Gönderi

316 syf.
·
Not rated
Dinleri Neden Homo Sapiens Yarattı?
Kitabı genel olarak iki bölüme ayırabiliriz. İlk bölüm, 2 milyon yıl önceden başlayarak hominin ve homo sapiens beyninin evrimini ele alır. Elbette bazı olguları izah etmek için kullanılan tıbbi terimler var bu bölümde ancak bilimsel terminoloji çok yoğun olmadığı için sıkılmadan okunabilecek bir bölüm. İkinci bölüm ise kısacık bir dinler tarihi özeti kıvamında. Hatta ilk uygarlıklar, tarımın keşfi gibi antropolojik konulara da temas ediyor. Kitabın cevaplamaya çalıştığı temel soru; Tanrı düşüncesinin neden diğer primatlarda görülmeyip modern homo sapienste var olduğudur. Yazara göre diğer primatlarda beynin tanrı ile ilgili olan bölümleri gelişmediği için büyük tanrı ve dinleri yaratma/düşünme şerefine modern homo sapiens nail oldu. Çünkü insan, tarihinde ilk kez ölümün, kişisel varlığının son bulması olduğunu anladı ve ölen atalarının ve kendisinin var olmayı sürdürebilecekleri yerler dahil, ölüme alternatif seçenekler düşünebildi. Yazara göre insanı insan yapan özellikler bir süreç içinde, beş aşamalı olarak gelişti. Homo habilis iken homininler (insanımsı), 2 milyon yıl önce beyin büyüklüğü ve genel zekâ düzeyinde önemli bir artış yaşadı. Homo erectus iken 1.8 milyon yıl önce öz farkındalık kazandı. Arkaik homo sapiens 200.000 yıl öncesinden başlayarak diğerlerinin düşüncelerinin farkında olmaya başladı. Erken dönem homo sapiens iken 100.000 yıl öncesinden başlayarak kendi düşüncelerini düşünebilmelerini sağlayan içe bakışçı benlik kazandı. Modern homo sapiens olarak 40.000 yıl öncesinden başlayarak kendini geçmişte ve gelecekte düşünebilme becerisi olan otobiyografik belleği geliştirdi. Evrimsel gelişimin getirdiği bu kazanımlarla insan, ölümün korkunç bir son olduğuna inanmaya ve ölümden korkmaya başladı. İşte bu korku, önce tanrı sonra dinleri yavaş yavaş doğurdu. İnsan dünyaya bir amaç için gelmiş olduğunu, her insanın bir ruhu olduğunu, bu ruhun ölünce bir sonraki dünyada varlığını sürdürdüğünü düşündü; yani ölümsüzlüğü keşfetti. Böylece ölüm acısını bir nebze olsun hafifletmeye çalıştı. Kitapta dil gelişimi, evrimin nedeni değil hızlandırıcısı olarak ele alınır. Beyindeki, konuşmadan da sorumlu bölgelerin dilin gelişimiyle paralel ilerlediği söylenir. Yani düşünme yetisi ile dil gelişimi aynı anda gelişti. Düşünen ve ne düşündüğünün bilincinde olan erken dönem homo sapiens, artık bunları dil ile ifade etme kabiliyeti kazandı. Böylece avların daha başarılı geçmesi için milyonlarca yıl önce başlayan işbirliği, artık daha kolay sağlanacaktı. Dil ile iletişim kurabilme kabiliyeti, insana sorunları daha kolay çözme, kalabalık nüfuslar yaratma, bir arada yaşama, bir gruba ait hissetme, tarımı başlatma ve karmaşık inanç sistemleri yaratmada yardımcı olacaktı. Birçok dinler tarihçisinin iddia ettiği gibi bu kitapta da insanın ilk tanrısının, ataları olduğu öne sürülür. Bu iddiaya göre insan, soyut bir tanrıdan önce, ölen atalarına tapmıştır. İnsan, ataları öldüğünde bedenlerinin çürüdüğünü görmüş. Ancak bir süre sonra, ölen ataları rüyalarında gördüğünde ata ruhunun aslında yaşadığını ama bir başka aleme gittiğini düşünmüş. Zamanla onun vereceği zarardan korunmak ve onu onurlandırmak için çeşitli ritüeller yapmaya başlamış. Atalar tapımı genelde yüzden az insan içeren avcı toplayıcı gruplar arasında yaygındı. Ancak tarım devrimiyle beraber yaşanan nüfus patlamasıyla bu atalar arasında bir hiyerarşi oluşturuldu. Zamanla bu atalardan biri ya da birkaçı ön plana çıktı ve soyut, aşkın, yüksek tanrı haline geldi. Yazılı kaynaklara geçen ilk tanrıların görüldüğü Mezopotamya dininin en erken biçiminde doğurganlık, bereket ve doğa temaları ön plana çıkar. Yani Mezopotamya’da tanrıyı ortaya çıkaran itici güçler, insanın kendi aczinin farkına varması, gelecekten korkması ve kötü talihten sakınma arzusudur. Bu, basit ancak anlamlı ilişki, şehir devletlerinin kurulmasıyla bozulur. Şehir devletinin kralı, tapınak tanrılarının yetkilerini üstlenerek din-siyaset ilişkisini başlatır. Hatta yetkiyi direkt tanrıdan aldığını, onun dünyadaki bir gölgesi olduğunu söyleyen tanrı krallar gelir. Mısır’da da başlangıçta tanrının dünyadaki temsilcisi kabul edilen firavun, zamanla yaşayan tanrı ilan edilir ve ona tapılır. Böylece rahipler ile krallar arasında her iki tarafın da kazanacağı, sözsüz bir anlaşma imzalanır. Tarım devriminin başında 5 milyon olan nüfus, 200-300 milyona ulaşınca daha büyük siyasi birimler oluşur. Arthur Toynbee’nin dediği gibi büyük uygarlıklar, büyük dinlere dayanıyordu. Milattan önce 800’lere gelindiğinde doğa, yaşam ve ölüm tanrıları pek çok etnik gruba mensup milyonlarca insana artık yeterli gelmiyordu. Tanrıların ve dinlerin sistemli hale getirilmesi gerekiyordu. Milattan önce 800-200’de Konfüçyanizm, Hinduizm, Budizm, Zerdüştlük ve Yahudilik doğdu; Yahudilik de Hristiyanlık ve İslamiyet'i doğurdu. Sonrası hepimizin malumu zaten. Andre Malraux’tan bir alıntı ile bitirelim: “En büyük gizem, yeryüzünün ve galaksilerin bereketi ile dünyaya fırlatılmamız değil, bu hapishanede kendimize dair, hiçliğimizi inkar edecek kadar güçlü imgeler yaratabilmemizdir.”
Beynin Evrimi ve Tanrıların Ortaya Çıkışı
Beynin Evrimi ve Tanrıların Ortaya ÇıkışıEdwin Fuller Torrey · Paloma Yayınevi · 2018290 okunma
··
293 views
Cansel Öksüz okurunun profil resmi
Güzel bir inceleme olmuş, elinize sağlık.
Modern Oblomov okurunun profil resmi
This text has been automatically translated from Turkish. Show Original
Thank you.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.