Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KAZANMA KUŞAĞINDA KAYBETTİĞİMİZ TÜRKÇE
Yazıma başlamadan önce Türkçe konusunda hassas ve dikkatli olan herkese en derin sevgi ve selamlarımı sunarım. Güzel Türkçe’mizde günlük konuşma ve yazmada yapılan bariz hatalara geçmeden önce yaptığımız Türkçe öğretmenlik mesleğinin kutsiyetini ifade eden üstadlarımızdan birkaç söz ile başlamak istiyorum. Onlar ki hayatlarını bu dilin cihanşümul bir dil olması için bu uğurda feda etmiş rehber insanlardır. Meşhur Alim , Türk dilinin içler acısı bir duruma düştüğü ve düşürüldüğü son zamanlarda dilimizi ve dille beraber kültürümüzü bozan ve tamamen tahrip eden cahillere karşı mücadele etmiş ve dilimize tekrar yeni bir ruh ve yeni bir maya katarak onun hak ettiği yere gelmesi için eğitim camiasına ve öğretmenlere şu tarihi sözü ifade etmiştir. “ Türkçe’yi öğretmek bir ibadettir.” Üstad Yahya Kemal , daha Türkiye Türklüğü’nün İstiklal Savaşından sonra yeni bir millet olmaya çalıştığı yıllarda Türkçe için hepimizin rehberi olacak şu sözleri söylüyordu : “ Lisan bahsi açıldıkça hala mı o bahis ? diyerek bezginlik gösterenler , hala mı Türkçe diyenler , bana acınmaya layık , gözlerini gaflet bürümüş , en zavallı kayıtsızlar gibi görünüyorlar. Vatan bahsi açıldığı bir yerde hala mı o bahis ; diyecek bir Türk , nefret edilecek bir kayıtsızlık göstermiş sayılır. Bu telakki lisan bahsine olan kayıtsızlığa karşı da bu derece variddir.” Ve yine üstadın bu dilden bir şey anlamıyorum , bu dili değiştirmek gerek düşüncesini taşıyanlara verdiği tarihi ifade : “ Çok insan anlayamaz eski musikimizden Ve ondan anlayamayan , bir şey anlamaz bizden.” Yine bu dilin en büyük aşıklarından biri “ Divanü Lügaatit Türk” ’ün yazarı Kaşgarlı Mahmud , bundan dokuz asır evvel hem de Bağdad’da Türk dili için şunları söylemiştir : “ Türk dilini öğreniniz ! Çünkü Türklerin uzun sürecek saltanatları olacaktır.” Türk diline yani Türkçe’ye ömürlerini feda etmiş kahramanlardan sadece bir kaçının tarihe damgasını vurmuş ifadeleri bunlar. Bunların haricinde nice bu uğura hayatını vermiş üstadlarımız mevcut. Fakat bunları ayrı ayrı anlatmaya ne zamanımız mevcut , ne de bu konuda liyakat sahibiyim. Onları ve bu işe gönül vermiş nice isimsiz kahramanları buradan bu vesile ile tekrar sevgiyle anıyoruz. *** Gelelim konumuza. Türkçe için bu kadar mücadele etmiş insanların gayretlerini biz acaba günümüzde ne kadar devam ettirebiliyoruz ? Onların dil konusundaki kıskançlığını ve ihtimamlarını ne ölçüde gösterebiliyoruz ? Çevremizde konuşulan ve konuştuğumuz Türkçe’mize ne ölçüde dikkat ediyoruz ? Günümüzde Türkçe konuşuyor zannıyla hangi hataları yapıyoruz hiç düşündünüz mü ? Çevrenizde size doğru gibi gelen nice yanlışların gün boyu etrafımızda cirit attığından kaçımızın haberi var acaba ? Bazen kendimizin bile içine düştüğü nice bariz hatalar var. Bunlara karşı kaçımız bilinçli hareket ediyoruz acaba ? İşte yaşayan Türkçe’nin bilerek veya bilmeyerek öldürülen veya öldürdüğümüz yanları. Bu hususa 2000li yıllardan bu yana iki anlamlı kitap çıkararak ciddi ve duyarlı bir şekilde yaklaşan Feyza Hepçilingirler Hanımefendinin ikinci kitabı olan “Dedim Ah !” kitabının ilk konusu olan Kurbağalar ile başlamak istiyorum müsadenizle. Kurbağayı kaynar suya atmaya kalktığınızda sıçrayıp kendini dışarı atar ve hayatını kurtarırmış kurbağacık ; ama normal ısıda bir suya atıp yavaş yavaş ısıtırsanız o da suya