Damızlık Kızın ÖyküsüNasıl bir giriş yapılır böyle bir kitaba? Kadınların esaretinden mi başlanmalı? Yoksa metalaştırılmasından mı?
Bu esaret, bedenleri parmaklıklar arkasına zincirlenmek değil. Bu parmaklıklar kadınların düşüncelerine engel. Bu zincirler kadınların arzularına, isteklerine, duygularına vurulmuş durumda.
Bir fare de istediği yere gitmekte özgürdür, labirentin içinde kaldığı sürece. Sayfa:206
Duygusal hiç bir isteğe yer yok bu distopyada. Ne aşk, ne sevgi, ne de özlem. Kendine ait duygu ve düşüncesi olmayan bu kadınların bir ismi de yoktu. Onlar sadece üreme organları olan, metalaştırılmış kişilerdi. Kişi dedim ama onlar kişi olarak bile görülmüyorlar aslında.
Kitapta ki isimsiz kişinin de söylediği gibi;
Biz iki bacaklı rahimleriz, hepsi bu.
Sayfa:173
Radyasyon ve birtakım hastalıklardan dolayı doğum oranının çok düştüğü bir dönem anlatılıyor kitapta. Ülkede aynı zamanda askeri yönetim mevcuttur. Hâlâ doğum yapabilen kadınlar yüksek rütbeli askerlerden çocuk yapmaya zorlanılıyorlar. Kadınlar sınıflara ayrılmış durumda. Bunları da kıyafetlerinden tanıyoruz. Damızlık kızlar kırmızı renk giyerler. (Kanı ve doğurganlığı temsil eder.) Yaşları küçük kızlar beyaz renk. (Saflığı ve temizliği temsil eder.) Tüm sınıflar bu şekilde birer renkle temsil edilir.
Kitabı okuyanların bildiği, okumayanların da tahmin ettiği gibi konu "kadınlar."
Fakat ben kitapta dikkatimi çeken başka bir kısıma daha değineceğim. Tüm bu; yasalar, yasaklar, kurallar, hatta yeniden yaratılan din bir seferde olmuyor. Yavaş yavaş gerçekleşiyor. Peki tüm bu iğrenç şeyler tamamen gerçekleşmeden önce bu kişiler ne yapıyorlardı? Kimisi gerekliydi bu, din elden gidiyordu, insanlar sapıtmışlardı diyordu, tabi durumun buraya geleceğini hiç hesaba katmadan. Kimisi askeri darbenin ilk yapıldığı anda ki açıklamalara güveniyordu. Geçici bir süreliğine diyorlardı. Bunların hepsi geçici. Kimisi de aman biz ses çıkarmayalım da başımız derde girmesin diyorlardı.
Peki tüm kitle bu şekilde uyuyor muydu? Hayır, elbette ses çıkaranlar da vardı. Azınlıkta olsa da varlardı. Bunların da hepsi VATAN HAİNİ ilan edildiler. DİNSİZ olarak görüldüler. Sadece ülkeyi yönetenler tarafından değil, ses çıkarmaya cesareti olmayanlar, geleceği görmeyecek kadar kör (cahil) olanlar tarafından da böyle kabul edildiler.
Dikkatimi çeken bir diğer kısım ise "kadınların en büyük düşmanı yine kadınlardır" sözünün bu kitapta da kanıtlanmış olması. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bir aile içinde bile kız çocuklarına en çok yasağı genelde babalar değil anneler koyar. Aynı şekilde erkek çocuğuna her türlü özgürlüğü tanıyanlarda yine genelde annelerdir. Kitapta da bu görevi teyze karakterleri üstlenmiş durumda.
Kitap konusu ve yaşanan olaylar açısından biraz bunaltıcı etkisi var. Özellikle kadınların konulduğu kalıbı herkesin kaldırabileceğini düşünmüyorum. Fakat okuyup bitirenlerin sorgulayacağı, üstüne oturup düşüneceği fazlasıyla konuya değindiğini söyleye bilirim. Özellikle son bölümündeki özel bir açıklama kafaları yeterince karıştırıyor.
Bazı eleştirilerden dolayı önyargılı başladığım halde bittiği anda iyi ki okumuşum dediğim bir kitap oldu. Kitabı okumaya ikna eden arkadaşa da teşekkür ediyorum.
Distopyalara merakı olan okurların beğenerek okuyacağını düşünüyorum.
Herkese keyifli okumalar.