Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Part 1
Fırat'ı öldürdüler.. Yapacağım korkunç(benim için değil) şeylere sebep olacak bu haberi uzun zamandır bekliyordum. İşte en sonunda korktuğum şey oldu. Sözün gelişi söylüyorum, çünkü ben hiç, hiçbir şeyden korkmam, hatırladığım kadarıyla bu duyguyu hiç hissetmedim, birçok duyguyu hissetmediğim gibi. Çok iddialı bir söylem olduğunu, ilk başta çok anlaşılır olmadığını ve sıradışı bir durum olduğunu biliyorum sözlerimin. Sözlerimin, herkesten ayrı durumumun ve bundan sonra yapacağım şeylerin anlaşılması için en baştan anlatmam gerekiyor hikayemi ama maalesef hikayemin başladığı yer ve nokta benim içinde bir muamma. O yüzden hikayemi varlığımı ilk olarak algıladığım andan başlatmak zorundayım. 11 yaşımda(doktorların olduğumu tahmin ettikleri yaş) bir hastanede gözümü açtım ilk kez dünyaya. Bu uyanış benim için bir bebeğin doğumundan farksızdı, bir bebeğin içinde, hafızasında taşıdığı boşluk neyse içimdeki boşlukta oydu. İlk defa hissediyor, algılıyordum varlığımı. Nasıl doğum öncesi bir insan için bilinmez bir durum, bir muammaysa benim içinde gözümü açtığım andan önceki hayatımda aynı ölçüde muamma ve bilinmezdi. Kim olduğumu,adımı, anamı, babamı, hastaneye nasıl ve neden geldiğimi, herhangi bir şeyi, hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum gözümü açtığımda, hiçbir şey hissetmiyordum, bir tek duygu dışında. Öfke..Öylesi bir büyük öfkeydiki hissettiğim,gözümü açtığım anın bir anlık şaşkınlığından sonra öyle bir devreye girdiki gözüm hiçbir şey görmez oldu. Her yeri yıkıp, dökmeye, her gördüğüm şeye zarar vermeye başladım bir anda ama her şeye. Bütün doktorlar, hastane çalışanları başıma üşüştü, beni zapt etmeye, durdurmaya çalıştılar ve 11 yaşımda olduğum halde beni durdurmaları hiç kolay olmadı. Öyle bir güce sahiptimki içimde taşıdığım öfke sayesinde, o anlarda beni durdurmaya çalışan birçok insana ciddi zararlar verdim. Fakat yinede beni durdurmalarını önleyecek kadar güçlü değildim(henüz). Bir şekilde durdular beni ve uyuttullar. Artık dikkat edilmesi ve zapt edilmesi gereken bir kişiydim doktorlar için ve bir takım önlemler altında bir esaret dönemi başlamış oldu hayatımda. Kollarım, bacaklarım bağlı, tamamen zapt olmuş bir halde kontrol altında tutuluyor, bir takım test ve sağlık kontrollerinden geçiriliyordum. Zapt edildiğim ve elimden hiçbir şey gelmediği o günler hayatımın en zor, en kötü günleriydi. Çünkü öyle bir öfke, öyle dışına çıkmak isteyen ve kendine bir çıkış yolu arayan ama bulamayan, öyle yıkıcı bir şey vardıki içimde, çıkamadığı, yıkamadığı için yönünü bana çeviriyor, beni yıkıyor ve bana zarar veriyordu. Enerjisini boşaltacağı nesnesini bulamadığı için, tüm enerjisini bana yönlendiren,her zerremi, her hücremi, tüm benliğimi yok edip, parçalamak istiyen bir gücün etkisi altında yaşamak öyle zor, öyle kahredici bir süreçtiki, hiçbir sözcük bu durumu açıklayamaz. Yaklaşık bir sene yani 12 yaşına kadar elimin kolumun bağlı kaldığı, zaptırap altında, büyük önlemler alınarak kontrol altında tutulduğum acılarla dolu bir dönem geçirdim. Öyle acılar çektimki ve öyle mecbur edildimki bu acıyı yaşamaya, acının üstüne çıkmayı ve öfkeyi nasıl kontrol edeceğimi öğrendiğim ya da buna mecbur edildiğim bir süreci yaşamak zorunda kaldım. Çünkü içimdeki bu öfke yaşamamı imkansız kılıyor ve öfkenin varlığı varlığım için durumu bir ölüm kalım sorununa dönüştürüyordu. Yaşamak istiyorsam bir çözüm bulmalıydım. Çözüm, bir şekilde bu ölüm kalım sorunu doğrudan kendisini ilgilendirdiği için daima yaşamayı tercih edip,şartları bu doğrultuda zorlayan bedenimden geldi, çözümü buldu daha doğrusu kendi çözümünü