsun. Sen böyle bir sebepten birini öldüren ne ilk ne son kişisin. Kafamı karıştırıp işlediğin cinayete orjinal bir hava vermeye çalışman boşuna. Sizin gibilerle uğraşıyoruz biz sabahtan akşama kadar. Sıradan bir anarşistten başka bir şey değilsin sen. -Hiçbir anarşist sıradan değildir komserim. Bu arada sıradanlık konusundan aşağılık bir durummuş gibi bahsetmenize bende katılıyor, sizin gibi düşünüyorum. Bundan daha aşağılık bir sıfat düşünemiyorum bir insana verilebilecek sıfatlar arasında. -Senin sıradanlık dediğin şeylerle benim sıradan dediğim şeyler bambaşka. Senin sıradanlık dediğin şeyler bu toplumun çimentosudur. Devletin üzerine inşaa edildiği yapıdır. -Peki ama bu inşaa edilen yapının insana ödettiği bedel nedir komserim? -Bilmiyorum sen söyle. -Kendi mutluluğundan feragattir, kendi çıkarına düşman bir hayat biçimini benimseyip, kendi hayatını başkalarının gücünün bir unsuruna çevirerek kendini değersiz bir varlığa dönüştürmektir, sonsuz sayıda girebileceği, seçebileceği, kendine ve hayata değer katabileceği birçok yol varken, kendini ve yaşadığı dünyayı değersiz hale getiren bir yola girmesidir, başkalarının çıkarı için bir grup azınlığın mutluluğu için sahip olduğu potansiyeli gerçekleştirmeden hayatını ve gerçek mutluluğunu heba etmesidir, kendi gibi oluşmuş insanlar içinde bir vasat oluşudur. -Bunların hepsi saçmalık. Neden insanlar feragat etsinler mutluklarından, düzen içerisinde birçok mutlu insan var, senin vasat diyerek aşağıladığın birçok insan çok mutlu bir şekilde gayet güzel yaşayabiliyor bu düzen içerisinde. -Komserim, izin verirseniz size bir soru sorabilir miyim? -Sor. -Siz mutlu musunuz? -Mutluyum. -Mutluluk nedir komserim sizin için, ölçünüz ne? -Benim için mutluluk, kızımdır, karımdır yani ailemdir,ailemle birlikte olmaktır. -Kızmazsanız size bir şey diyebilir miyim? -Söyle bakalım, kızmıycağım. -Komserim, ben aile kavramını, bütün insanların yaptığı bütün değersiz davranışları gerekçelendirdikleri bir mazeret olarak görüyorum ama bunu sizin için demiyorum,gördüğüm aileler için söylüyorum, bir tespit bu sadece. -Kızmadım, nasıl kızayımki sana zaten, sen normal biri değilsinki. -Peki aileniz dışında sizi mutlu eden,sevdiğiniz şeyler nelerdir komserim? -Evim, arabam ve sahip olduğum diğer şeyler,sevdiğim ve beni mutlu eden şeyler bunlar işte. -Üzerinde mülkiyet hakkı kurarak diğerleriyle aranıza sınır koyup bu benim diyebileceğiniz her şey diyebilir miyiz? -Çok istiyosan dememi, evet böyle diyebiliriz. -Komserim sizin bu sevme ve değer verme biçiminizi besleyen,belirleyen ve mümkün kılan şey ne değer verilip sevilenin, nede değer verip sevenin belirlediği duygular, bu değer verme ve sevme biçimini belirleyen diğeri diyebileceğimiz ya da öteki veya düşman dediğimiz figürdür. Yani sahip olduğunuz şeylerin sizden bir başkası içinde değerli olduğunu bilmek, bunlara sahip olma konusunda giriştiğiniz rekabet sahip olduğunuz şeylerin değerini arttıran ve sahip olduğunuz şeyleri korumanızı sağlayıp sevginizi körükleyen en önemli faktör. Yani bir şeyleri sevip o şeylerle mutlu olmak ancak bir düşman figürünün varlığıyla mümkün olabiliyor. Kaybetme korkusu duymadığınız, rekabete girmediğiniz hiçbir şeyi sevmiyorsunuz. Sahip olduğunuz her şey diğerlerine karşı kendinizi üstün, kendinizi diğerlerinden güçlü ve farklı olduğunuzu hissetmenizi sağlayan bir sembol, bir araç sadece. Siz kendinizi ancak diğerlerinden üstün hissettiğinizde mutlu olabilirsiniz. Halbuki insanın mutlu