Gönderi

320 syf.
7/10 puan verdi
·
Liked
Atatürk’ün Ölümü Üzerinde Alkol, Eppinger ve Mason İzleri
Atatürk eceliyle mi öldü, yoksa öldürüldü mü tartışması ara sıra gündem olan bir konu. Bu konu hakkında kitaplar da yayımlanıyor zaman zaman. Ogün Deli, Ali Kuzu bu mesele hakkında kalem oynatanların önde gelenleriydi bugüne kadar. Ancak bundan sonra Yaşar Gürsoy’u da bu kişilerin arasına eklememiz gerekecek. Çünkü çiçeği burnunda “Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor” (Destek Yayınları, ilk baskı, Mayıs 2022) adlı eseri Atatürk’ün hastalıkları ve ölümü meselesine el atan son çalışma. Bu konunun pek öyle kolay kolay kapanacağını sanmıyorum, çünkü tartışmalara, komplo teorilerine açık ve esrarlı bir konu. Atatürk’ün ölüm sebebinin siroz olduğu söylense de aslında daha başka sebep veya sebepleri olabileceğini düşünülüp araştırılınca olayın birçok farklı boyutunun olduğu tespit edilir. Bu konuya eğilenlerden biri de Ogün Deli’dir. Beş altı sene önce okuduğum “Atatürk Nasıl Öldürüldü?” kitabında Ogün Deli Atatürk’ün öldürüldüğü savını sağlam bir şekilde savunamaz, meseleye üstünkörü yaklaşır ve çoğu kez konu dışına çıkar. Bu yüzden Atatürk’ün öldürüldüğü savını hiç ciddiye almadım bugüne kadar. Ta ki Yaşar Gürsoy’un kitabını okuyana dek. Gürsoy, Ogün Deli’den farklı olarak detaylı, nitelikli ve kalburüstü bir çalışma ortaya çıkarmış. (Ali Kuzu’nun o kitabını okumadığım için hakkında yorum yapamıyorum. Yalnız Ali Kuzu’nun “Illuminati” kitabını hiç beğenmediğimi ekleyeyim. Zaten bu kitabını okuyunca Ali Kuzu’yu “takip edilecek yazarlar listesi”nden çıkardım. Şaşalı kapaklar ve güzel isimler kitapların değerini ölçerken asla içerik kadar yer tutmaz.) 316 sayfalık kitapta Atatürk’ün ölümüne dair önemli bilgiler var. Bunlardan en önemlisi Prof. Dr. Hans Eppinger ile ilgili. Kitabın bütününden anladığım kadarıyla -ki zaten kitabın isminden de net olarak anlaşılacağı üzere- yazar Gürsoy Atatürk’ün eceliyle ölmediğine, zehirlenerek öldürüldüğüne inanıyor. Buna da sebep olarak Atatürk’e verilen cıva içerikli Salyrgan ilacını gösteriyor. Tabii durduk yere Atatürk’e bu ilaç zerk edilmiyor. Bu ilacın Atatürk’e zerk edilmesinin birçok sebebi de anlatılıyor kitapta. Bunlardan ikisi Atatürk’ün Balkan ülkeleriyle bir barış ortamının oluşması için öncülük ettiği Balkan Antantı ve boğazlarda kontrolü elimize geçirdiğimiz Montrö Boğazlar Sözleşmesi. Yazara göre böyle bir barış ortamı faşist Hitler’in işine gelmediğinden ve boğazlar üzerinden Rusya’ya saldırması mümkün olmadığından Atatürk’ün fişi çekiliyor. Yani, yazarın dile getirdiği bu sebeplere bakacak olursak Atatürk’ü Hitler’in direktifiyle “Alman kanı sertifikası” olan Prof. Hans Eppinger yavaş yavaş öldürüyor. Gelgelelim Hitler’in Eppinger’e böyle bir emir verdiğine dair hiçbir kanıt yok. Başka bir sebep ise masonlar. Atatürk’ün Türkiye’de mason localarını kapatması dünyadaki bütün masonları ayağa kaldırıyor. Malum bunun Eppinger’le ve Hitler’le pek alakası yok. Ancak masonlar Atatürk’ün Türkiye’deki mason faaliyetlerine izin vermemesinden dolayı küplere biniyor ve Atatürk’ü düşman belliyor, ona diş biliyorlar. Yalnızca bu sebebe bakarsak yazarın anlattıklarının izini sürdüğümüzde Atatürk’ü