Gönderi

508 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
İki Şehrin Hikâyesi, giriş cümlesiyle beni büyüleyen roman. “Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete -özetle; şu an içinde bulunduğumuz döneme öyle benzer bir dönemdi ki dönemin, sesi en çok çıkan otoriteleri bu günler hakkında -olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da- ancak ve ancak "en" sözcüğü kullanılarak konuşulabileceğini iddia ediyorlardı.” Charles Dickens böyle bir girişle romanın ana fikrini o kadar güzel ortaya koymuş ki üstüne söyleyecek söz bırakmıyor. Diğer taraftan hakkında saatlerce düşünüp konuşmak istiyor insan. Başlarda biraz ağır ilerlemiş olsam da sonraları elimden bırakamadım. Roman üç kitaba ayrılmış kendi içinde. Özellikle üçüncü kitap en can alıcı kısmıydı. Roman Londra ve Paris ekseninde Fransız Devrimi öncesi ve sonrasını anlatıyor. Ama tabii ki bu kadar basit değil. Aslında bu kitap her şeyin hikâyesi. Yoksulluğun, sevginin, intikamın, fedakârlığın, dostluğun, aşkın hikâyesi. Yoksul halkın yaşadığı açlık, adaletsizlik anlatılırken devrimle beraber her şeyin tersine dönüp suçlunun yanında suçsuzun da yandığı, intikam ateşiyle yanıp tutuşan halkın hikâyesi. Yazar adaletin yok olduğu bir dünyanın cehennem gibi olduğunu bütün açıklığıyla gözler önüne sermiş. Paris’in kanlı sokaklarını anlatırken de içine büyüleyici bir aşkı öyle bir incelikle yerleştirmiş ki hayran olmamak elde değil. Kalbimi bıraktığım cümle: “Öldüğümde çok sevdiğim şu kitabın sayfalarını artık çeviremez olacağım, bu yüzden de ölmeden önce hepsini okumuş olmaya dair nafile bir umut besliyorum.”
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin HikâyesiCharles Dickens · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202059,6bin okunma
·
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.