Gönderi

120 syf.
8/10 puan verdi
Kitabın adı her ne kadar işçi sınıfının kapitalist güçler karşısındaki isyanını akla getirse de buradaki isyan toplumsal değil, tamamıyla bireyseldir. Zaten roman büyük ölçüde birey odaklı. Yazarın “Hotel Savoy” kitabının aksine burada odak noktası toplumdan ziyade bireydir. Burada savaş sonrası Avusturya’da kendine yer bulmaya çalışan bir gazinin hikâyesi karşımıza çıkıyor. Böyle bir ifadeden insanın aklına hemen Franz Biberkopf gelmesi son derece doğal. Joseph Roth, Max Stirner’ın düşüncelerinden etkilendi mi bilmiyorum ama kitabın sonuna ya da geneline bakacak olursak Stirner’ın fikirlerinin bir işe yaramadığını rahatlıkla görebiliyoruz. Stirner bireysel başkaldırının devrimden daha üstün ve etkili olduğunu görüşünü savunur. Ancak Roth’un bu görüşü Andreas karakterinde çürüttüğünü söyleyebiliriz. Roman 1. Dünya Savaşı’nın bitimiyle bir askeri hastanede başlıyor. Andreas Pum bir ayağını kaybetmiş ve devletin kendisine yardım edeceğini umarak iyileşmeyi bekler. Hastanede Andreas’ın devlet ve Tanrı hakkındaki ilk görüşlerini öğreniyoruz. Ona göre devlet Tanrı gibidir. Devletten gelecek her türlü iyilik ya da kötülüğü karşı birey Tanrı’ya itaat ettiği gibi devlete itaat etmelidir. Bu görüşün karşısında duran herkesi “kâfir” olarak nitelendirir. Kendini diğerlerine göre biraz da üstün görür. Andreas basit, eğitimsiz ama kibar biridir, devlete karşı son derece örnek bir vatandaştır. Devletten tek istediği bir iştir. Bunun için devlet kendisine sokaklarda laterna çalmasına izin verir. Andreas bunun yanında dul bir kadınla evlenerek yuva sahibi de olur. Her şey onun istediği gibi gider ilk başlarda. Hastaneden çıktığında yaşadığı hayat inançları doğrultusunda gelişir. Otobüste kendisine yer verenleri gördüğünde gururu okşanır. Göğsündeki madalyanın kendisini her türlü kötülükten koruyacağına inanır. Ancak peri masalı çok uzun sürmez. Bir gün trende zengin bir adamla ağız dalaşına girince, olaylar birbirini tetikler. Önce laterna çalma ruhsatına polis el koyar, sonra da kolluk kuvvetlerine hakaretten bir gece nezarethaneye tıkılır. Onun gibi birinin hapse atılması, onun gibi birinin kâfirliğe zorlanmış olması haksızlıktır; gaddarca, affedilmez ve suç sayılması gereken bir haksızlık. Kitaptaki olayların zirve noktası burasıdır. Buraya kadar her şey çok iyi giderken Andreas için kaçınılmaz çöküş başlamak üzeredir. Andreas ilk defa Tanrı’nın adaletini sorgulamaya başlar. Haklı olmasına rağmen ne günah işlemiş ki başına o felaketler gelmiştir! O gece karanlık hücrede Andreas’ın gözü açılır. Hücre karanlığının aksine kendi içinde bir aydınlanma yaşar. Fiziki yalnızlığına bir de duygusal yalnızlık eklenir. Geçmiş yaşamanın bir yanılsama olduğunu fark eder. Hücredeki bir gecelik sürede Andreas bir dönüşüm/başkalaşım sürecine girer. Kendi düşüncelerini tekrar gözden geçirir, çıkınca dünyayı yeni bir bakış açısıyla farklı bir gözle görür. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen inancını yitirmez. Dünyada hala bir yerlerde adaletin var olduğuna inanır. Mahkemede haklı olduğunun, herkesin ondan özür dileyeceğine dair umudunu korur. Ancak mahkemede işler yine ters gidince işte o zaman toplumdaki gerçek yerinin farkına varır: bir hiç. Mahkeme kendisini altı ay hapis cezasına çarptırır. Hapisten çıkınca Andreas ölüm yolunda da olsa isyan etmek için yaşama tutunur; dünyaya, otoriteye, devlete ve Tanrı’ya isyan etmek için. Andreas karakterinde Roth’un aslında sakatların toplum içinde duygusal olarak yalnız kaldıklarına, toplumdan yabancılaştıklarına dikkat çektiğini söyleyebiliriz. Yazar sakatların sadece toplumdan dışlanmalarını değil, aynı zamanda kendilerini toplumun düşmanlığına karşı da korumaları gerektiğini üstü kapalı bir şekilde dile getiriyor. Toplumda vatan için savaşanların, sakat kalanların değil, parası olan kodamanların daha çok söz sahibi olduğu gerçeği bir kez daha kanıtlanmış oluyor. Stirner’ın düşüncelerinin aksine Andreas örneğinde isyan topluma değil, bireyin kendisine zarar getirmiştir. Roth, insanın bireysel seçimlerinin ve eylemlerinin bireyin kendi kaderini ne şekilde etkilediğini de gözler önüne seriyor. “İsyan” sayfa sayısının aksine gerçekten çok katmanlı okunabilecek ve derin anlamları olan bir kitap. Ben genel olarak çok beğendim. Daha öncesinde bu tarzda yazılmış pek çok kitaba denk geldim ama beni en çok Andreas etkiledi diyebilirim. Keyifli okumalar dilerim.
İsyan
İsyanJoseph Roth · Can Yayınları · 2021212 okunma
·
358 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.