Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bilindiği gibi cezaevi sistemi bireyle devlet arasında, arada hiçbir aracı olmadan, doğrudan muhataplık üzerine kurulmuş bir sistem. Böyle olduğu için tutsaklar her an devletin, devlet de her an tutsakların gerçek yüzünü görme şansına sahip oluyor. Otoriter devletlerin tümü için geçerli olan bu durumu ve tutsakların gözünden bu devletlerin görünme şeklini, Hemingway'in köpekbalığı metaforu üzerinden değerlendirmek mümkün. Köpekbalığını en güzel renklere sahip, ihtişamlı, muazzam düzeyde hayranlık uyandıran bir canlı olarak tasvir eder Hemingway. Öyle ki adeta bakanı büyüleyen benzersiz bir güzelliğe sahiptir bu balık. Ne var ki, ihtişamın büyüleyici havası aynı canlının yüzünü dönerek, keskin ve korkunç dişlerini göstermesi ile oracıkta bozulur. Dünyanın en güzel ve ihtişamlı canlısı, bir anda dünyanın en korkunç ve ölümcül yaratığı haline gelmiştir. Bakılan yöne ve bakış açısına göre algının değişmesine güzel bir örnektir. Devletlerin tarih sahnesine çıktığı günden bugüne, kimisi devleti karşı konulmaz gücü, sunduğu çıkar ilişkileri vb. özellikleri üzerinden, büyük bir hayranlıkla, büyüleyen yüzünü görerek değerlendirmeyi yeğler, kimisi de bu büyüye kapılanlara ağızdaki keskin ve korkunç dişleri göstermeye çalışarak onları uyarmayı tercih eder. Demokratik gelişimi esas alan devletlerde kesici ya da kıyıcı nitelikte olan dişlerin, zaman içinde fazlaca kullanılmamasına bağlı olarak körelmesi, mümkünse tümüyle işlevsiz hâle gelmesi, teorik veya pratik bazdaki çabalarla talep edilebilir. Canlıların evrimsel gelişim sürecinde, kullanılmayan organların süreç içinde körleşerek rudimenter hale gelmesine benzetilebilir bu durum. Otoriterleşmeyi esas alan devletlerde ise bunun tam tersini tahayyül edebiliriz. Kıyıcı bir ağzın sürekli çalışması, o bünyeye ait olumlu özelliklerin de zaman içinde tümüyle ortadan kalkarak yok olmasını sağlayabilir. Böylesi bir devlet yapısında, ne bireyin ve toplumun rıza temelindeki yaşama arzusunu korumak mümkündür, ne de devlet-toplum-birey ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtmak... Kendi itirazımızı tam da bu noktada ifade edebiliriz. Otoriterleşme eğilimi yerine demokratikleşmeyi esas alan bir itirazın sahipleriyiz. Otoriter devletin bireye yaşamı dar eden anlayışı yerine, demokratik bir devletin bireyin ve toplumun hizmetine koşulmuş yönüne dikkat çekmekteyiz. Bireyin ve toplumun devletin üstünde olması gerekliliğini hatırlatmaktayız. Devletin, bağrında çıktığı toplumun hizmetinde olması gereken bir örgütlenme modeli, bir aygıttan başka bir şey olmadığını belirtmekteyiz. Öyleyse aslolan birey ve toplumdur. Kutsallaştırılması gereken bir şey varsa, bu, ancak bireysel ve toplumsal yaşamın kendisi olabilir, bireyi ve toplumu tahakküm altına almış bir devlet yapısı değil! Bireysel ve toplumsal örgütlenme alanlarının, devletin açık veya gizli (görünür ve derin) tüm kurumsal ve yapısal örgütlenme alanlarından daha önemli olduğu ya da önemsenmesi gerektiği tartışmasızdır. Özcesi, devlet topluma tabi olmalıdır, toplum devlete değil! Bizi hedef tahtasına koyan ve devleti iktidar aracı olarak kullanmaya alışmış güç odaklarının saldırılarına açık hâle getiren realite tam da budur. Buna rağmen toplum devleti aşmayı ya da hiç olmazsa onun üstüne çıkmayı başarana kadar, güç odaklarının