yaratarak bu durumla baş edebileceği bir donanıma kavuşturdu kendini yani beni. Bu çözüm sürecini tarif etmem gerekirse şöyle tarif edebilirim. Acı dolu günlerin sonunda bu acılara dayanma gücünü kazanmamı sağlayan şey ,öfkemin bedenime vereceği zarara karşılık, zihnimin bedenimi korumak için, acıların üstüne çıkıp acılara bambaşka bir yaklaşımla yaklaşmamı sağlayacak yeni bir bilinci yaratmış olmasıdır. Diğer insanlar gibi ortalama bir bilincin bedenimi korumakta yetersiz kaldığı bir duruma karşılık, çözüm olarak yaratmak zorunda olduğu normal bir bilincin üstüne çıkan, gerekliliğin doğurduğu,zorunluluğun yarattığı bir bilincim diyebilirim kendim için. Bu yeni bilincimle içimdeki şeyin sınırlarını keşfediyor, nasıl kontrol edebileceğime dair şeyleri öğreniyordum. İçsel bir bakışla, kendi içimde bölünerek, kendimi izleyen ve izlenene dönüştürdüğüm, içimde olan şeylerin hem gözlemcisi hem gözleneni hemde durdurmak için müdahil olmak zorunda olduğum bir süreçti bu. Öfkenin kaynağına inmeye, nedenini anlamaya çalışıyordum. Ama hiçbir şey bulamıyordum. Ne bir nedeni, ne bir kaynağı vardı öfkemin. Sınırları olmayan, nedensiz bir öfkeydi bu, enerjisini, büyüklüğünü bu nedensizlikten alıyordu. Geçmişimi hatırlamaya çalışıyor, bu nedensiz öfkemin nedenini, temellerini, öfkemin sisle kaplayıp, öfkemim hatırlanamaz kıldığı geçmişimden aldığını biliyordum ama ne yaparsam yapayım görünür kılamıyordum geçmişimi. Konuşmayı, okumayı, yazmayı biliyor, nesneleri tanıyor, bunları nasıl bildiğimi bilmiyor ama bu bildikleriminde bir geçmişin varlığını doğrulayan şeyler olduğu, doğru aranırsa geçmişimin hafızamın bir yerlerinden ortaya çıkacağı umuduyla yaşadığım ve bütün çabalarımın boşa çıkması yüzünden umudumu kaybettiğim zamanlar. Öfkenin tüm geçmişimin ve duygularımın üzerine çökmesi ve geçmişimi ve duygularımı ulaşılmaz kılması... Ama yaşamak gerekiyordu her şeyden önce, durdurulması, kontrol edilmesi gereken bir öfkem vardı. İşlevsel hale getirilmeli, gerektiğinde ortaya çıkarılmak için saklanmalı ve bastırılmalıydı. Zor günlerdi benim için. Ne olduğumu, nasıl bir varlık olduğumu anlamıştım ama yinede tarif edemiyor, bir katagoriye sokamıyordum varlığımı.Öfkenin aktif bir duygu olması,ortaya çıktığında diğer bütün duyguları pasifleştirerek bastırması ve diğer duyguları hissettirmemesi ve bu durumda bir insanı insan yapan duygu çeşitliliğine sahip olmadığımdan varlığım bir insandan çok hayvana benziyordu. Ama yinede hem insandan hem hayvandan fazlası vardı içimde. İki ruhluydum daha doğrusu çifte bilinçli bir varlıktım. Birincisi, öfke düzleminde hareket eden, bütün duygularını, belkide bana ait ne varsa bu öfkenin ardında saklayan ama öfkenin tekelliğinde bir canavara dönüşen bir insan bilinci. İkincisi ise, yaşamak için öfkenin üstüne çıkma gerekliliğinden doğan ve yapısı itibariyle duygusal çeşitliliğe sahip olmadığı ve bu yüzden duyguların rehberliğinden yoksun olduğu için bu boşluğu saf mantıkla dolduran, mekaniksel bir bilinç. Duygulardan yoksun, saf mantıktan doğan bu mekaniksel bilincin kontrolünde bir hayatı yaşamaya mecburdum. Bazen iki bilinç arasında bir geçirgenlik olmuyorda değildi, zaman zaman bir şeyler hissediyor, derinlerde bir yerde korkuya benzer bir şeyler seziyordum. Bu anlarda dengemi korumakta zorlanıyordum, dengemi korumak için bu geçirgenliği önlemek ve kontrolü asla öfke düzleminde hareket eden bilincime bırakmamalıydım.Yaşamak istiyorsam böyle yapmalıydım. Doktorlar her saat kontrol ediyorlardı durumumu ve anlamaya çalışıyorlardı ve bende sakinleşmenin dışında onlara hiç yardımcı olmuyor, yapmış olduğum içsel yolculuktan onlara hiç bahsetmiyordum. Ama sakinleşmem