Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

NEFSİMİZİ NASIL TERBİYE EDEBİLİRİZ? Allah ayet-i kerimede “size sizin içinizden bir resul gönderdik. Size Allah’ın ayetlerini okuyup açıklasın, Allah’ın kitabını, hikmetini (muradını) öğretsin, nefislerinizi tezkiye etsin bir de size bilmediklerinizi öğretsin diye”12 buyurmuştur. Dolayısıyla Allah, nefsin terbiyesini ve tezkiyesini nebilerine ve resullerine vermiştir. Allah bu işi nebilerine ve resullerine vermişse o halde insanın bunu tek başına yapması mümkün değildir. Bu yüzden peygamber varisleri olan Mürşid-i kâmiller bu işi kıyamete kadar devam ettirirler. Biz de onlarla beraber olursak nefsimiz terbiye ve tezkiye olur. Nefis terbiyesi çift yönlü bir işlemdir; yani bir dervişin yapması gerekenler, bir de mürşidin yapması gerekenler vardır. Şayet mürşid gerçek bir mürşid olmazsa yarım doktorun insanı candan ettiği gibi yarım mürşid de insanı Allah’tan, imandan eder. Bununla beraber bazı insanlar kendine bir mürşid bulur ve ona tabi olur; ama nefsini tezkiye etmek yerine “biz şöyleyiz, böyleyiz” demeye başlar. Böylelikle nefsi daha önce küçücük bir şeyken nefsini dağ gibi büyütür. Artık öyle ki hiçbir yere sığmaz, insanları küçümser, herkese tepeden bakar. Diğer cemaatler için “bunlar zahiri işlere bakıyor, şunlar böyledir, bunlar şöyledir, benim mürşidim ise şöyle büyüktür, böyle büyüktür” deyip konuşmaya başlar. Hatta kendini o kadar büyütür ki bir zaman sonra artık mürşidini bile tartmaya, ölçmeye başlar ve bunu yaparken ne yaptığından haberi bile olmaz. Böyle bir nefis terbiye olmak yerine üstüne bir daha yük yükler, kibir sahibi olur ve büsbütün batar. Aslında böyle birinin Mürşid-i kâmile tabi olmadan önceki hali çok daha güzeldir. Böyle birini gördüğümüzde “keşke Mürşid-i kâmile hiç tabi olmasaydı, tabi olduğunu zannetmeseydi” diyoruz. Bir de mürşid, gerçek bir mürşid olsaydı dervişinin böylesine kibirlenmesine, insanlara tepeden bakmasına müsaade etmezdi. Dolayısıyla nefis terbiyesi için gerçek bir Mürşid-i kâmile tabi olmak gerekir ki kişinin nefsi terbiye olup temizlensin. Allah’ın peygamberlerinin vazifesi neyse, onu temsil eden varislerin de vazifesi odur. Peygamber varislerinin vazifesi insanlara önce Allah’ın ayetlerini okuyup açıklamak ve hikmeti öğretmektir. Nefis tezkiyesi ise bundan sonra gelir. Mesela; öyleleri var ki ayet okumayıp hikâye anlatarak etrafındakileri avutmaya çalışır. Şayet o kişi mürşid olduğunu iddia eden biriyse ona “sen peygamberini böyle mi temsil ediyorsun! Peygamberin vazifesi Allah’ın ayetlerini okuyup açıklamak, hikmeti, Allah’ın muradını öğretmekse ve sen de onun varisi olduğunu söylüyorsan o halde senin de aynısını yapman gerekmez mi” diye sormak lazım. Biri böyle yapmazsa Allah ona bunun hesabını mutlaka sorar. Bununla beraber biz ona böyle sorduğumuzda o kişi “insanların bir şey bilmesine gerek yok” diye cevap verse o halde ona “madem öyle Allah Kur’an’da neden önce Ikra bismi rabbikellezî halak:13 ‘Oku! Yaratan rabbinin adıyla’ buyurdu” diye sormak gerekir. Allah’ın ilk emri okudur; ama sen hiç okutmadın. Okutmadığın gibi bir de insanları hikâyeyle avutuyorsun. Ya