yakın doktoru ve aynı zamanda mason olan Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin zehirlediği savı çıkıyor su yüzüne. Yani, yazar demek istiyor ki Atatürk, masonların Türkiye’deki temsilcileri aracılığıyla yok edildi. Bunun baş sorumlusu olarak da Mim Kemal Öke’ye işaret ediliyor. Bu arada Öke’nin mason oluşu da satır aralarında sıklıkla vurgulanıyor. Peki, o zaman kim öldürüyor Atatürk’ü? Hitler mi, masonlar mı? İşte bu soru havada asılı kalıyor. Kitap birçok soru işareti doğursa, hatta soru işaretlerinin içinden soru işaretleri çıkarsa da Atatürk’ün gerçekten öldürüldüğü konusunda şüpheye hiç mahal vermeyecek biçimde bir inandırıcılık sağlayamıyor. Ancak yazarın kendisini bundan kesinkes eminmiş gibi davranıyor. Zaten kitabın isminden de anlaşılıyor bu. Oysa bu bir şüphe, bir iddia, ortada kesinlik yok. Meseleye konulan son nokta Atatürk’ün siroz yüzünden öldüğü. Diğer noktalar ise meseleyi bir iddiadan ve şüpheden öteye götürmüyor. Ne var ki bu demek değildir ki Atatürk’ün ölümü araştırılmamalı, tartışılmamalıdır. Gürsoy kitabına ölümünden önce yaklaşık son bir yılda Atatürk’ün içtiği ilaçların listelerini de eklemiş. Tabii ilaçlara yabancı olduğumdan bu kısımların üzerinde hiç durmadım. Zaten asıl vurucu ilaç, asıl bomba Salyrgan. Yazar diğer ilaçlardan bahsetmese de olurdu. Bu ilaç üzerinde daha çok durmalıydı. Bu ilaç hakkında verdiği kısmi bilgilere bakacak olursak daha Temmuz 1932’de Salyrgan ilacının zararları hakkında bir çalışmanın mevcut olduğunu öğreniyoruz. Meğer ilacın o yıllarda yaygın olarak kullanılmasına rağmen zararlı olup olmadığı konusunda hâlâ şüpheler mevcutmuş. Ancak 1950’lerden sonra “cıvalı diüretik” içerikli Salyrgan vb. ilaçlar terk edilip cıva ihtiva etmeyen diüretikler kullanılmaya başlanmış. Bu arada Salyrgan ilacının Auschwitz toplama kampında da kullanıldığını ekleyelim. Ancak ne amaçla kullanıldığı hiç açıklanmamış. Ayrıca bu ilacı üreten Alman ilaç devi IG Farben firması Hitler’e destek vermelerinden dolayı Nürnberg mahkemelerinde yargılanmış. Yazara göre yüce Atatürk’ün ölümünün sır perdesi bu ilaçta gizli, Atatürk’ün ölümünün şifresini bu ilaç çözüyor. Peki, bütün bu sebeplerin dışında sirozun hiç mi suçu yok? Atatürk sağlıklı mı yaşıyordu sanki? Sigarayı ve alkolü asla yanından eksik etmediğini biliyoruz. Kaldı ki Atatürk doktorların uyarılarına rağmen alkol almaya devam etmiş. Hatta Atatürk rahatsızlıklarının sebebini asla alkole bağlamamış. Atatürk kendisini içki içmeme konusunda uyaran doktorlara alkolü çok eskiden beri kullandığını, bir şey olmadığını, şimdiki hastalıklarına başka bir sebep bulmak lazım geldiğini anlatıyor. Dolayısıyla Atatürk içkiyi bırakmama konusunda direniyor, hatta hastalığının rakıyla hiçbir alakasının olmadığını ispat edecek kadar ileri giderek direniyor. Aldığı alkolün vücudunu tüketeceğine asla inanmıyor, onlardan daha çok şey biliyormuş gibi davranıp doktorları küçümsüyor, doktorlara kulak vermek yerine doktorculuk oynuyor. Atatürk’ü bu inatçılığı öldürmüş olmasın sakın? Tabii hastalık ilerleyince Atatürk ağzına bir daha asla içki koymuyor. Ancak hastalık çoktan ilerlediği için iş işten geçiyor. Kronolojik sıraya göre ilerleyen kitapta Atatürk’ün bir konuşmasında