Sevmek böyledir işte..."Sevmek mi sevilmek mi ?" hiç şüphem yok her birimiz bu soruya bir gün bir yerde mutlaka maruz kalmış ve mutlak cevaba zorlanmışızdır.
Ve çokça kimsenin " sevmek" dediğine şahit olmuşuzdur. Bir dostum "sevmek" demişti, "Çünkü" demişti "sevildiğini hiçbir zaman tam anlamıyla bilemezsin emin olamazsın.." tartışılır fakat benim fikrim bu yönde değil. Belki bencilce bulunabilir (ki zerre umrumda değil;) ) ben sevilmek isterim.. Hep.. Daima.. Sürekli sevilmek.. Mutlak ve koşulsuz..
Seversen de sevilirsen de gel zaman git zaman, gözler kör, kulaklar sağır, diller lâl, kalp sarhoş, kafa dumanlı... Ve hatta sonra ansızın;
" İyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, yoksullukta ve bollukta, ölüm sizi..."
"Ayağına bas! ".. " Gelini öpebilirsiniz. " Geçmiş olsuuunn... Buluruz kendimizi bir maceranın içinde..
Şimdilerde bir yastıkta kocayan pek kalmasada bir ömrü birlikte yürüyen çiftler hiç yokta değil tabii.. İşte "Dul" kitabında da Fournier kırk yıllık hayat arkadaşının ölümünden sonra yaşadığı ve hatta yaşayamadığı anlarını anlatıyor. Anlatırken hüzünlendiriyor ama bazende mizah katarak gülümsetiyor. Gerçi Fournier bence her kitabında üslubundaki bu dengeyi muazzam kullanıyor. Mutlaka okunmalı..
Demem o ki;
" Ekmeğini paylaş... Azıcık aşını... Çayını çorbanı... Sevgini paylaş ve gerekirse derdini... Havayı... Suyu... Evren paylaşınca güzel ve paylaşınca anlamlı...
Ama en önemlisi de, sanırım yani bence doğru insan ile hayatın tamamını paylaşmak.. paylaşabilmek...
Ne diyeyim o vakit; doğru insanlara denk gelesiniz. Denk geldiyseniz sıkı sıkı tutasınız, bırakmayasınız.. Zira artık doğru insan;
"aslanın midesinde" :))