olması için fizyolojik ve bir takım temel ihtiyaçların karşılanması yeterlidir. İnsan asla bu ihtiyaçları karşıladığı için mutlu olmuyor, mutlu olması için mutlaka başkalarını hiyarişik olarak altına alması ve tabiri caizse bir nevi diğerini yok etmesi gerektiğini düşüneceği bir düşmana ve karşısındakine karşı kazandığını hissettiği somut veya soyut bir savaşa ihtiyaç duyuyor. Eğer insan için,insan kendi mutluluğunun peşinde olan bir varlıktır,diye bir genelleme yapabilirsek, her insan kendi mutluluğu için diğerlerini düşman olarak görmek ve bu düşmanca niyetlerle rekabet etmek zorunda olan bir varlıkta diye bir eklemede yapabiliriz insanı tanımlamak için. Sevdiğinde bile çok küçük bir azınlığı sevebilen bir insanın, bu sevgiyi üretmesi için o azınlığın dışındaki çoğunluğu sevmemesi gerekiyor, aşkını bile böyle biçimlendiriyor insan. Sevmek için bile nefret eden, düşman yaratan bir tür insan yaratıyor sizin düzeniniz. Bu düzen varlığını ancak düşman yaratarak, birbirinin üstüne basan,birbirini kullanan ve bertaraf eden insanlar üzerinden sürdürebilir. -Nasıl yani, açıkla bu dediğini. -Komserim polis olmak yerine bir çöpçü, ya da kapıcı ya da ne bileyim basit sıradan bir işçi veya buna benzer bir şey olmak ister miydiniz? -O mesleklerde kutsal ve çok önemlidir. -Ben bunu sormadım komserim, sadece bu mesleklerden birini yapmak ister miydiniz diye sordum. -Yapmak istemezdim, oldu mu? -Yapmak istemezdiniz ama bu meslekler yapılmak zorunda, insanın yapmak istemeyeceği meslekler bunlar ama toplum için hayati meslekler. Bu meslekleri yapanların ortak özelliği hepsinin asgari düzeyde eğitim almış cahil dediğimiz türden insanlar oluşudur. Ana fikri, cehalet kötü bir şeydir, şeklinde birçok atasözü vardır dilimizde, herkes bilir bunları ve devlet büyüklerimiz birçok konuşmasında mutlaka bunlardan birini dile getirir. Şimdi şöyle bir dünya hayal edin komserim, herkesin okumuş herkesin kültürlü ve herkes eğitimdeki fırsat eşitliğinden faydalanarak aynı donanıma sahip olduğu bir dünya. Böyle bir dünyada sistem nasıl varlığını sürdürecekti, iş bölümü nasıl yapılacaktı? Muhtemelen bir kaos ortamı hakim olacaktı, çünkü sistemin bize aşıladığı birbirini düşman haline getiren özelliği böyle bir durumda yani herkesin donanımsal eşitliğe kavuştuğu bir durumda bir kıyıma neden olacaktı, çünkü bir güçler eşitliğinde, birbirini bertaraf ederek yok eden ve mücadeleleri çabuk bitiren eşitsiz bir duruma kıyasla mücadeleler bitmeyecek ve mücadelelerin bitimsizliği ortamı tam bir kaosa çevirecekti. Buda demek oluyorki sistem, sistemin aşıladığı mutlu olma biçimiyle mutlak bir eşitlikte gerçek yüzünü gösteriyor.Bu canavarı saklamak için gereken şey cahillik,yoksulluk ve hiyarişidir,yani eşitsiz bir toplum. Eşitsiz bir toplumda varlığınızı sürdürebildiğiniz için cehaleti yaratmak zorundasınız ve yaratıyorsunuzda, cehaleti dizayn ediyorsunuz. Sistem varlığını ancak insanları aşağı çekerek ve insandan potansiyelini çalarak sürdürebilir. Sürekli müdahale etmelidir. Varlığını ancak insanları birbirinin düşmanına çevirerek sürdürebilen sistem bu düşmanlığın yol açacağı kaosuda korku pompalayarak gideriyor. Bunuda korkuya duyarlı bir insan yaratarak, programlıyarak yapıyor. Burda sistem dini, geleneği devreye sokarak insana hayatı boyunca bir takım şeylerle koşullayarak,insanın içi ve potansiyeli boşaltılarak sisteme faydalı ve sistem için kullanışlı bir kalıba sokuyor. Sistem dinle, gelenekle insanın iştahını kesiyor, sistem