yavaş yavaş uyum sağladığı için kasları gevşermiş ve farkına bile varmadan haşlanarak ölürmüş. Bu nedir , diye soruyorsanız öyle bir öykücük..... Önce hangisiydi , hangi sırayla yaşandı bügüne gelinceye kadar olaylar , normalmiş gibi her zaman yapılmaya başlanan hatalar , zaman sırasına dizmek bile güç. Minderler , şilteler, divanlar , sedirler gözden düştü ; yerlerine kanapeler , koltuklar geldi. Dolaplar büfe oldu , konsol oldu , gardop oldu. Dili dönmeyenler buna gardolap demeye başladı. Ocaklar şömineye , güzelim kazaklar , şallar , döpiyese , tayyöre dönüştü. “ Çay – kahve ... bir şey alırmısınız ?” teklifini hiç yadırgamadan “ çay alayım.” diye yanıtlamaya , banyo yapmalar eskiyince “ banyo almaya , duş almaya” başladık. Ardından müzik yapmak , tiyatro yapmak . sinema bile yapmalara başladık. Bunları çok tabi karşıladık. Bilmem farkında mısınız gittiğimiz sinemaların bile adı değişti artık. “ Altunizade Capitol , Avcılar Cinemetro , Holıdayplex , Cınebay , Cınemass , pyramıd , Cınepol , Cıneplex vs. vs. Oradan değişim televizyonlara sıçradı , sanki hiç Türkçe isim kalmamış gibi “ Cine 5 , Star , Show , Flash , Number one , Prıma , HBB vs. vs. “ Kurbağa kendine yapılanın daha farkına bile varamadan bu değişim oradan gazete ve dergilere sıçradı. “ Radikal , She , Gırl , Aktüel , Pc , Go , Aksiyon vs. vs. “ Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem yirmiyi aşkın kadın dergilerinden kaçının adı Türkçe diye ? “ Amica , My life , Bazaar , Cosmopolıtan , She and He , Zest , Votre , Marıe Claıre , Stıyle , Vıva , Beatue , Hey gırl “ gibi dergilerinden yanında bir veya iki tane “ Bebeğim ve Ben “ gibi dergiler kalmış artık. Üniversitelerimizin en iyileri zaten çoktandır eğitim ve öğretimde tümüyle ingilizceyi seçmişti. Anaokullarımızda bile artık ingilizce baş tacı edilmeye başlanmış. Anadilini bütün incelikleriyle asla öğrenemeyecek olan çocuklarımız , televizyon ekranlarında “ My name is Nazlıcan.” dedikçe nasıl da gururla şişiyor göğsümüz. *** Ve daha nice örneklerle süslenecek renkli ama sahte bir dünya. Aslına , özüne zıt bilinçsiz bir topluluk. Yavaş yavaş ısınmaya başlayan suda en önemli kurtarıcısı olan reflekslerini kaybetmiş bir topluluk. Dedik ya başta , bu sadece bir öykü. Evet sadece bir öykü... Güzel bir bahar sabahı , güneşin tatlı ışıklarıyla yeni ısıttığı bir günde bir kafeteryaya gittiniz. Güzel , deniz manzaralı bir masaya oturdunuz. Temiz giyimli bir garson gelip size : “ Ne alırsınız hanımefendi ? “ dese veyahut bir çay salonuna gitseniz , orada size “ çay alır mısınız ? “ deseler acaba tepkiniz ne olurdu ? Birincisinde garsona dönüp “ Ben burayı alacak kadar zengin değilim , onun için çay getirir misiniz ? “ deseniz , ikincisinde “ hayır , çay değil iki kilo yaş bakla ile bir kilo şeker alacağım.” deseniz karşınızdakinin niçin bön bön suratınıza baktığınıza anlam veremezsiniz değil mi ? halbuki bu tablo ile günde kaç kere karşı karşıya kalmamıza rağmen hemen “ çay alırım veyahut kahve varsa kahve alayım.” diye cevaplayıp gideriz. Kimin umurundaki Türkçe’nin doğru konuşulması. Peki reklam yazıları ile aranız nasıl ? Hiç “ Sabah Gazetesi Binası” veya “ Sabancı Şirketlerinin Binası” diye bir Türkçe ifade duydunuz mu ? Hayır , hiç sanmıyorum. Çünkü duyduklarımız ve bize de alıştırılan genelde “ Sabancı Senter , Doğan Medya Plaza , Sabah Plaza Türker Shopping Senter , Koç Busıness Center “ Ama merak edenler