Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

RABITA NEDİR, CAİZ MİDİR ? FATİH KUT: Hocam sıra geldi rabıta konusuna. Çok soruyorlar; rabıta nedir? Buyurun Hocam PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Rabıta nedir, konusuna gelelim: En fazla itiraz edilen, çok kimsenin de kafasının almadığı, kafası almadığı için de itiraz ettiği konuya gelmiş oluyoruz. Öncelikle Rabıta nedir? Meseleye doğru yerden girmek gerekiyor. Ters taraftan girerseniz, varacağınız sonuç da ona göre ters olur, yalan olur, yanlış olur, hatta iftira olur. Meseleye doğru yoldan, doğru yerden girerseniz doğru sonuca erersiniz. Yapacağınız izâhlar da doğru olur. İtiraz edenler diyorlar ki rabıta, ibadettir. Bir insan mürşidini, şeyhini göz önüne alarak râbıta yaptığı zaman, hâşâ ona ibadet etmekte, dolayısıyla rabıta insanı şirke götürmektedir. Acaba rabıta böyle mi ? Râbıta, acaba bir ibadet midir? Yoksa başka bir şey midir ? Meseleye doğru girmemiz lazım. Râbıta ibadettir diye meseleye girerseniz, hiç bir konuyu halledemezsiniz. Ortalığı da fitneye veririsiniz. Öyleyse Râbıtanın doğrusu nedir? Râbıta, feyizli bir ortamı ya da insanı hayalen canlı tutarak, hayalen hemhal olarak o hal ve kişinin nurundan ya da o yerin feyzinden, nurundan istifade etmektir. Yoksa bir insana, mekana veya mabuda ibadet etmek değildir. Tekraren ve özellikle belirtiyorum Rabıta, hayalen canlandırma ve hemhal olma neticesinde feyizlenme ve nurlanmadır. Rabıta nurlu bir insanı ya da ortamı hayalen canlı tutarak, o nurdan istifade etmek demek olunca bu defa şu soruyu soralım: Nurlu bir insan ile yüz yüze görüştüğümüz zaman, onun nuru, feyzi bereketi insana geçiyor da, gıyaben hayal ettiğin zaman geçer mi? Karşımıza bu mesele çıkıyor? Bu sorulara cevap vermekle karşı karşıyayız şimdi: Önce diyelim ki nurlu bir insanla hemhal ola ola, o nurlu insanla beraber ola ola, nurlu insandan, hemhal olan insana nur ve feyiz geçer. İlgili hadisi söyleyeyim : Müslim'in Sahih'inde Tevbe bahsi, 12 ve 13 no'lu hadis-i şerif. Bu hadis-i şerif Hanzala ismindeki sahabiden geliyor. Hanzala'ya Hz. Ebu Bekir rastlamış ve ona “ne var ne yok ya Hanzala" diye sormuş. O da "Sorma, Hanzala münafık oldu" demiş. FATİH KUT: Bu çok meşhur bir hadis-i şerif değil mi hocam? PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Evet meşhur ve sahih bir hadis-i şeriftir. Hz. Ebu Bekir, "O ne biçim söz" yanında iken çok güzel Aleyhi's Salâti ve's-Selam cevaben "Resûlüllah Aleyhi's-Salâtü ve's-Selam'ın yanındayken çok güzel haller hissediyorum, manevi hallerde oluyorum. ", anlamında bir şeyler söylüyor ve devamla ama O'ndan ayrılınca bu hal benden kayboluyor. Bu herhalde münafıklığımın alametidir", diyor. Hz. Ebu Bekir ise "Bizde de bazen böyle haller olur. Haydi gidelim Resulullah Aleyhis-Salatu ve's-Selama soralım bunu", diyor. Beraberce Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve's-Selam'a gidiyorlar. Hanzala durumu anlattıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhi's-salâtu ve's-Selam diyor ki, (hadisin bu kısmı çok önemli) Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki siz benim yanımda bulunduğunuz hal üzere ve zikretmeye devam ederseniz sizinle melekler döşeklerinizin üzerinde ve yollarınızda musafaha ederler. Lâkin Ya Hanzala bazen öyle, bazen böyle" (Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve's-Selam bunu üç defa tekrarladı. Müslim, Tevbe : 12,13)." Yani "Benim yanımdaki halinizi gıyabımda da muhafaza etmiş olsaydınız, meleklerin sizinle yolda, belde, evinizin içinde, yatağınızda musafaha ettiğini görecektiniz. Amma Ya Hanzala, bu bir andır, bazen olur, bazen olmaz.