Gönderi

120 syf.
7/10 puan verdi
·
Read in 6 days
Bilim kurgu romanları/filmleri her zaman dikkatimi çekmiştir. Okurken/izlerken zamanımı "kaliteli" geçirdiğim zannına kapılma sebebim, düşündürmesindendir. Birçok duyguyu aynı anda hissederim: Keyif, merak, korku, endişe.. Bu kitap da bana böyle kombo hisler yaşattı. Kitabın hikayesinden kısaca bahsedip detaylara yer vereceğim: *spoiler* Kitap bir mucidin zamanda yolculuk etmek için zaman makinesi üretip denemeye koyulmasını ve bu esnada yaşadığı maceralarını anlatıyor. Bugünlerde sıradan bir kurgu gibi görünen bu içeriğin bir zamanlar (1895 yılında) oldukça ilginç bulunduğuna eminim. Yazar yedi yüz iki bin yedi yüz bir yılını bakın hangi özellikleriyle anlatıyor: - Anlaşılan, tek ailelik evler, dahası olasılıkla ailenin kendisi bile ortadan kalkmıştı. Yeşilliğin ortasında tek tük saray benzeri yapılar vardı, ama bizim İngiltere kırsalına özgü konutlar ve kır evlerinden eser yoktu. 'Komünizm,' diye geçirdim içimden. (32. sf) - Bu insanların huzurlu ve güvenli bir hayat sürdüklerini görünce, cinsiyetler arasındaki bu yakın benzerliğin beklenmedik bir şey olmadığını düşündüm; çünkü erkeğin gücü ile kadının uysallığı, aile kurumu ve kadın ve erkek mesleklerinin farklılığı, bedensel güç çağının baskıcı zorunluluklarından başka bir şey değildir. Nüfusun dengeli ve verimli olduğu bir yerde çok fazla çocuk doğurmak Devlet'e iyilikten çok kötülük olur: Şiddetin ender görüldüğü ve çocukların güvende olduğu bir yerde verimli bir aileye daha az gerek vardır -aslında hiç gerek yoktur- ve cinsiyetlerin çocuklarının gereksinimleri konusunda uzmanlaşmaları ortadan kalkar. (32) - Hiçbir yer çitlerle çevrilmemişti, ne mülkiyet haklarını gösteren bir tabela vardı, ne de tarım yapıldığına ilişkin bir belirti; tekmil yeryüzü bir bahçeye dönüşmüştü. (34) - Birleşmiş insanlık Doğa'ya karşı zafer üstüne zafer kazanmıştı. (34) - Tüm dünya zeki, eğitimli olacak ve elbirliği edecek; her şey Doğa'nın boyun eğdirilmesine doğru gittikçe daha hızlı ilerleyecek. Sonunda, aklımızı kullanarak ve özen göstererek, hayvan ve bitki yaşamının dengesini biz insanların gereksinimlerine uygun düşecek biçimde yeniden düzenleyeceğiz. (35) - Bütün bunlardan toplumsal kazanımlar da etkilenmişti. İnsanların çok güzel giysiler içinde, görkemli barınaklarda yaşadıklarını gördüm, hiçbir işle uğraşmak zorunda kalmadıklarını fark ettim. Mücadelenin en küçük bir izi yoktu, ne toplumsal ne de ekonomik mücadelenin. Mağazalar, reklamlar, trafik, yaşamımızın çok büyük bir bölümünü kaplayan bütün o ticaret ortadan kalkmıştı. O görkemli akşamda, insanın toplumsal bir cennetle karşı karşıya olduğunu sanması kadar doğal bir şey olamazdı. Gördüğüm kadarıyla, nüfus artışı son bulduğu için bunun getirdiği sorunlar da çözülmüştü. (35) - Karı-koca arasındaki kıskançlığa, zorlu anneliğe, her türlü çileye karşı büyüyen ve daha da büyüyecek olan bir duyarlılık var; bunlar artık gereksiz şeyler, bizi tedirgin ve yabanıl varlıklar kılan, seçkin ve güzel bir yaşamla uyuşmayan şeyler. (36) - Şu kanıya vardım ki, çok uzun yıllardır savaş tehlikesi ya da münferit şiddet görülmemişti, yabanıl hayvan tehlikesiyle karşılaşılmamıştı, bünyelerin sağlam olmasını gerektiren ölümcül hastalıklar boy göstermemişti, çalışmaya gereksinim duyulmamıştı. Böyle bir yaşam için bizim güçsüz saydıklarımız da güçlüler kadar donanımlıdır, aslında artık güçsüz değildirler. Gerçekte daha da donanımlıdırlar, çünkü çıkış yolunu bulamayan bir enerji güçlüleri yiyip bitirecektir. (36) İşte insanı uzunca bir süre düşündüren bu, mülkiyetsiz, eşit, barışsever, doğayı istedikleri şekle çevirmiş (ki insan doğaya neden boyun eğdirmeye çalışır, hiç anlamıyorum) insanların olacağı öngörüsü (ya da birilerinin hayali) arasında, bir dipnot var: "Ancak bunlar, belirtmem gerekir ki, o sıralar kapıldığım sanılardı. Sonradan gerçeğe ne kadar uzak düştüklerini görecektim." Tüm bu sayılan sözüm ona güzel özelliklerin yanısıra, uzak geleceğin bu insancıklarını: - Birinin canı tehlikede olsa, yardıma koşmayacak