için olmazsa olmaz olan yoksulluğun sürdürülebilmesi için sabır ve şükrün mükafatının cennet olacağı gibi söylemlerle insanın sınırlarını sabırla şükrün arasına hapsederek insanın isyan duygusunu yok eden, yoksulluğu bir varoluş biçimi şeklinde algılamasını sağlayan hiyarişik bir toplumun temelini atıyor. Keşke bu yoksulluk ve cehalet doğal bir sürecin sonucu olsaydı, böyle bir durumla mücadele edilebilirdi. Ama şu an var olan cehalet ve yoksulluk düzeltilemez, geri döndürülemez. Çünkü bu durum dizayn edilmiştir ve insanın geri döndürülemeyecek,düzeltilemeyecek şekilde programlanmasıyla meydana gelmiştir. -Adamın düzeltilemiyeceğini düşündüğün için mi öldürdün? -Evet. -Anlayamıyorum gerçekten gerekçeni. Dediğin gibi bile olsa neden hak etsin bir insan böyle bir ölümü? -Peki bir koyun ya da öldürdüğünüz başka bir hayvan neden hak etsin ölümü? Öldürürkenki gerekçeniz ne? -Koyunla insanı bir mi tutuyorsun. Allah insan için yaratmış tüm canlıları ve kainatı, nasıl bir tutulabilir bir koyunla bir insan? -Bu dediğiniz insanoğlunun tüm eylemlerini meşrulaştırmak için bulduğu bir safsata, eylemlerinin vicdanına yük olmaması için bulduğu bir kılıf sadece. Sistemin yarattığı insanın düşünce biçimini açıklıyor aslında bu söylediğiniz şey. Bu düşünceyi sadece sizinle ayrı canlı türleri içinde uygulamıyorsunuz, bu düşünceyi kendi aranızdada türeterek ırk, din, milliyet gibi alanlarada yayıyor, kıyıcılığınıza ve yaptığınız kötülüklere gerekçe yapıyorsunuz. Her şeyin merkezine kendi koyarak yapılıyor bütün kıyımlar,tüm haksızlıklar. Kendini özel görmek ve yaptığı her şeyi çıkarı için mubah görmek yarattığınız insanın doğasında var. Hepiniz kıyıcısınız, kiminiz az, kiminiz çok. Bu azlığı,çokluğu belirleyen şey ise insanı kıyıcı yapan bu özelliklerin sizin tarafınızdan, sınırlandırılması, potansiyelinin, çapınının kısıtlanması ve böylelikle sistem içinde insanın dengelenerek faydalı olması. Bu oluşturduğunuz dengeyle herkesin kıyıcı olduğu bir toplulukta ortaya çıkacak kaosu durdurabiliyorsunuz. Sizin düzeniniz insana bu saydığım özellikleri ve amacı yükleyerek insanı mekanikleştiriyor, vasat bir insan yaratıyor,vasat demek değersiz bir insan demektir, vasatı değersiz yapanda bu mekaniksel davranış tarzıdır, bana göre vasat zaten yaşamıyordur, yaşamının bir değeri yoktur. Benim için bir taştan farkı yoktur, nasıl önüme çıkan bir taşı yolumdan çekilsin diyerek yolumdan çekiyor ve bunu yaparkende taşa dair hiçbir duygu beslemiyorsam, ortadan kaldırdığım vasat bir insan içinde aynı taş için düşündüğüm şeyleri düşünüyor, hakkında hiçbir duygu beslemiyorum, onu sadece kaldırılması gereken bir engel olarak görüyorum. Dediğim gibi doğru soru, onu neden öldürdüğüm değil, neden onu öldürmemeliyimdir. -Bence her insan yaşamayı hak ediyor. -Her insan ama her canlı değil, değil mi komserim. Sizin bir canlının ölümüyle alakadar olmanızı sağlayan tek ölçü ölümün size sağladığı fayda veya zarardır. Sizin bu adamın ölümüne kayıtsız kalmamanızın tek nedeni bu kayıtsız kalmama durumunun düzeni korumak için, düzeninize sağlayacağı faydayı ve zararı gözeterek davranmanızdır. O yüzden yaptığınız şeye, beni sorgulayıp, ceza vermeye çalışma şeklinize bir kutsiyet kazandırmaya çalışarak yaptığınız görevi yüceltmeyin, sizin yaptığınız şey sadece pragmatik davranmak, başka bir şey değil. -Gerçekten acıyorum sana. Bunlar hastalıklı düşünceler. Neyse cezaevinde her şeyi tekrar tekrar düşünmek, kendini düzeltmek için çok zamanın