(bu münafıklık değildir)". Gördüğünüz gibi bu rivayetten çıkan sonuç şudur: Nurlu bir insanın yanında iken güzel manevi haller hissediyorsunuz. Ayrılınca o hal kayboluyor. Eğer gıyaben o nurlu ortamı canlı tutarsanız, o nur gelmeye devam eder. İşte râbıta budur, yoksa hâşâ birine tapmak değil. Manevi seviyesi olan bir kişi ile manevi bağı devam ettirerek, irtibatı hayalen devam ettirerek, nurun devamlılığını sağlamaktır. Râbıtanın aslı esası budur. Peki şimdi geliyorum, bir insandan diğerine nur ve feyiz geçer mi? Bu sorunun cevabı için de hemen şu soruyla meseleye girelim Sahabi kimdir? Sahabi, Peygamber Aleyhi's Salâtu ve's-Selam ile görüşendir. Hayatta iken Peygamberimizi hayatta görmüş olan müslümandır sahabi. Veya Peygamberimiz'in görmüş olduğu müslüman kişilere biz sahabi diyoruz. Müslüman iken mü'minken görmüştür. O imanını kaybetmeden de öylece ahirete intikal etmiştir. İşte bu kişiye sahabi diyoruz. Peki sahabi olmayan bir müslüman tüm ömrünü ibadetle geçirse sahabi olabilir mi? Olamaz. Peki herhengi bir insan sahabeden daha faziletli olabilir mi? Belli ki daha üstün, daha faziletli olamaz. Sahabe en üstün tabakadır. Peki sahabe bu makamı amel ile veya ibadet ile mi elde etti? Yok. İlimle mi elde etti? O da yok. Örnek vererek anlatayım: imam-ı Azam'ın ilmi çok rahat söyleyebiliriz ki sahabenin yüzde doksan beşinden fazlaydı. Bunu rahat söyleyebiliriz. Ameline gelelim. İmam A'zam'ın ameli yine sahabenin pek çoğundan fazla idi. Mesela sahabenin en alt tabakasindan olanlardan Vahşi'yi düşünelim. Fazilet olarak Vahşi mi üstün, İmam Azam mı üstün? Vahşi üstündür. Peki Vahşi bu üstünlüğü ibadeti ile mi elde etti ? Hayır, ibadeti imam Azam'ınki kadar yoktu, rahat söyleyebiliriz. İlmi ile mi elde etti ? Yok, ama ilim ve amelde İmam-ı Azam'dan çok geride olmasına rağmen, fazilet olarak İmam Azam'dan önde ve üsttedir. Peki bu fazileti Vahşi ne ile elde etti? Resûlullah Aleyhi's Salâtu ve's Selam'la görüşmekle elde edildi. Başka bir sebep ve vesile yoktur. FATİH KUT: Yani Peygamber Efendimizi bizzat görme ile, râbıta ile oldu bu iş. PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Evet, evet bu fazilet sahabinin, Peygamberimizle hemhal olmasıyla oldu. Başka bir sebep yok. Dolayısıyla bir insanın nurundan, feyzinden istifade etmek, onunla sohbetle olur. O sohbet yoksa, o kişiden nur, arzu edildiği kadar geçmez. Değerlendirme sorulanına devam edelim: Tabiin kimdir? Ümmetin ikinci derecede faziletli tabakası olan tabiin nesli, sahabilerin kendisini gördüğü kişilerdir. Şimdi burada bir tarif vereceğim: Kimi hadis usulcüleri; 'Bir insanin tabiinden olması için sahabenin onu bir an görmesi yetmez. Tabiinden olmak için, sahabe ile biraz beraber olmak, sohbet etmek gerekir. Ama Peygamberimiz müslüman bir insanı bir an görse o kişi hemen sahabi olur. Çünkü Peygamberimizdeki nur ve feyiz kuvvetli idi, hemen geçiyordu. Ama Peygaberimize kıyasla sahabeninki zayıf olduğundan sahabenin nurunun geçmesi için, o nuru alabilmek için sahabe ile hemhal olmak gerekir. O üstünlük, o fazilet, o nurun sirayeti ile olur. (Suyûti, Tedrîbu'r-Ravi, 2 / 206, Beyrut, 1985 Sehâvî, Fethu'l-Muğîs, 3/ 123, Beyrut, 1993) diyorlar. Bu durum, bir insandan başka bir insana nurun geçtiğini, sirayet ettiğini gösterir. İşte bunun yolu canlı canlı sohbettir. Canlı canlı sohbetin olmadığı durumlarda hayalen beraberlik o nurun geçmesini temin eder. İşte bu hayalen beraberlik râbıtanın kendisidir.FATİH KUT: Gayet güzel bir açıklaması oldu gerçekten. PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Başka da izahı yok rabıtanın, Rabıta haşa insana tapınmadır deyip duranlar rabıta ya bu noktadan baksalar meseleyi çok iyi anlayacaklar, ama meseleye bozuk niyetten dolayı ters taraftan girince iddia ettikleri gibi hem yanlış anlarlar hem de düşmanlık ve nefrete hatta iftiraya sebebiyet verirler. FATİH KUT: Ya karşı gelenler, niye karşı geliyor sayın Hocam? PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Lüzumsuzluktan karşı çıkıyorlar diyebilirim. Rabıtanın fiziki îzâhını da ben çok dinledim. Çok hoş fiziki îzâh : Muhterem insanlardan dinlediğim izah şöyle : Elinize