emrine verilmiş her türlü yapılanma ya da mekanizmayı teşhir etmeye devam edeceğiz. Toplumun sindirilmesine engel olmak için kişisel ya da kolektif gayretlerimizi arttırarak sürdüreceğiz. Devleti, babalarının çiftliği gibi görüp her türlü hakkı kendinde bulanların, çiftliğin gerçek sahibi olan toplumla yüzleşmesi elzemdir. Yolsuzluk, hırsızlık, rant, kayırmacılık ve benzeri pek çok pratik üzerinden hak edilmemiş servet edinimi ile ahlaki değerleri kökünden aşındıran devlet mülkiyetini ilkesiz sahiplenme eylemleri, bu güç odaklarını ne zamana kadar besleyecek? Çalıp çırpmaya ve yemeye alışmaktan ötürü düşünmeyi dahi unutur hâle gelmiştir böyleleri. Az düşündükleri için çok yanılmaktan yakalarını sıyırmaları mümkün değildir. Bizim gibi farklı gelecek tahayyülü olanlar müdahale etmezse, bu döngü bir süre sonra tartışılmaz bir yazgı olarak kanıksanmaya başlar. Başarılmış bir kanıksatma durumunda yani otoriterleşme sürecinin nihai hedefe ulaştığı koşullarda, devlete çöreklenmiş yasal ya da yasal olmayan odakların durumu, azgın bir pirana sürüsünden farksız hâle gelir. Tekil olarak yapamayacağı bir şeyi sürü birlikteliği ile yapacağına inanmış bir pirana topluluğu! Küçük dişlerin azgın bir iştahla avına saldırmak için her an tetikte olduğu aç sürüler! Saldırdığı avdan geriye sadece çıplak bir iskelet kalıncaya kadar et koparmaya şartlanılan bir hareket tarzı! Geçmişteki Susurluk rezaletini prototip bir örnek olarak anımsatırsak, ne söylemeye çalıştığımız daha iyi anlaşılır. Güncelde kendi durumumuzu ve konumumuzu, pirana saldırıları rağmen yaşama ve ona ait değerlere sahip çıkma biçiminde tanımlamak yanlış olmaz. Böylesi koşullarda, elimizdeki kısıtlı imkanları kullanarak üretmeyi bu açıdan önemsediği mı yeniden hatırlatmış olayım. Hayatta kalma umudunun dahi bitirilmek istendiği bir ortamda, kendi umudunu üreterek yaratmanın ve bunu diğer insanlara ulaştırmanın değerini teslim etmek gerekir. Yaşamak için üretmek, üretilen şeyler aracılığıyla direnmek diyebiliriz buna. Yazı ile direnmek, müzik ile, resim ile, söz ile, düşünce ile, duygu ile bu direnişi büyütmek. Müziğe sağır olana, resme kör bakana, kitaba yazıya bilincini kapatana, yarattıkları zulüm ve sefalet cenderesine dönüp bakmayana karşı, eldeki avuçtaki kısıtlı imkanlarla seslenerek, kaybettikleri bu yetileri yeniden kazanmalarını hedeflemek. Gözlerin, kulakların, zihinlerin, yüreklerin yeniden insani değerleri ve insanlığı hatırlatmalarını amaçlamak. Zor iş doğrusu! Bir hırsıza kuyumcuda bekçi olmayı dayatmak, bir katile cankurtaran görevi verip işini layıkıyla yapmasını istemek ne düzeyde bir güçlüğü aşmayı gerektiriyorsa, bizim amaçladığımız şeye ulaşmamız da o ölçüde güç. Körleşmiş gözleri açmak, sağır kulakları, hissiz kalpleri, beyinleri sağaltmak hırsızı çalmaktan, katili can almaktan alıkoymaktan daha zor! Neyse ki buralarda korkulardan sıyrılmış olarak özgürce düşünme, yazıp çizme imkanına sahibiz. Bu durum işimizi az da olsa kolaylaştırıyor. Beklenmedik dilleri susturan, susmaz denilen ağızları kapatan, gözleri, kulakları, beyinleri, kalpleri adeta teslim alan tutuklanma korkusu bizim buralara istese de uğrayamıyor. Zaten tutuklu olmanın getirdiği bir rahatlığı boş yere vaktimizi çarçur ederek harcayacak değiliz.
Sayfa 151 - Dipnot YayınlarıKitabı okudu
··
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.