varsa ümidimizi kaybetmeme adına bir tane söyliyelim. Karaköy’e yakın bir yerde salı pazarının orada büyük bir binanın üzerinde “ Borusan Binası “ yazıyor. Filanca meşhur veya önemli bir insandan bahsederken “ o çok büyük bir vizyon sahibi “ derler veya deriz. Nedir Allahaşkına vizyon ? Ve buna sahip olan neye sahip oluyor ? Belediye başkanımız “ çalışkan , dürüst ve vizyon sahibi “ biridir. Herhalde kat , yat sahibi biri. Biraz da siz düşünün bakalım ? Siz de mi vizyon sahibi birisiniz ? Belki eğitimcilerin bilerek konuştukları bazı kelimeler vardır hani. O kelimeleri konuşunca insan kendine ulaşılmaz bir kıymet verir. Çok bilgili , çok kültürlü bir hava yaratmak için muhatabın bilmediği birkaç kelime konuş yeter. Muhatabının işini bitirdin demektir. sırf bu havaya sahip olmak ve karşısındakini küçültmek için bu kelimeleri ezberleyenler ve kasıtlı kullananlar bile var. “ Bu oldukça spesifik bir olay , öğrenci tolore etmiyor , iyi bir referans aldık , bir de derste demotive oludum ki sorma , heterojen bir grup , ayrıntılı bir oryantasyon yapamadık , öyle alaminüt düşünen biri , bu çok out bir durum , insan kendini kriminal hissediyor , sevginin partiküler bir yapısı var , beş kişiyi ekstrim bir halde , bütün parayı sübvanse etti , güneşten gelen ışınları absorbe eden , adaylatrı random seçiyoruz , bu olay başka bir örgüt tarafından organize edildi. vs. vs. “ Bir şey anlayan varsa gelsin beri... Bir misafirliğe gittiniz. Oturdunuz , sohbet ettiniz. Ayrılma vakti geldi. Sizi kapıya kadar geçirdiler. Ayrılırken siz onlara ne dersiniz ? Hoşça kal mı güle güle mi ? Türkçe’de o durumda bulunan insanlar için evde kalana bir dahaki görüşmemize kadar esen kal , mutlu kal manasına “ Hoşça kal “ , gidene de mutlu olarak ayrıl , sevinerek git manasına “ Güle güle” denir. Ama bir çok kere giden insanın arkasından kalmasını istediğimizden galiba “ hoşça kal “ dediğimiz gibi , evde bıraktığımız insanların biz gittikten sonra bir yere gideceğini tahmin ettiğimizden dolayı “ güle güle “ dediğimiz olmuyor mu ? Hatta telefon konuşmalarında bile bu yanlışı günde kaç kere yaptığımızın bilmem farkında mıyımız ? “ – Alo Ayşe Teyze. Merhaba. Murat evde mi ? - Hayır , evde değil kızım. - Tamam o zaman. Güle güle. “ Şimdi okuyacağım , sonradan yabancı filmlerin dublajları sayesinde Türkçe’mize girmiş hangi kelimeleri bizler bilmeyerek kullanıyoruz biliyor musunuz ? Herkes kendi kullandığı kelimeleri düşünebilir. Örnek mi istiyorsunuz : “ Kendine iyi bak , Ciddi olamazsın , Unut gitsin , Aklından bile geçirme , Neden olmasın ? Kendini nasıl hissediyorsun ? , hiç tahmin etmediğimi bilmelisin , Bunu duyduğuma sevindim , Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum , Neden yarın öğle yemeğinde buluşmuyoruz ? , Ne kaçırdım ? , şaka ediyor olmalısın , Biri bana burada neler olduğunu söyleyecek mi ? , Dur tahmin edeyim , Evet sanırım bu doğru , Kendine bir iyilik yap , Bu söylediklerini yapmak isteyeceğimden emin değilim vs. vs. “ Ya şu son moda cümlelere ne demeli ? “ Pek değişmeyen nadir sanatçılardan bir tanesisin” diye sanatçıları tane hesabı ile övmeye kalkmaktan tutun da , “ Bu söylediğini duymak istemiyorum.” ile “ Bunu bilmek istemiyorum.” gibi daha kendinden emin olmayarak kullanılan ifadelere kadar bütün konuşmalarımız ithal oldu. Ve zevkimizi kaybettik yerine keyf gelince. “ Turizm eski bakanlarından falanca vefat etti , Anavatan partisi eski