Gönderi

Nazar üzerine
Nazar konusuna değinmek istiyorum. Genelde kültürel psikiyatri başlığında duyulur bu mevzu. Almanya'da gurbetçi işçi akrabalarım beni çekemedi, nazar değdi, mercedesimle kaza yaptım der ve Alman psikiyatrist adama şizofreni tedavisi başlar. Eltim geldi, gözleri mavidir, ertesi gün çocuk ateşlendi der kadın ve İngiliz psikiyatrist kadına antipsikotik başlar tarzı hikayelerdir bunlar. Oysa konunun bir yarısı batı kültürünün durumu yanlış tanımlamasıysa, diğer ve asıl önemli yarısı ise bizim kültürde ne anlama geldiğidir? Kültürel psikiyatrinin en azından ülkemizde sıkıştığı böyle bir pozisyon var, bir çeşit batı karşıtlığına entellektüel malzeme sunmak. Oysa halka daha iyi hizmet sunmaktan başlayarak, evrensel olanı sorgulamak ve daha iyi anlamak işini de görebilir bu araştırmalar. Türk kültüründe nazar konusuna teorik olarak hayır yoktur veya evet vardır diyen büyük çoğunluk dışında bu konuyu aktif olarak hayatına almış bir insan grubu mevcut. Bu insanlar göz değdi diyip birbirlerine okuyor, çocuğuna komşunun nazarı değdiğine samimiyetle inanıyor. Nazar bir boncuk konusunun ötesinde tecrübe ediliyorsa, zehirli bir öteki mevcuttur. Öteki öylesine hasetle yüklüdür ki evrenin işleyişini bozar. Seni bu hasetten ancak büyülü ritüeller, hatta Tanrı'nın kendisi kurtarabilir. Ötekinin bu kadar şiddetle kötü, kendi tarafının ise bu kadar şiddetle masumlaştırıldığı bu ruh haline ne denir? Bu ölçüde bölme/splitting tabi ki borderline kişilik örüntüsünün kültürel bir görünümüdür. Manchester'da bir işçi yoğun olarak bölme mekanizmasını kullanıyorsa holigan oluyor, Erzurum'un köyündeki ev kadını borderline hasta için bunun dışa vurumu gelin kaynana kavgası ve nazar değdirdi bunlar bana fikridir. Liverpool taraftarı olacak hali yok:) Burada daha genel bir problem olarak gördüğüm batı ve kapitalizm eleştirilerindeki sığlığa değinmek gerek. Kültürel psikiyatri örneğinde gördüğümüz tipik aslında. Alman psikiyatriste beğenmez bir gülücük atmak, sonra? Sonrası duruyor. Nazar psikotik bir tecrübe düzeyine çıkmıyor genelde, çıksa söyleyen kişinin eline tüfek alıp kovalaması gerek nazar değdirdin dediği insanı Biz durumun böyle olmadığını bilen doğulu doktorlar elin gavuruna gülüyoruz. Peki konu bitti mi? Sanki doğulu kimliğimiz doktorluğu kovuyor, artık tamamen hastanın tarafındayız. Yani bizim taraftayız. Yani kokuşmuş ve yozlaşmış tarafta değiliz. Biz iyiyiz onlar düşkün. Yani gene bölündük mü onlar ve biz diye? Nazarı analiz edecek doktor da bölme savunmasını sık kullanan bir borderline ise, yahut kapitalizm eleştirisi yapan ekonomist de bölen bir zihne sahipse, yahut siyasi yorumcu da onlar ve biz dendiğinde caart diye ikiye yarılıyorsa ki bol bol var, o zaman batı ve kapitalizm karşısındaki tutum ilk anda aşağılık kompleksini düşündürecek şartlanmış bir eleştiri olacaktır. Yani ne olursa laf sokucaz, beğenmiycez gibi bir tutum. Bunun tipik örneği tıp teknolojilerine ve son yıllarda aşılara karşı getirilen eleştiriler. Tıp bir imkan olarak batılı ve paralı sınıfları temsil ettikçe, yoksul batılı ve doğulularda, muhafazakar doğulularda uzun tarihi olan aşıya karşı bile bir tepki gelişti. Çünkü tıp artık "onların" tıbbı. Mesela Japon yemekleri lezzetli olamaz nerede kurufasulye, Portekiz'li rahip dürüst olamaz bizim müslümanlar gibi olabilir mi, Norveç bizim Trabzon'dan güzel olamaz, çoğalt çoğaltabildiğin kadar... Her ülke ve kültürde onlarcası bol bol bulunur bu tutumun. Diğeri ile yermek için ilgilidir, kendini parlatır güya ama bütün elde ettiği kendine yabancılaşmaktan ibarettir, farketmez de bunu. Fanatizmin her türünde bu ruhsal yapı kol gezmektedir. Şimdi bir hastalık çıktı, ölümcül bir hastalık, dünyayı kasıp kavuruyor. Bunun aşısını "onlar" bulmuş olamaz. Bill Gates yapamaz. Anlatabiliyor muyum? Onlar'ın aya ayak basması kabul edilemez, uyduruyorlar. Onlar'ın insanları bir salgının pençesinden kurtarması kabul edilemez, ancak çok para kazanmak için dersen belki. O yüzden aşıyı bekleme sen, gelse bile işe yaramaz, yarasa bile pahalı olur,pahalı değilse bile onun altında bir sorun vardır. Çünkü zihnen bir tahterevallide yaşıyorsan senin iyi olman ve kimliğini koruman öteki'nin değersizleştirilmesine bağlıdır. Sovyet Devrimi'nde klasik müziği ne yapalım sorusu önümüze gelip durmaktadır. Bu aristokrat ve burjuva müziğini toptan çöpe mi atalım, yoksa halka yaymaya mı çalışalım? Bugün sistemin gerçek egemenlerinin bir aracı konumundaki tıp da aynı soruyla karşılaşıyor, hepsi bu. Onlar'ın aşısı yerine, biz'im aktarın kekiği diyor bu insanlar. Amerika'da sağlık hizmetlerinin dillere destan olacak düzeyde pahalanmasıyla, adamlarda aşı karşıtlığı gibi akımların moda oluşu peşi sıra ilerliyor dikkat. Yani tıbbın onlar'ın tıbbına dönüşmesi, Bill Gates bana çip takar mı diye korkan ev kadınları... Bu sonuçsuz tutumun izlerini halk kültüründe bulduğumuz gibi aslında akademik faaliyetlerde de bol bol buluyoruz. Asıl şaşırtıcı olan da bu zaten. Kişilik örgütlenmesinin ötesinde rasyonel bir akademik faaliyet çok zor bulunuyor.
·
108 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.