da “al şu kadar zikir çek, böyle yapman yeterdir” diyorsun. İyi de adam daha işi bilmiyor! Bu adam senin dediğin gibi yapınca birkaç adım atar sonra şeytan ona çelme takıp onu yuvarlar, sen de onu bir daha kaldıramazsın. Zaten senin buna gücün de yetmez. Kaş yapayım derken göz çıkarırsın! İşte, bu yüzden yarım doktor insanı candan, yarım mürşid de insanı dinden, imandan, Allah’tan eder, diyoruz. Biri mürşid olduğunu söylüyorsa öncelikle kendisine tabi olan kişiye Allah’ın ayetlerdeki muradını, kulu üzerindeki muradını, onu dünyaya neden gönderdiğini öğretmesi gerekir; çünkü kişi bunu öğrendikten sonra nefis tezkiyesini kabul edebilir, nefsini Allah’a kurban edebilir, nefsini ruha kurban edebilir, dünyayı ahirete, şeytani şeyleri de melekî şeylere kurban edebilir. Peki, bir Mürşid-i kâmile tabi olurken neye dikkat etmemiz gerekir? Öncelikle tabi olmak istediğimiz kişinin bir peygamber varisi olup olmadığına, peygamberin yaptığı gibi mi yoksa bize hikâye mi anlattığına bakmamız gerekir. Bununla beraber tabi olduğumuz mürşidin bize adım adım ne yapmamız gerektiğini söylemesi, söylemekle kalmayıp aynı zamanda bunu bize yaptırması gerekir. Nefsimizin karanlığından kurtulabilmemiz için esmanın nurunun gönlümüze tecelli etmesi, gönlümüzü aydınlatması, bunun için de önce öğrenip anlamamız daha sonra da iman etmemiz lazım. Bu da yetmez, bir de nefsimize bulaşan kibrin, gururun, riyanın, hasedin, nefse ait her ne varsa bütün o yanlışların parça parça temizlenmesi lazım. O iman nuru gönlümüzde aydınlandıkça, parladıkça, şiddetlendikçe nefsimizin karanlıkta kalan kısmı da aydınlanır. Bunu da dervişle mürşid manevi olarak beraber yapar. Aynı zamanda yanlış bir bakış da gönlümüzü kirletir; yani yanlış bir kelime öğrenip onu içimize alırsak gönlümüzü kirletmiş oluruz. Bu yüzden sürekli gönlümüzdeki yanlış bilgiyi temizleyip vahyin bilgisini gönlümüze doldurmamız gerekir ki gönlümüz nurlansın, nefsimiz tezkiye olsun, temizlensin, canlı Kur’an’a benzeyip gönlümüz nispetinde canlı Kur’an olalım. Bir de mürşid gerektiğinde dervişine “şunu şöyle yapman, bunu böyle yapman, şuna şöyle bakıp şöyle anlaman lazım” deyip ona ne yapması gerektiğini söyler. Bu yüzden nefis tezkiyesi, insanın kendi başına yapabileceği bir şey değildir; çünkü işin sonucunda Hz. İnsan olmak, nefisten kurtulup saf ruh olmak, Allah’ın nuru, güzelliği, canlı Kur’an olmak vardır. Sonuç itibariyle nefis tezkiyesini kul tek başına yapamadığı için Allah bu vazifeyi resullerine vermiştir. Kıyamete kadar da onun varisleri resulüne vekâleten bu vazifeyi yaparlar. Yoksa birileri çıkıp “biz kendi kendimize nefsimizi tezkiye ediyoruz” ya da “zikir çekmemiz yeterlidir” derse bu doğru olmaz. Kişinin mutlaka Kur’an’ı okuması, birinden de dinleyip, anlaması ve okuyup dinlediğini imana dönüştürmesi gerekir. Dolayısıyla manevi olarak bir gönül ehliyle, gönlünü birleştirmesi, onunla bir olması, ona tabi olup gönlünü ona bitiştirmesi, rabt etmesi gerekir ki o nuru onun gönlünden alabilsin, gönlünü onunla tezkiye edip temizleyebilsin. Pîrim Muhammed Huseyin Söz Hakkı, I, 338.
··
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.