kadar duyarsız (47) - Güneş'ten bir canlının dünyaya geldiğini düşünebilecek kadar ahmak (27) - Yazının ne olduğunu bile bilmeyecek kadar cahil - Kendilerine verilen imkanların hangi sebepten verildiğini düşünmekten, sorgulamaktan uzak duracak kadar beyinsiz (85) - Hayatı yemek, cilveleşmek, uyumak yani zevk ve sefa sürmekten ibaret zanneden keyif düşkünü kişiler olarak okuyoruz. Çünkü o güzel - parlak vücuda sahip, mutlu mesut hayat yaşayan "Yukarıdünya insanları" aslında "Yeraltı insanları"nın kendi elleriyle besledikleri yiyecekleriydi (85) Biraz sorgulasalar, "bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü?" diyebilseler durumun farkına varacaklardı ama rahatlığın verdiği rehavet, düşünme güçlerini ellerinden almıştı.. Acaba insanoğlu, ileri gittikçe geri mi gidiyordu? Kitabın kurgusu güzel ama daha güzel olan verdiği (ya da benim anlamak istediğim) bu mesajlar.. Çünkü insanoğlu her çağda aynıydı. İlk insandan bu yana, insanoğlu diğer kardeşini öldürmeye, mecbur kalırsa da onu çiğ çiğ yemeye her zaman meyilli olmuştu. İnsanın içindeki bu hayvanî dürtüleri ve sonuçları gördüğü (gösterildiği) için melekler "orada kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" (Bakara, 30) diye sordular. Bu dürtüleri kontrol altına alınsın diye insanlara kendi içlerinden uyarıcılar gönderildi. (Ara not: Bizim inancımızda -İslâm- insanın hiçbir duygusu ve karakteristik özelliği kökten silinip atılmaz ama yerli yerince kullanmanın yani kontrol altına almanın yolu gösterilir. Eğer insanın duygularıyla, karakteriyle savaşılırsa, kitaptaki gibi türler ortaya çıkması kaçınılmaz olur.) Bu kitaptaki Yukarıdünya insanlarından sadece biri bile sorgulasa herkesi bu yanlıştan kurtarabilirdi. Bu yüzden ömrü milyarlarca yılı bulan dünyamızda, yaşamış ve sayısı bilinemeyecek kadar çok insana, sadece 140 bin (civarı) uyarıcı gönderildi! Çünkü "Bütün uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter"di! Her insan, tıpkı bu kitaptaki gibi insanî ve hayvanî yanlarının savaşıyla geçirir ömrünü. Çünkü dünyaya bunun için gönderildik. Aradan milyarlarca yıl geçse de kural değişmeyecek. Ya insanî yönümüzü besleyip iç alemimizi ışıklarla süsleyeceğiz ya da hayvanî yönümüzü besleyerek kendimizi karanlığa mahkûm edip, birilerinin ışıklarını söndürmek için gayret göstereceğiz. Hayvanî dürtülerimize karşı insan kalabilmek için bize verilen en güzel hediyeler: Vahiy, akıl ve irade. Ya bunları kullanıp mutlu olacağız ya da mutsuzluğun kollarına teslim olacağız.. Ben bana kattığı bu düşüncelerden ötürü okumanızı tavsiye ederim (:
Zaman Makinesi
Zaman MakinesiH. G. Wells · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202429k okunma
··
326 views
Asyalog okurunun profil resmi
Tebrik ediyorum çok güzel bir inceleme olmuş merak ettim iyice doğrusu :) 💐
z e y n e ب okurunun profil resmi
Çok ilginç . Aptalca demek istemiyorum ama ne demek "nüfus artışı son bulduğu için bunun getirdiği sorunlar da cozulmustu ?" Desene bu neslin 100 yıl bile ömrü yok.. ölümsüzlüğü bulmamislarsa tabi.. bu müreffeh ozenlesi hayal dünyası için ne hazin son yaşlanıp ölmek.... Ya da hiçbir amaç gutmedikleri için bir kurtuluş mu? Ne için yaşıyordu ne uğruna ölüyordu bu insanlar? İnsan ruhu gerçekten bu kadar basit mi ya? Ye iç giyin soyun gönlünce eğlen... Bizim hayvanlar gibi yaşayamayacagimizi , öyle yaşamaya çalışırsak mahvolacagimizi en güzel gösteren hayatlar bu zengin züppe uyuşturucu muptezeli ünlülerin hayatı... Herşey istedikleri gibi ama boğuluyor nefes alamıyorlar o ruhu susturup o beyni durdurmalari gerek. Yani iyice hayvanlasmalari . Bu yüzden uyuşturucu batağına saplaniyorlar ya bu yüzden bunca içiyorlar ya... Zavallı bir yukaridunya insan profili. Yazar adına üzüldüm. Herhalde yaşadığı çağda bu kadar başıboş hayatlar olmadığı için bu rehavetin onları getirdiği noktayı da kestirememis ama biz tüm çıplaklığıyla görüyor ve tiksiniyoruz
Ahizer / Ebru Kırılmaz okurunun profil resmi
Çookk haklısın canım. Her cümlene katılıyorum
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.