başkanı filanca bugün Antalya’daydı.” Çok duyduğumuz ve artık alıştığımız bir ifade olarak yaygınlaştı. Bu da bizim daha temel konulardan biri olan tamlamaları bile yarım yamalak öğrendiğimizin en büyük ispatı. Mesela patlıcan kızartması canınız çekti. Birde bu kızartmanın yoğurtlu olmasını istiyorsunuz. Ne dersiniz bu yemeğin adına ? Yoğurtlu patlıcan kızartması mı yoksa Patlıcan yoğurtlu kızartması mı ? Elbetteki tamlamalarda da bildiğiniz gibi tamlayan ve tamlanan olayı var. Eski Turizm bakanı dediğimiz zaman eskiyen turizmi değil bakanı kastediyoruz elbette. Ama hala aynı hatada ısrara devam da ediyoruz , doğrusunu yapıyoruz diye. Ya kendimizin icadı olan “n” ekini kelimelerin sonlarına ekleyerek yeni çıkarttığımız türünün tek örnekleri olan kelimelere ne demeli ? Hiç mi kullanmıyoruz bunları , hiç mi duymuyoruz çevremizde ? “ Realiteylen olur bu işler , Özelliklen ifade ediyorum ki , Sizlerlen geçirdiğimiz bu dakikalar , bildiğim kadaruylan ifadeyim ,seninlen gideceğim tabiki vb. “ Ya Türkçe’nin inceliğini ve zarifliğini ifade eden ve kelimeye tamamen başka bir anlam veren şapkalar kalktı mı ? bazı harflere koyduğumuz şapkaları kaldırdık mı ? Nasıl ayırır olduk kar’ ı kar’dan , yar’ı yar’dan , varis’i varis’den ,haya’yı haya’dan , hala’yı hala’dan bilemiyorum ? Arapça’da bir tabir vardır : “galat ı meşhur “ diye. Yani yapılan bir yanlışın herkes tarafından yapılması ve o yanlışın artık toplumca kanıksanması. Fakat şimdi ifade edeceğim yanlış bizim toplumumuzda araplar tarafından ifade edilecek olsaydı herhalde “ galat ı cahil ” olarak isimlendirilirdi. Kısaltmalardan bahsediyorum tabi ki. Bazı kurum ve kuruluşların isimlerini önce kısaltıyor sonra da uzun uzun okuyoruz. Şu konuşmalar bizdeki günlük konuşmalardan. “ ABD birleşik devletleri olaya müdahele etti , GAP projesi bizimdir kimseye kaptırmayız , ÖSS sınavı sonuçları yarın açıklanıyor , ÖSYM merkezinden yapılan açıklamaya göre , TBMM meclisinden naklen yayın yapan ekibimiz , ATV televizyonu vb.” ifadeler neyin kısaltması acaba ? Ve bunları nasıl yazıya ve konuşmaya bu şekilde dökebiliyoruz ? ABD diyeceksek niye birleşik devletleri diyoruz ? ÖSS’nin sonundaki S zaten sınav demek değil mi ? Ya GAP’ın sonundaki P projenin P si mi yoksa Pötürge’nin P si mi ? Seçim sizin ? Yine anlamından çıkardığımız ( belki buna zıvanadan da diyebiliriz ) bir kelime var : Olay. Nedir bu olay diye bana sorarsanız , en son çıkarılan Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “ hadise , vaka , bir hareketin neticesine verilen isim.” yazıyor diye cevap verirdim. Ama bizdeki olay zıvanadan çıkmış bir olay. Bir kelimeye bu kadar tabii olmayan mana yüklemek ancak bizim gibi ülkesinde her vatandaşın dil konusunda uzman olmasıyla açıklanabilir. “ Ayakkabıda olay , Bizde baba olayı yok , ücret olayı mı dedin ? , bu bir sevgi olayı Erman , modern insanın huzur olayı bu olsa gerek , bölgede bir ingiliz olayı var ama , internet olayı harika , Kışlalı’nın öldürülmesi olayının , teknoloji olayına giren ülkelerden , olay adamsın alaattin abi , memlekete geri döndük bu olay başlı başına bir güzellikti , bu his olayı sana huzur olayını getirmiyor.” Ne olaylı bir kelime bu olay ! Doğrusunu söylemek gerekirse bunları duymak ve tepkisiz kalmak bize de huzur getirmiyor. *** Gayem , bu yanlışlıkları anlatıp sizi güldürmek değil , bu yanlışları yapanları kötülemek onları da yerin dibine batırmak hiç değil. Benim