çelişkiye düştüğünü notlarımın arasına aldım. Buna göre Atatürk’e 22 Ocak 1938’de Prof. Nihat Reşat Belger Atatürk’e kaşıntı rahatsızlığının sebebinin karaciğerden kaynaklandığını, bunun da sebebinin alkol olduğunu, alkolü bırakması gerektiğini söylüyor. Oysa 6 Mart 1938 tarihli pasaja göre Atatürk kendisine hiçbir doktorun o güne kadar içkiyi mutlaka bırakması gerektiğini söylemediği için doktorlara çatıp içerliyor, köpürüyor, parlıyor. Atatürk hastalıklarının kaynağının alkol olmadığına inanmakta ısrar ediyor. Atatürk çok eskiden beri kullandığı alkolün kendisini içten içe yiyip bitirmesine bir türlü inanamıyor. Peki, bu zamana kadar alkol alan Atatürk’e niye alkolü bırak deniyor? Dr. Asım Arar bu işin aslını merak eden Atatürk’e şöyle cevap veriyor: “Efendim sizin birkaç defa sofranızda bulundum. Çok içiyorsunuz. Lakin bununla dimağı faaliyetinize hemen hiçbir şey olmuyor. Bunun sebebi şudur: İçtiğiniz alkolü çabuk yakıyor veya ziyansız bir şekle sokuyorsunuz. Bunu yapan en mühim uzvunuz karaciğerdir. Bugün karaciğeriniz hastalanmıştır. Artık vazifesini eksisi gibi göremeyecektir. Aldığınız alkol de sizi zehirleyecektir. Onun için bunu mutlaka bırakmanız lazımdır.” (s. 102-103) Asım Arar böyle diyor demesine de 29 Mart 1938 tarihli pasajda Prof. Fissenger’in bambaşka bir açıklamasını okuyoruz. Fissenger şöyle diyor: “Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir. Benim Fas, Tunus ve Cezayir’den gelen birçok Müslüman hastam var ki ömürlerinde ağızlarına herhangi bir ispirtolu içki koymamışlardır. Hastalığın daha başka ve önemli etkenleri olduğunu kabul etmek lazımdır. Bence bunlar arasında bilhassa beslenme tarzı ve daimi kabızlık gibi etkenler başlı başına yer tutmaktadır.” (s. 112) Ancak Fissenger böyle dese de birkaç sayfa önceki 28 Mart 1938 tarihli pasajda onun Atatürk’e alkolü yasakladığına dair sözünü de okuyoruz. Demek alkol o kadar zararlı ki Fissenger hastalığın başka sebepleri olduğunu kabul etse dahi Atatürk’e alkolü yasaklıyor. Demek ki alkolün karaciğeri tükettiği konusunda doktorlar hemfikir. Gelgelelim beslenme konusunda uyuşamıyorlar. Söz gelimi bir doktor Atatürk’e kuru fasulye yiyebilirsiniz derken diğeri yiyemezsiniz diyor. Kitapta nadiren göze çarpan yazım hataları var. Örneğin 77. sayfada “olduğu halde” diye bir ifade geçiyor bir cümlenin içinde. Ama cümleye uymuyor. 165. sayfadaki “tükürdü” yüklemi “tükürürdü” olarak değiştirilirse cümle düzelecek. Kitapta daha başka hatalar olsa da bu iki örnek yeterlidir. Sonuç olarak Yaşar Gürsoy, çok soru işaretleri olan bir konuyu işleyerek zihinlerdeki bulanıklığı gidermeye gayret etmiş. Ne var ki maalesef amaç hasıl olmamış. Sanki soru işaretlerini kaldırayım derken daha çok soru işareti eklemiş. Komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ süren birden fazla tez ortaya atmış. Eksikliklerinden biri de yer yer konu dışına çıkması, ana konudan sapması. Her şeye rağmen Atatürk’ün ölümü hakkında benzerlerinden daha detaylı ve düzgün bir çalışmaya imza attığını da eklemeden geçmeyelim.
Atatürk'ün Katilleri ve O Doktor
Atatürk'ün Katilleri ve O DoktorYaşar Gürsoy · Destek Yayınları · 2022132 okunma
·
97 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.