olacak. -Saat kaç komserim? -Neden durmadan saati sorup duruyorsun ? -Saati söylerseniz söylerim komserim. -Beşe çeyrek var. -Çok zamanınız kalmamış komserim. -Benim mi zamanım kalmamış? -Evet komserim sizin. Size söylediğim her şey benim doğrularımdı, bir konu dışında hiç yalan söylemedim. -Neymiş o yalan? -Bir dikkatsizlik ve plansızlık sonucu yakalandığım. -Nasıl yani? Bilerek, planlayarak mı yakalandın? -Evet. -Neden böyle bir şey yapasınki? -Sizi bir seçime zorlayarak sisteminize meydan okumak için. Ben anarşistim unuttunuz mu? Her anarşistin bir eylem planı olur. Benimkide buydu. -Dediklerinden bir şey anlamıyorum, saçmalıyorsun artık iyice. -Komserim evinizi arar mısınız? -Evimi mi? -Evet, evinizi. -Ne saçmalıyosun lan sen. -Sinirlenmeyin komserim, pek zamanınız kalmadı. Peki ben söyleyeyim size, evi arasanızda evde kimseyi bulamayacaksınız. Karınız ve kızınız şuanda sadece benim ve bir arkadaşımın bildiği bir hücre evinde tutsak. Eğer 15 dakika içerisinde burdan çıkıp kararlaştırılan yerden arkadaşımı aramazsam ne yazık ki karınız ve kızınız ölecek. -Ulan seni öldürürüm,yemin ediyorum kanını şurda akıtırım, hemen telefon edecek karımla kızımı bırakmasını söyleyeceksin arkadaşına. -Sakin olun komserim. Beni ölümle korkutamazsınız. Benim için yaşamakta ölmekte bir artık. Ben sadece böyle bir durumda benimle nasıl pazarlık yapacağınızı, bana nasıl bir teklifte bulunacağınızı merak ediyorum. -Tamam sen kazandın. Sana bir teklifim olabilir ancak bu durumda, o da özgürlüğün. -Evet komserim, aynen beklediğim gibi, gayet tahmin edilebilir bir teklifti yaptığınız teklif, tıpkı diğer vasat insanlarında yapacağı gibi. (Adam çıkar gider karakoldan ve komser evini arar.) -Alo -Efendim hayatım. -Bıraktılar demek hemen, nasılsın,bir yerine falan bir şey olmadı ya, sana, kızıma kötü bir şey yapmadılar, yapmadılar di mi? -Sen neden bahsediyorsun hayatım. Ne bir şey olması, ne bırakması.Evden dışarı bile çıkmadım, kızımızla evdeydik gün boyu.Neler oluyor anlatsana. -Bende anlayamıyorum artık olanları. Şimdi sen söyle, bugün hiçbir şey olmadı mı? -Olmadı, ne oluyor hayatım her şey yolunda mı? -Evet evet her şey yolunda. Akşam evde konuşuruz, kapatmam lazım şimdi telefonu, akşama görüşürüz. -Tamam hayatım, görüşürüz akşama. (Komiser nasıl oyuna getirildiğini, nasıl böyle bir hataya düşerek adamı bıraktığını düşünerek kendini için için yediği ve adamı bıraktığı için üstlerine hesap vererek,meslek hayatının tehlikeye girdiği bu dönemde bir mektup alır.) "Komserim, gerçi komserim diyorum size hala ama bu tamamen bir alışkanlık. Yakında bırakın komserliği sıradan bir memur bile olmayacaksınız. Sistem benim gibi birini serbest bırakmanızı asla cezasız bırakmaz. Sizin adınıza üzüldüğümü söyleyemeyeceğim komserim. Çünkü sizin bu mesleki kaybınız, bir başkasının sizin yerinizi doldurduğu, dolduran için bir kazanım olarak değerlendirileceği bir durum sadece. Her kazanım bir diğerinin kaybı, her kayıp bir diğerinin kazanımı. Mutluluk dediğiniz şey bile bir başkasının mutsuzluğu üzerine kurulmuş. İşte sizin sisteminiz, mekaniğiniz bu. O kadar sığ ve bayağı bir mekanikki bu, sizi o kadar basitleştirip, tahmin edilebilir ve hesaplanabilir kılıyorki, kendinizi en farklı hissettiğiniz anda bile bir fark yaratamıyorsunuz herhangi cansız bir varlıktan. Cansız bir varlıktan tek farkınız var o da, kıyıcılığınız ve kötülüğünüz. Neyse komserim sadede geleyim,artık beni daha ciddiye aldığınızı, önceden bir kulağınızdan girip