tepkim ve öfkem yanlışlara. Bile bile yapılan yanlışlıklara. Bu dili bilerek mahvetmek isteyen bilinçli düşmanlarıma ve cahil olarak buna alet olan insanıma. Bu dili seven , ülkesini seven her aşığın gayesi yani hepimizin gayesi bu yanlışlara ve yanlışlıklara karşı bir meşale yakmak değil midir her gönülde ? Türkçe’yi sevme ve değer verdiğimiz güzel şeylerin varlığı kadar ona da değer vermek ve korumak değil midir ? Ve bu meşalenin elden ele , bu aşkın gönülden gönüle ulaşması değil midir ? Unutmayalım ki bu dil bize atalarımızın mirası değil , çocuklarımızın emaneti olarak verilmiştir. Sözlerimi yine hepimizin aynı duyguları paylaştığını sandığım Nihad Sami’nin “Benim Dünyam” isimli o tatlı ifadeleri ile bitirmek istiyorum. Çünkü güzel Türkçe’mizin dünden daha fazla bugün korunmaya ve her gönülde aynı aşkla , aynı duyguyla ifade edilmeye ve sevilmeye ihtiyacı var. Bilmem yanılıyor muyum ? “ Sabun kokusunu yahud sabundaki hafif ve güzel kokuyu sever misiniz ? Sanırım çok insana bu koku , doğrudan doğruya temizliğin kokusu , onun tüten buğusu imiş gibi , hoş gelir. Ben bir sabun fabrikatörü olsam ve Türkiye’de iyi ve güzel kokulu bir sabun yapmayı düşünsem ; bu sabunun adını Guta veya Küra koymaz , Kekik yahud Köpük koyardım. Bir kadın çorabı yapacak olsam , adına Sülün veya Ceylan veya Elif derdim. Duru veya Nilüfer de diyebilirdim. İlk üç kelime tılsımı bozulmamış kadın güzelliğinin zarif çizgilerini , dördüncü ire temiz ve mat renklerini , beşinci ile bir vatan ırmağı akar gibi , yürüyüp gidişlerindeki alımlılığı belirtmek isterdim. Bir dudak boyası yapsam , adına Al yahud Gül veya Mercan koyardım. Mesela Karmen demezdim , diyemezdim. Kadınların boynunda inci , mercan dizileri güzeldir. Gerdan kelimesini sevmediğim gibi gerdanlık sözü bana başka bir şeyi hatırlattığı için hiç hoşlanmam. Giyeceklerde manto , rob , roba demek , tayyör demek istemezdim. Bu arada dökar , turvakar , süveter gibi frenkçe sözlerin dilimize musallat olmasını iyi karşılamazdım. Bununla beraber geysi veya giysi sözünü de diriltmeye çalışmazdım. Bilirdim ki bu sözler güzel olsaydı bizim zevkli atalarımız onları bırakmaz , yerlerine başka sözler almaz ve bulmazlardı. Sonra başımı öne eğer , üstümüze giydiklerimizi daha derin düşünürdüm. Kadın veya erkek giyimine ait çeşitli eşyamızın yüzde doksan frenkçe oluşuna , hele bizim eski çağlardan beri büyük milleti olduğumuz şark medeniyetinden koparak kötü bir batı medeniyeti taklitçiliği içinde , kılığımızın kıyafetimizin isimlerini bile başkalarından alacak hale gelişlerimize bir hayli üzülürdüm. İnsanlar vardır ki dünyaları , böyle hep kelimelerle örülmüştür. Onlar kelimelerle duyar , kelimelerle düşünür ; kelimeleri birer mücevher dizisi gibi , her kıymetin üstünde hissederler. İşte ben de onlardan biriyim. aynı sizin gibi. Çünkü kelimeler , bir takım boş sözler değildir. Şunun , bunun uydurmasıyla piyasaya sürülen sahte boncuklar da değildir. Kelimeler asırların ve asırlarca o kelimeleri konuşan , onlarla duyan , düşünenlerin ; onlarla seven ve sevilenlerin yaratıp güzelleştirdiği , beğenip Türkçeleştirdiği canlı , ruhlu ve musikili varlıklardır. Sizce de öyle değil mi ........... ? Beni büyük bir sabırla okuduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. Hürmetlerimle .... Dr AA Rusya Okumalarım - 2000 Alıntılar; Feyza Hepçilingirler, DedimAh !
·
533 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.