makası alınız. Toplu iğneleri çekiyor mu? Çekmiyor. O makası, mıknatısa sürtün, sonra makası iğnelere tutun. Makas iğneleri çekmeye başlar. Makas mıknatısla hemhal oldu, temasa geçti. Dolayısıyla mıknatısın hali onu etkiledi, ona özelliği geçti ve iğneleri çekmeye başladı. Peki bir başka makası değdirin, toplu iğnelere. Çekmez. Önceki makası, bu makasa sürtün, bu ikinci makas da iğneleri çekmeye başlar. İşte esas cezbedici kaynak ile hemhal ola ola ondaki bazı özellikler buna geçer ki bu geçiş maddenin rabıtası ile olmuştur. Yine saygı duyulan salih insanlardan birisi şöyle örnek vermişti : Demir yakmaz.. Ama demiri ateşe koy, demir ateşle hemhal ola ola öyle bir an gelir ki demir de yakar hale gelir. Dolayısı ile nur sahibi, nurlu, feyizli bir insan ile hemhal ola ola bu nur öteki insana geçer. Râbıta işte budur. FATİH KUT: Çok güzel bir açıklaması, îzâhı oldu PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Îzâhı bu, yoksa ibadet falan değil. Yaptıkları yanlış değerlendirme fitneden ve iftiradan başka bir şey değildir. Bakın az önce ilgili hadis-i şerifi okudum. İnsan ne ile sahabi olur, ne ile ve nasıl tabiinden olur, anlattım bunları. Sahabi veya tabiinden oluş ne amelle ne ilimle olur. Feyizli ve nurlu insanlarla sohbetle, beraberlikle, hemhal olmakla olur. Rabıtanın aslı bu. Rabıtanın reddedilecek bir tarafı yok, ibadet olacak tarafı da yok. Bir insanın manen yükselmesi bu durumda amel ile olmamış, ilim ile olmamışsa, başka ne ile olur. Zenginlikle mi olur? Yok, Çünkü İmam Azam zengindi. Pek çok sahabiden daha zengindi. Ama sahabe seviyesine çıkamamıştı. FATİH KUT: Peki Peygamberimizle Râbıta kurulabilir mi? PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Resülullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam ile olur. Onu da şöyle izah edeyim : Aslında nurun kaynağı Cenâb-ı Hakk’tır. O, önce nurunu Peygamber Aleyhi's-Salâtu ve's-Selâm’a indirir. Diğer Peygamberlerden de önce O’na indirir. Peygamberimizden de insanlara dağılırken diğer Peygamberler ve ümmet-i Muhammed’in salihlerine dağılır. Onun içindir ki bu ümmetin salihleri ile diğer Peygamberler aynı anda o nuru alırlar. “Ümmetimin alimleri, salihleri Beni İsrail'in Peygamberleri gibidir” (değeri için bkz. Acluni, Keşf, No:1744) rivayetinin îzâhı da budur zaten. Ümmetin diğer ferdlerine ise bunlar kanalıyla o nur ve feyiz dağılır ki bu dağılma, o sohbet, o beraberlik, o hemhallik, o râbıta ile olur. FATİH KUT: Nur / feyiz İnsana enerji veriyor değil mi Sayın Hocam ? Neden ? PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Enerji verdiği kesindir. Onu rahatlalıkla söylüyoruz. Râbıtanın, zikrullahın, insanı feyizlendirdiği, nurlandırdığı tecrübe ile sabittir. Bu nur, insana güç, kuvvet, cevvaliyet, zindelik, dinçlik verir. O insanlar bundan dolayı sıkıntılara, zorluklara çok iyi tahammül ederler. Çok ibadet etmek onları yormaz hatta dinlendirir. Nafileleri çok işledikleri için, farzlar onlar açısından sıradanlaşır. Mesela sabah namazını, vaktinde camide cemaat ile kılmak çok sıradan bir iş halini alır. Teheccüdü, gece ibadetini kaçıracak olsalar sanki bir farzı kaçırmış gibi, bir haramı işlemiş gibi kendilerini kötü hissederler. Bir de şunu ekleyeyim ; mesela bir oda düşününüz. Nursuz, secdesiz, namazsız, niyazsız mendebur insanların doldurduğu bir oda. Oradaki insanlar dışarı çıksın gitsin, sonra gel o odaya, orada hiç bir manevi hava göremezsiniz. Ama o odaya bir tane salih, feyizli insan koyun o insan kalkıp gittikten sonra girin o odaya, o manevi havayı fark edersiniz. Bu neden oldu ? İşte o insanın nurunun o odaya sirayet etmesi ile oldu. Bu durum isbat istemeyecek kadar açık, belli durur. Biraz da insan firasetle gözlemlerse, bunu görür. Ama firasetsizce olaylara bakarsa o zaman nursuz bir insan ile nurlu bir insanın farkını bile göremez.
·
123 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.