çıkan sözlerimi şimdi daha dikkate aldığınızı biliyorum. Çünkü sizi alt ettim, küçük düşürdüm,zor duruma soktum. Bunları yapabilecek kadar güçlü olduğumu biliyorsunuz artık. Buda istemesenizde bana saygı duymanıza sebep oluyor. Sizin beni sevmenizi isterdim oysa, saygınızın sevgiden doğduğunu bilmek isterdim. Halbuki sizin sevginizde saygı duymanız gibi hastalıklı. Bir şeyi sevmeniz ancak onun size fayda vermesine bağlı,işinize yaramayan, pragmatik olmayan hiçbir şeyi sevmiyorsunuz. Bunun yanında birine saygı duymanızda ancak size korku verebilene, sizden güçlü olabilene duyduğunuz bir duygu. Neyse komserim ne anlatsam boş, eminim hala nasıl olduda bu adamın tuzağına düştüm deyip kendi kendinizi yiyip duruyor, kendi kendinize hep aynı soruyu soruyorsunuzdur. Ben cevaplayayım bu sorunuzu izninizle komserim. Hayatta kendinize ait gördüğünüz en temel şeyi biliyordum. Ve bunun dışında sahip olduğunuz, ne kadar kutsarsanız kutsayın mesleğinizin sizin için sadece size fayda sağladığı sürece sadakat gösterip yücelttiğiniz bir şey olduğunu. Bir tercih yapmanız gerektiğinde çıkarınıza en uygun düşecek olanı tercih edeceğinizi bilmek çok zor değildi. Zor olan sizi böyle bir seçeneğe zorlamak, size bunu dayatmaktı. Birini öldürmüş olmam yaptığım şeyin blöf olamayacağına ikna etti sizi önce. Sonra beni anarşist olarak görmeniz, bir anarşistle tutarlı olan profilim ve anarşistlerin sizin sıradan insanlarla konuşa konuşa, yaşaya yaşaya ezberleyegeldiğiniz şeylerin aksine ezberbozan davranışlarını takınmam dahada ikna etti sizi sözlerime, tabiki korkmanız gerektiğinede. Çünkü anarşistlerin ne kadar kararlı ve gözü kara olduğunu biliyordunuz, her gün yaşadığınız birçok tecrübeniz vardı bu konuyla ilgili. İşte tüm bunlar korkunuzu o kadar büyüttüki bundan sonra yaptığım tek şey aslında sadece korkunuzu yönetmekti.Tıpkı sisteminizin yaptığı gibi. İnsanlara korku veriyor, sonrada onları bu korkuyla bir seçime zorluyorsunuz. İşte vasat dediğim insan bu, bir seçim yapamayan, korku ve çıkarına göre bir yaşama biçimi seçen daha doğrusu seçtirilen bir insan tipi. Yani komserim vasat bir insan olduğunuz için düştünüz bu tuzağa. Bu arada sizden ayrıldıktan sonraki süreçte bir çok şeyi düşündüm komserim. Düşündüğüm şey insanın en büyük düşmanı diye ilan ettiğim sistemin acaba bütün bunlardan yani bütün bu kötülüklerden doğrudan sorumlu tutulup tutulamayacağıydı. Acaba sistem miydi insana bu biçimi veren, vasatlığa mahkum eden, yoksa insanın doğası ve onu yaratan mı? Eleştirip durduğum sistem yoksa sadece insanın yatkın olduğu eğilimlerin kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı bir yaşama biçimi miydi? Acaba benim düşman olduğum şey, sistemden çok kendiminde dahil olduğu insanlığın doğası mıydı? Asıl nefret ettiğim kişi sizden ve sizlerden çok kendim miydi? Ya da sizlere olan düşmanlığımın esas nedeni var olan birinde vücut bulmayan aşk duygumun tatmin edilememesi, nesnesini bulamaması mıydı? Aşksız bir hayatın, bu yoksunluğun sorumlusu olarak gördüğüm insanlardan intikam almak duygusuyla mı oluştu bu düşünce ve davranışlarım? Deli sorular bunlar komserim, bir cevap bulursam sorularıma yazarım yine size. Karınıza ve kızınıza selamlarımı söyleyin lütfen, minnetimi bildirin. Son olarak size sormak istediğim bir soru var komserim, Saat kaç?" ---------------------------------------------------------------- *Sıradan insan uygarlığın lanetidir.
·
869 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.