iyileştiğime dair kanaat getirmeleri için yeterliydi. Bağlarım yavaş yavaş çözülmeye ve üzerimdeki esaret yavaş yavaş kalkmaya başladı. Benimle ilgilenen doktor bana, benim köylüler tarafından bir ormanlık alanda yaralı bir halde baygın bulunduğumu ve onlar tarafından hastaneye getirildiğimi, 6 aydır hastanede komada yattığımı ve o gün bugündür kimliğime ve kim olduğuma dair hiçbir bilgi edinilemediğini,beni ne arayan ne soran olduğunu, hakkımda hiç bir kayıp ilanı olmadığını, yaşadığım bu hafıza kaybının ise yaralanmama sebep olan olay her neyse o olayın yaşattığı travmadan kaynaklandığını anlattı. Anlaşılan sadece kendim için bir muamma değil herkes için bir muammaydım. Sonra polisler geldi, ifademi almak istediler, sorular sordular ve ben hiçbir soruya istenilen cevabı veremedim. Bir bilinmezdim herkes için ve insanların merakını cezbediyordum ama zamanla insanların bu merakı köreldi ve bana gösterdikleri ilgi tamamen kayboldu, kimse soru sormuyor, kimse özel bir ihtimamla benimle ilgilenmiyordu.Artık bana aitti tüm bu bilinmezlik, bu giz, beni ilgilendiren meselelerdi. Böyle olduğuda iyiydi, çünkü diğer insanlarla olan bütün yakınlıklar kendimi kontrol etmemi zorlaştırıyor, öfkemin daha kabarmasına yol açıyor, dengemi korumak için insan üstü bir çaba göstermeme sebep oluyordu, gerçi bu durum benim yazgımdı ama yakınlıklar başka türlü çaba göstermemi gerekli kılıyordu.(insan üstü olmak istemediğim, normal olmak en çok istediğim şey olduğu halde). Bu kendimi sorgulamalara, sonuç vermeyen arayışlara bir son vermem gerekiyordu, gereksiz ve çaba isteyen şeylerdi. Enerjimi boşa harcıyordum. Saf mantıksal aklım buna bir son vermemin en doğru karar olduğunu,durumu kabullenmemin, önümdeki hayata bakmamın, yaşamaya çalışmanın zamanı geldiğini söylüyordu. Asla normal insanlar gibi olamayacağımı, insanların duygusal tecrübelerine, duygusal gelişim ve seyirlerine göre geçirdikleri dönemlerin ifadeleri olan çocukluk, ergenlik, gençlik gibi dönemlerin benim için söz konusu olmadığını, saf mantıksal bir düzlemde, bana olağanüstü güç veren bu öfkeyi insan üstü çabalarla kontrol ederek, işlevsel hale getirerek yaşamaya mecbur olduğumu bilerek yaşamayı başarmalıydım. Gerçekler ortaya çıkacaksa bu arayarak,kendimi zorlayarak olmayacaktı. Belkide bütün geçmişimi benden saklamak için, yaşadığım travma her neyse beni ondan koruyup unutturmak için sürekli aktif oluyordu öfkem, eninde sonunda dinecekti.Zamana bırakmalıydım. Elbet bir gün her şey ortaya çıkacaktı, hiçbir şey nedensiz olamazdı, sınırsız ve nedensiz gibi duran bu öfkemin kapladığı, işgal edip bir gize çevirdiği geçmişin ardında tüm bu olanların bir cevabı vardı. Zaman her şeyin cevabını verecekti, er ya da geç. Gerçeklerin hiç ortaya çıkmaması bile sorun olmamalıydı, belkide bunu sorun etmemek daha iyi, daha hayırlıydı benim için. Derken bilinçli olarak hastanede geçirdiğim bir yıllık zamanın ardından doktorum, bana artık iyileştiğimi, kaybolan hafızamın geri gelmesinin bir zaman meselesi olduğunu ve taburcu edilmem gerektiğini, beni kimsesiz çocukların kaldığı bir devlet yurduna yerleştireceklerini söyledi. Bulunduğum şartlar altında benim için nerde olduğum fark etmezdi,daha fazla ihtiyacım olan tek şey yalnızlıktı. Yurtta geçirdiğim 6 aylık zaman zarfında bu yalnızlığı bulmanın zorluğu ve daha sabırlı olmak zorunda olduğumu öğrenmenin dışında pek bir şey yaşamadım. 6 aylık bu sürecin sonunda çocukları olmayan bir aile tarafından evlat edinildiğimi söylediler.. Böylece hayatımda, bugün yaşanan ve yaşanacak tüm olayların tohumlarının atıldığı bir evreye geçmiş oldum...
·
102 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.